Gündem

Yeni Akit: Facebook Dilipak'ın yazısını sansürledi, iktidara meydan okumak kolay, AYM'yi görelim bakalım!

Ali Karahasanoğlu, Anayasa Mahkemesi'ni Facebook'a karşı göreve çağırdı

13 Ocak 2015 10:59

Abdurrahman Dilipak’ın “Baldırı çıplak çocuklar Fransa’yı yakacak” ifadelerini kullandığı “Kork Fransa” başlıklı yazısının Facebook tarafından kaldırıldığını yazan Yeni Akit Gazetesi Yazıişleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, “Şimdi görev Haşim Bey’e düşüyor. Haydi Haşim Bey.. Buyrun, Yüksek Mahkeme kararını by-pass eden facebook’a bir cevap verin bakalım. Görelim sizi” dedi.

Karahasanoğlu, “Başbakanlığa laf yetiştirmek kolay. TİB’e laf yetiştirmek kolay.. “Erişim engellenemez, bu anayasal bir haktır” diyerek, siyasi iktidara meydan okumak kolay. Bak; facebook, erişimi engelliyor.. Haydi bakalım, topla heyetini. Bir günde yeni bir karar daha ver.. Okuyucular, Abdurrahman Dilipak’ın o yazısına, sansürsüz olarak ulaşabilsin” görüşünü dile getirdi.

Yeni Akit gazetesinin bugünkü (13 Ocak 2015) nüshasında yayımlanan, “Facebook Haşim Bey’i takmıyor” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Facebook Haşim Bey’i takmıyor’

 

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıçtivitır’a erişimin engellenmesi olayında, duruma bizzat el koymuş ve konuyu genel kurula sevkettirip, saatlerle ifade edilen bir hızda neticeyi açıklamıştı..

Tivitır için de, youtube için de, “Özgür olmalılar” demişti..

Konu sadece “tivitır” veya “youtube”a özgü de değildi..

Genel anlamda, “sosyal medya”nın özgür olması gerektiğini söylüyordu, yüksek yüksek mahkeme!

“Başbakan’a hakaret var” deseniz de..

“Cumhurbaşkanı’na hakaret var” deseniz de..

“Kendilerine edilen küfürler bir yana, devletin tepesindeki insanların ailelerine küfürler ediliyor” deseniz de..

Ne mahkemelere..

Ne de TİB’e.. Başbakanlık’a.. 

Haşim Bey’in “yüksek mahkeme”si, bunların hiçbirisine önem vermiyor, genel kuralı “özgür olmalılar” şeklinde koyuveriyordu.

Verdikleri bu kararda samimi olsalar.

Kararlarının takipçisi olsalar..

Yine de itiraz etmezdim..

Ama ne kadar ikircikli tavırlara imza atacaklarını, o günden tahmin etmiştik.

Nitekim, üzerinden fazla uzun bir süre geçmeden...

Gazetemiz yazarı Abdurrahman Dilipak’ın “Kork Fransa” başlıklı yazısı sebebi ile, sosyal medyada sansür başlatıldı.

Facebook, Dilipak’ın yazısını incelemiş.. Kendince sorunlu bir paragraf bulmuş. Dilipak’ın o yazısını sayfasına koyan herkese, not atıyor: “Bu paragrafı sayfanızdan çıkartın.. Yoksa sizi, toptan kapatırım.”

Böylece ne oldu?

Anayasa Mahkemesi’nin “özgür olmalı” dediği sosyal paylaşım sitelerinden birisi, facebook isimli özel şirketin patronunun keyfine kaldı..

“O paragrafı görmek istemiyorum” deyince..

O paragrafın bulunduğu binlerce hesabın her an bloke edilmesi gündeme geldi...

İyi de,  biz bu yetkiyi, Türkiye’deki mahkemelere bile vermemiştik ki! 

Türkiye’deki TİB’e, Başbakanlığa bile vermemiştik ki!.

Facebook’un patronu da kim oluyor?

O patron, “Şunu sayfandan çıkart. Bunu kes.. Öbürünü yok et” nasıl diyebiliyor?..

