DEVA Hukuk Politikaları Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Türkiye'nin 'kimlikçi şovenizm' politikası ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarına ciddi zarar verdiğini belirterek, "Türkiye bugün siyasal literatürde geçerli tanımıyla aşırı sağcı popülizm ile Avrupa'da eleştirdiği aşırı sağcı popülist hareketlerden farkı kalmamıştır. Orban Macaristan'da, AfD Almanya'da hangi söylemleri kullanıyorsa, Türkiye'de iktidar aynısı yapıyor ve baskıyla uyguluyor" ifadelerini kullandı.
Yeneroğlu Twitter'dan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Berlin’deki Mevlana Camii’nde gerçekleştirilen polis operasyonuna ilişkin açıklamasını paylaşarak, "Sn Cumhurbaşkanına Berlin'de Mevlana Camisine yönelik orantısız, dolayısıyla hukuksuz polis baskını sebebiyle ortaya koyduğu tepki için teşekkür ederim." ifadelerini kullandı.
2015'de Türkiye'ye gelmeden önce Almanya'da 20 yıldan fazla İslam düşmanlığı ile mücadele ettiğini belirten Yeneroğlu şunları kaydetti:
"Sn. Cumhurbaşkanı ortaya koyduğu dille kendisi de göstermektedir ki artık sözünün itibarı kalmamıştır. O sebeple Almanya'ya veya Avrupa'ya hitap etmekten ziyade aslında popülist söylemlerle kendi kamuoyuna ve Avrupa'daki Türklerin duygularına hitap etmeye çalışmaktadır
Sözünün itibarı kalmamıştır çünkü Avrupa ülkelerinden beklediği hukuk devleti ve çoğulcu toplum modeli konusunda kendisi tersini yapmaktadır. Ülkesinde temel insan haklarını ezen,toplumu kutuplaştıran ve kendisine tabi olmayanları düşmanlaştıran bir anlayışın sözünün gücü olmaz.
Türkiye'ye gelmeden önceki son 15 yılda bir stk mensubu olarak ve kendisinin daveti üzerine Türkiye'ye geldikten sonraki yıllarda kuşatıcı, nesnel, diasporayı özne olarak konumlandıran ve ilgili ülkelerin de tehdit olarak algılamayacağı bir diaspora politikası mücadelesi verdik.
64. ve 65. hükümet programlarına yurtdışı Türkler ile ilgili Cumhuriyet tarihinde ilk defa kuşatıcı bir program ekledik. Maalesef seçimlere odaklı bazı önemli maddeler dışında ilgili hükümetler orta vadeli hedefleri gerçekleştirecek adımlar atmadılar.
Hatta bazı önemli adımları da öngörüsüzlük sebebiyle geri çektiler. Yüzbinlerce gencimizin vatandaşlığını muhafaza ettirdiğimiz bedelli askerlik reformunu mücadelemize rağmen paraya odaklayıp,benim onayımla yapmadınız diye geri aldılar & gençlerimiz tekrar vatandaşlıktan çıkıyor.
Ancak daha önceki yıllarda büyük uğraşlarla kurdurduğumuz YTB, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı önemli kurumsal aşamalardı fakat bugün itibarıyla popülizmin araçlarına dönüştürüldüler ve amaçlarını gerçekleştirmekten çok uzak hale geldiler.
Türkiye bugün siyasal literatürde geçerli tanımıyla aşırı sağcı popülizm ile Avrupa'da eleştirdiği aşırı sağcı popülist hareketlerden farkı kalmamıştır. Orban Macaristan'da, AfD Almanya'da hangi söylemleri kullanıyorsa, Türkiye'de iktidar aynısı yapıyor ve baskıyla uyguluyor.
Ak Parti'nin kuruluş felsefesinin tam zıttı noktasına gelen bu kimlikçi şovenizm ile yurt dışında yaşayan vatandaşlarına faydalı olmayı bırakın artık çok ciddi manada zarar vermektedir. Bu koalisyonun diyalektiği sebebiyle zaten yaygın olan Türk ve İslam düşmanlığı da artmakta.
Türkiye hukuk devletine ve temel insan haklarına saygı gösteren bir ülke konumuna dönmedikçe, diasporaya bırakın faydalı olmayı, onlara ciddi manada zarar vermektedir. İslam düşmanlığına sadece günübirlik sloganlarla karşı çıkmaktadır ve böylece aslında beklemektedir.
Bugün maalesef ne yazık ki Almanya'da yaygın olan kurumsal ırkçılık ve Müslümanları ötekileştiren yaklaşımlara rağmen hukuk devleti ve çoğulcu toplum modeli itibarıyla Türkiye ile hiçbir şekilde mukayese edilemeyecek derecede çok ileride bir demokrasidir.
20 yıldır mücadele etmemize rağmen Turkiye'de bir tane nitelikli İslam düşmanlığını araştıran enstitü yoktur, Müslüman azınlıkları çalışan bir tane fakülte yoktur, diasporayı inceleyen bir tane ciddi enstitü ve bu bahsettiklerim ile ilgili doktora programları yoktur.
Daha da Batı Avrupa ülkeleri ile ilgili en aktüel eğitim ve kültürel işbirliği anlaşmamız 1961 yılına dayanmaktadır. Tüm mücadelemize ve bunların tamamını hükümet programlarına hedef olarak koydurmamıza rağmen bir adım atılmamış aksine, geriye gidilmiştir.
Israrla savunmamıza rağmen 2000'li yılların başında Avusturya ile kültür ve eğitim işbirliği anlaşması ve gereği yapılsaydı, bugün Diyanet orda tehdit kabul edilen bir kurum olmazdı. Benzer durum yaygın. Hangi ülkeyi saysam, yapılması gerekenlerin aksi yapılıyor.
Iktidar uyguladığı politikalarla vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerde dışlattırmakta, bu anlayış ile devam edildiği takdirde Diyanet ilgili ülkelerden dışlanacağı gibi vatandaşlarımızın huzuru da tehdit edilmektedir.
Netice olarak Türkiye kimlikçi şovenist iktidarı ile İslam düşmanlığı ile etkin bir biçimde mücadele eden ülke olmaktan ziyade adeta İslam düşmanlığını artıran basiretsiz ve ferasetsiz bir konuma gelmiştir. Zamanla diaspora da bu tutuma tepkisini mecburen artıracaktır.
Hukuk devletine ve insan haklarına saygı gösteren,yurt dışında itibarı yüksek bir ülke hedefiyle bu iktidar sonrası kalıcı,kuşatıcı,rasyonel,yurt dışındaki vatandaşlarının tüm renklerini kucaklayan, ilgili ülkelerde tehdit olarak kabul edilmeyen bir program gerçekleştireceğiz."