T24- Nefret söylemlerinin tehlikelerine dikket çekmek isteyen Yeni Medyada Nefret Söylemi Çalışma Grubu, İstanbul Şehir Üniversitesi’nde başlattıkları film günleri etkinliğinde dün Hüseyin Karabey’in yönetmenliğini yaptığı “Gitmek: Benim Marlon ve Brando’m” isimli filmi gösterdi. Filminde Kürt bir kadının Kürt bir erkeğe aşkını anlatan Karabey, “Ben Kürt ve işçi bir ailenin çocuğuyum. Film ve dizileri izledikçe ‘Ya ben Türkiye’de değilim, ya da bunlar Türkiye değil’ diyordum. Bu yüzden kendi hikâyemi kendim anlatmayı seçtim” dedi.
İstanbul Şehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü ile ortaklaşa gerçekleştirilen film gösterimleri de nefret söylemiyle mücadele etmenin yollarından biri olarak kurgulanmış. Fransa gettolarında yaşayan 3 gencin ırkçılık ekseninde dönen hayatlarından bir kesitin anlatıldığı La Haine filmiyle 6 Aralık’ta başlatılan gösterimlere dün Kürt bir erkeğe aşkı için ülkeler arası sınırları aşan bir Türk kadının anlatıldığı Gitmek: Benim Marlon ve Brando’m filmi eklendi.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nin başlattığı Yeni Medyada Nefret Söylemi Çalışma Grubu, gazete ve televizyon gibi geleneksel medya iletişim araçlarına alternatif olarak çıkan internet üzerinden iletişimi konu ediyor. Facebook, Youtube, çevirimiçi haber sitelerinde kurulan sanal cemaatler ve bu cemaatlerin kendi aralarında gerçekleştirdikleri sosyal haberleşmenin ana hattını oluşturan “nefret” duygusunu sorguluyor.
Çoğunluğu akademisyenlerden oluşan grup, sanal sitelerde dolaşıma giren homofobik, transfobik, heteroseksist cinsiyetçi, yabancı düşmanı, ırkçı, etnik milliyetçi ve ayrımcı söylemlere dikkat çekiyor.
İnternetteki nefret gerçek hayattaki şiddeti teşvik ediyor
Grup, geleneksel medyaya kıyasla takma isimlerle anonimleşen internet kullanıcılarının sosyal sitelerde toplumdaki farklı kimliklere karşı duyulan nefreti daha kolay paylaştığını savunuyor. Akademisyenler, nefret temelli sanal yazışmaların gerçek hayatta “ötekileştirilen” kimliklere uygulanan şiddet eylemlerini de teşvik ettiğinin altını çiziyor.
Türkiye’de 16 milyonu aşan internet kullanıcısının internetteki nefret söylemine tanık veya katılımcı olduğu nefret söylemine karşı mücadele geliştirebilmek için grup, eğitim seminerleri başlattı. Söyleme karşı farkındalık kazanmanın önemini vurgulayan grup, “eleştirel medya okuryazarlığını” çözümlerden biri olarak sunarken yeni medya teknolojilerinin demokratik amaçlar için kullanılması gerektiğini savunuyor.
Nefret söylemlerine karşı farkındalığı artırmak için gösterilen Gitmek: Benim Marlon ve Brando’m filmi, İstanbul’da tiyatro oyunculuğu yapan Ayça’nın aşık olduğu adamın ardından savaş altındaki Kuzey Irak’a gitmesini konu alıyor. Türkiye, Kuzey Irak ve İran’da gerçekleşen çekimlerle sınırların aşılabileceğini, Türk bir kadının Kürt bir erkeğe âşık olabileceğini gösteren film, nefret söylemlerinin şiddetine karşı hayatı ön plana çıkarıyor.
Karabey: Türkiye’deki sanatçılar, askerlere ve savcılara yetişmeli!
İstanbul Şehir Üniversitesi’ndeki filmin gösteriminin ardından Hüseyin Karabey ile yapılan söyleşide öğrenciler sordu, Karabey yanıtladı. İşte sorular ve cevaplar:
Filmin prodüksyon aşamasını anlatır mısınız? Çekimler zor geçti mi?
Bu sıkça sorulan bir soru. Ben o bölgelerde daha önce de çekim yapmıştım. Bölgeyi tanıyordum ve küçük bir ekibimiz olduğu için sorun olmadı. Ama zaten oralarda her şey zor olduğu için oraları çektik. Bizzat yaşamanın zor olduğu bir yerde çekmenin ayrıca bir zorluğu yoktu. Yine de şunu söyleyebilirim, en kolay çekimleri savaş olmasına rağmen Kuzey Irak’ta yaptık. Türkiye ve İran daha zordu.
Gittiğimiz bölgelerdeki insanlarla çalıştık. İran’daki taksici taksici oldu, başka yerdeki otel çalışanı otel çalışanı oldu. Yani kendi hayatlarını oynadılar. Ama sonrasında izleyiciler kimin profesyonel oyuncu kimin amatör olduğunu ayırt edemedi. Örneğin, Mezopotamya Kültür Merkezi’nde gördüğümüz kaçak Kuzey Iraklı ressamın akıbetini sordular. Demek ki çok iyi oynamış. Hâlbuki o bir albayın çocuğu.
Kültür Bakanlığı size destek veya sansür uyguladı mı?
Hayır destek olmadılar. Ama onları eleştirirken bir de kendimizi eleştirmemiz lazım. Türkiye’de sanatçılar ülkenin askerlerinden ve yargıçlarından geri kaldı. Sanatçılar tabuları yıkandır ama hâkimler, savcılar öyle inanılmaz şeyleri ifşa ediyorlar ki bazıları bu yüzden hapse atılıyor. Biz sanatçılar olarak geride kaldık. Şimdi onlara yetişmemiz lazım.
İsviçre’de Culturescapes Festivali'nde bu filmin gösterimi yapılacaktı. Ama o günlerde karakol baskını yapılmıştı. Milliyetçilik tavan yaptığı günlerdi. İsviçre’deki gösterim de Kültür Bakanlığı’nın sponsorluğunda yapıldığından Bakanlık “Gösterimden çekin” dedi. O gösterim iptal oldu fakat programlarını daha önceden duyuran diğer salonlar neden diye sorunca skandal ortaya çıktı dedi.
Niye bu konuyu seçtiniz? Popüler olmak için mi?
Öncelikle teşekkürler bu soruyu sorduğun için. Ben Kürt ve işçi bir ailenin çocuğuyum. Ekrandakileri izledikçe Ya ben Türkiye’de değilim, ya da bunlar Türkiye değil diyordum. Kendi hikâyemi kendim anlamayı seçtim. Daha önce de böyle işler yaptım. Ve bu yüzden cezaevinde yattım, aç kaldım, soruşturma yedim… Yani ‘işte bu filmi yaparsam popüler olurum’ diyerek yapmadım.
Hüseyin Karabey kimdir?
Aslen belgesel yönetmeni olan Hüseyin Karabey faili meçhulleri anlattığı Boran ve F tipi cezaevlerini konu alan Sessiz Ölüm belgeselleriyle tanınıyor. İlk uzun metrajlı filmi olan Gitmek filmini 2007 yılında çekti ve New York’ta gerçekleşen Tribeca Film Festivali'nde "En İyi Yönetmen"i aldı.