Facebook’un bu “sansür” kararı ile, aslında Anayasa Mahkemesi’ne de şu denilmiş oluyor: 

“Naniik. Sen kimsin.. Buranın patronu benim. Ne özgürlüğü imiş. Haydi ordan.. Ben istediğim yazıları yayınlarım. İstediklerimi sansürlerim.. Özgürlüğü sen değil, ben belirlerim.  Otur oturduğun yerde! Senin borun ancak hükümete geçer, bana değil!”..

Şimdi görev Haşim Bey’e düşüyor.

Haydi Haşim Bey..

Buyrun, Yüksek Mahkeme kararını by-pass eden facebook’a bir cevap verin bakalım.

Görelim sizi..

Başbakanlığa laf yetiştirmek kolay.

TİB’e laf yetiştirmek kolay..

“Erişim engellenemez, bu anayasal bir haktır” diyerek, siyasi iktidara meydan okumak kolay.

Bak; facebook, erişimi engelliyor..

Haydi bakalım, topla heyetini. Bir günde yeni bir karar daha ver..

Okuyucular, Abdurrahman Dilipak’ın o yazısına, sansürsüz olarak ulaşabilsin..

Siz değil misiniz, “Anayasa’daki düşünce hürriyeti” diye lafa girip. “Temel hak ve özgürlüklerdendir” diye devam edip..

Cumhurbaşkanı’na.. Başbakan’a küfürler için bile, “engellenemez” kararı verenler..

Haydi görelim bakalım..

“Dilipak kime küfretti ki?” diye sorup, yasak kararını kaldırın.. Da; anlayalım, sizin gücünüz sadece hükümete mi yetiyor?

Konuyu yakından takip eden arkadaşlar belki şunu diyebilirler: 

“Facebook özel bir şirket.. Şirketin tüm masraflarını, şirket kendisi karşılıyor. İstediği şeyi yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir.  Sen sansürsüz yazı yayınlamak istiyorsan, masrafını yap.. Kendi açtığın sosyal paylaşım sitesinde istediğin yazıyı aynen yayınla!”

Akla mantıklı gibi gelen bu çözüm.. 

Anayasa Mahkemesi kararı ile birlikte değerlendirdiğimizde..

Hiç de mantıklı değil.

Niye?

Anayasa Mahkemesi, “Bu bir özgürlük alanıdır” diyor...

“Özel bir teşebbüstür.. Özel teşebbüsün engellenmesi veya engellenmemesi bizi ilgilendirmez” demedi.. 

O özel teşebbüsün kendisini, adeta özgürlüğün bir varlık unsuru gibi kabul etti.

O zaman da hatırlattık.

“Kişilerin düşünce açıklama hakkı engellenmiyor.. İsteyen, başka platformlarda görüşünü açıklasın.. Türk yargısını takmayan yabancı şirketler de, hesap verebilir olmalılar” dedik..

Tınlamadılar.. “Türk yargısını takmasalar da, onlar özgür olmalı” dediler.. 

Şimdi son örnek ile.. 

Konu vuzuha kavuşmuş oldu..

Anayasa Mahkemesi’nin, “Bu bir özgürlük platformudur” dediği alanda engellemeler var. Sansür var.. Ve bu engellemelere, sansüre, Anayasa Mahkemesi’nin şu an itibari ile yapabileceği hiçbir şey de yok..

Diyelim Dilipak dava açtı, “Düşüncemi açıklama hürriyetim kısıtlanıyor”dedi.

Anayasa Mahkemesi ne yapacak biliyor musunuz? “Facebook’un uygulamalarının denetleneceği yer mahkememiz değildir” diyecek, davayı reddedecek!

Ne güzel bir iş değil mi?

Davacı olduğunda, özel şirketi kabul ediyor.. O özel şirketin haksız tavrı söz konusu olunca, “Yok, biz o işe karışamayız” diyor..  “Özel şirketten davalı olmaz.. Devleti davalı edeceksen, gel” diyor..

Biraz daha bastırsak, facebook’un yaptığı sansürden dolayı, devleti tazminata bile mahkûm edebilir, Haşim Bey’in başkanı olduğu mahkeme..

Kafanız hepten karıştı değil mi!

Doğrusu, benim de karıştı..

Öyle ise hep birlikte dua edelim: “Allah’ım sen bizim aklımızı koru!” 

Amin.

 

Dilipak ne yazmıştı?

 

Abdurrahman Dilipak'ın tartışmalara konu olan "Kork Fransa" başlıklı yazısı şöyle:

Nijerya'da Bokoharam saldırısında 10.000 nüfuslu bir şehirde 2000’den fazla insan hayatını kaybetti. Kenti terk edenlerden bir kısmı Çad nehrini aşıp, Çad’a gitmeye çalışırken selde boğuldular. Ölüler hâlâ sokaklarda, insanlar cenazelerini almak için sokağa bile çıkamıyor.

Fransa’da olaylar derinleşiyor. Dergi saldırısının ardından bir de market saldırısı sözkonusu. Dergi saldırısının şüphelileri bir matbaada çalışanları rehin almış durumda.

Fransa’nın 11 Eylül’üne döndü bu iş. 11 Eylül’ün ardından ABD Irak’a saldırmıştı. Bakalım Fransa bu işin faturasını kime çıkaracak? Fransa Filistin’i tanıdığı için ya da ABD'nin terörle mücadele planına destek vermediği için cezalandırılıyor olabilir mi? Karga besleyenler şimdi gözlerini sakınsınlar.. Saldırıda bir Müslüman polis hayatını kaybetti. Son saldırıda bir Yahudi marketi hedef seçildi.

Şimdi batı entelijansiyası özgürlük, güvenlik, hukuk, siyaset dengesini tartışıyor..

O gece Paris’te sokağa dökülenlerin ortasında ışıklı bir pano dikkati çekiyordu: "Not afraid", "Korkma-Korkmuyoruz" anlamına gelen İngilizce bir kelime.. O pankartı taşıyanlar ya İngiliz'di ve bu olayı farklı bir yere çekmek için oradaydılar, ya da mesajlarını dünyaya iletmek için bu yolu seçmişlerdi. Oysa "pas peur" diye de yazabilirlerdi.. Bana kalırsa korkmaları gerek.. Bu "baldırıçıplak” Afrikalı çocuklar var ya, işte onlar Fransa'yı yakacaklar. Terör denilen bu bela, "tarihin sonu"nu getirecek bir "medeniyetler arası çatışma"ya dönebilir.. Zaten içinizden birileri "Tanrıyı kıyamete zorlamak" istemiyor mu idi, buyurun işte şimdi buldunuz papazı.

Hemen söyleyeyim bu kavga burada bitmeyecek.. Paris'le sınırlı da kalmayacak.. Yarın Roma, Berlin, Londra, Newyork’ta da aynı olaylarla karşılaşmak sürpriz olmayacak.. İstanbul'da, Diyarbakır'da, Bağdat'da, Şam'da, San'a da, Beyrut'ta, Kudüs'te, Gazze'de, Kahire'de, Tunus'ta, Trablus'ta olan, Kırım'da olan sizde de olacak.. Üflediğiniz bu ateş sizin de sakalınızı tutuşturacak.. Onun için korkmalısınız. Bu yazdıklarım "oh olsun" anlamına gelmiyor. Olanlar bir temenni de değil. Belki sizin kadar cesur değilim, sizin kadar silahımız, paramız da yok. Belki ondandır. Soğuk savaş yıllarında korkarak yaşamayı öğrettiler bize. Kendi gölgemizden bile korkuyoruz.. Sizin adamlarınız her şeyimizi çaldılar. Yetmedi, din, ahlak, gelenek, tarih; her şeyimizi yağmaladı adamlarınız. Kaybedecek fazla bir şeyimiz kalmadı anlayacağınız demokrasi kromajlı ruhumuza geçen prangalarımızdan başka.. Siz de korkun. Korkmak insani bir şey.. Biz efendilerimizden korkmamayı öğrenirken, Allah'tan korkmayı öğrenecektik, onu da beceremedik tam. Kula kulluk etmeyecek, Allah'tan başka kimseden korkmayacaktık..

Basın, düşünce ve ifade hürriyeti tartışmalarından daha fazla şey ifade ediyor bu olaylar. Bu olaylar sakın Kızılderili reisi Seatle'nin laneti olmasın ya da son Kanum Kıralı'nın laneti mesela.. Hind laneti, Çin laneti de olabilir. Hadi havralara, kiliselerinize gidin, çanlarınızı çalın, borularınızı öttürün ya da konsüllerde, localarda, kulüplerde buluşun; hadi çözün bu ifritten problemi  çözebiliyorsanız..

Biraz esrar, eroin beyin zonklaması için iyi gelir mi sanıyorsunuz. Biliyorum, dizine başınızı koyup ağlayacağınız bir ananız da yok.. O huzurevinde ya da yalnız yaşıyor değil mi! Bizim mukaddeslerimizi alay konusu yaparak ne de eğleniyordunuz! Hadi eğlenmeye devam edin.. Gezi olaylarını konuşalım mı! Sıvas'ı ya da..

Sömürge bakanlarınızdan Albert Sarraut ne diyordu; "Gerçeği gizlemeye ne gerek var. Sömürgecilik ilk uygarlık hareketi değildi. Çıkarların dürttüğü bir zor hareketi idi."

Luis Masignon ne diyordu mesela, "Onların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler, anarşi ve terör için uygun bir hale geldiler.” İşte ben de tam bunu demek istiyorum. Herhalde Masignon’un dediklerini şerh ettiğim için birileri beni suçlamayacaktır. İşte Masignon’un kehaneti gerçek oldu. Bugün Paris’te yaşanan olayın şifresi bu sözlerde gizli. Aslında İspanyol sanatçı aynı şeyi söylemeye çalışıyor. Bu gerçeğe parmak basan tek bir kişiden başka kimse olmaması ne acı.

İsterseniz Jean Paul Sartre’nin tanıklığına başvuralım; "Bizim istismarcılar olduğumuzu biliyorsunuz. Bizim önce altın ve madenlere el attığımızı, sonra da yeni kıtaların  petrolünü eski ülkelere taşıdığımızı biliyorsunuz. Bunun muhteşem sonuçlarına şahid olarak saraylarımız, katedrallerimiz ve büyük sanayi şehirlerimiz yeter.." İngiltere'den bir şahid çağıralım isterseniz.. "Bir damla kan, bir damla petrol" diyen William Churchil'e ne dersiniz.. Hani şu parmaklarını "V" gibi açarak bu yağmanın zaferini kutlayan adam. Ailesi WiCh'in bütün bu cinayetleri işledikten sonra, yaptıklarının ezikliği altında, suçluluk psikolojisi ile, vicdan zonklamasına bir son verme umudu ile Müslüman olmasından endişe etmiş hep. Yine Avrupa'dan bir başka tanık, Montaigne diyor ki, "Bunca şehir temelinden yıkılıyor. Bunca milletin kökü kurutuluyor. Milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor. Dünyanın en zengin, en güzel ülkesinin altı üstüne getiriliyor. Niçin! İnciler, biberler alacağız diye.. Aşağılık makine zaferi bunlar!”. Sahi, ne oldu şimdi. Bundan sonra ne olacak!

Ağla ey Paris.. Anne babalarını öldürüp, mallarını yağmaladığınız, köleleştirdiğiniz öfkeleri akıllarından büyük varoş çocukları haymlarından kaçıp, size doğru geliyorlar.. Örgütlü olmaları gerekmiyor. Kendilerini bir örgüte nisbet etmeleri yetiyor.. Kaybedecek fazla bir şeyleri yok bu insanların. Kendilerini günah dolu suçlu bir hayata mahkûm edenlerden intikam almak isteyen, intihar etmek yerine bu işten önce intikam almak isteyen bir sürü genç var.

"Babalar koruk yediklerinde çocuklarının dişleri kamaşmaz" ama, babalarının gasbettiği bağlarda oturup, babasının silahları ile, yurtlarını gasbettiğiniz yoksullara, onların kutsallarına karşı meydan okuyarak, onları aşağılamaya devam ettiğiniz sürece korkunun ilk fırsatta yakanıza yapışacağını bilmeniz gerekir. Siz İsrail'e arka çıkmaya devam edin. Siyonistlere, Sisi'ye arka çıkmaya, Esad'a sesinizi çıkarmamaya devam edin. Komşuda pişer size de düşer. Ne demişler, "Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste..", "Zulm ile abad olunmaz", "Bu dünya etme - bulma dünyasıdır. Eden bulur." Selâm ve dua ile.