Sağlık

Yeme alışkanlığını düzenlemek zor

Davranış Bilimleri Enstitüsü Başkanı Uzman Psikolog Emre Konuk, asıl mücadelenin kilo verdikten sonra başladığını söylüyor.

05 Ekim 2008 03:00

19 yaşındaki genç bir kızın bir süre önce, diyetisyen Muzaffer Kuşhan’ın zayıflama merkezinde kalp krizi geçirerek ölmesi, insanların kafasında birçok soru işareti yaratmıştı. Zayıflama kampları, binlerce insanın başvurduğu yöntemlerden sadece biri. Egzersiz programlarını aksatmayan, diyetisyenlerinin sözünden çıkmayan, rejim reçetelerini ellerinden düşürmeyenlerin büyük bir bölümü, bu gayretlerinin meyvesini topluyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü Başkanı Uzman Psikolog Emre Konuk’a göre ise, asıl mücadele bundan sonra başlıyor. Çünkü verilen kiloların aynı hızla geri alınması ne yazık ki çok sık yaşanan bir durum ve zayıflamak isteyen kişinin psikolojisini altüst edebiliyor. Emre Konuk, Akşam gazetesine verdiği röportajda obeziteyi ve zayıflamayı anlatıyor.

Popüler sağlık merkezleri diyetisyenlerle çalışmıyor

Diyetler "out", doğru beslenme "in"

Türkiye’de kilolu insanların sayısı ne zaman gözle görülür bir artış göstermeye başladı?

15 sene öncesine kadar gidiyor. Özellikle anoreksiya ve bulimia 80’lerde Amerika’da baş belasıydı. 1985’de buraya döndüğümde ortada gözle görülür bir şey yoktu ama 90’ların ortalarında bu vakalar bizde de yaşanmaya başladı. Sonrasında da sağlıklı beslenme ve rejim programlarıyla uğraşan profesyonellerin sayısı arttı. Ortada büyük bir problem olduğu buradan bile belli. Tüm dünyada bu böyle, kadınlar zayıf ya da kilolu fark etmez yemekle ilgili doğal bir tutum içinde değiller. Çok azı yemeği bir keyif kaynağı olarak görüyor.

Bu tutum bir uzman olarak size nasıl yansıyor?

Danışanlarımın büyük bir kısmı ‘ben kilo vermek istiyorum, bunun için diyetisyenlere gidiyorum ama uğraşıp kilo versem bile, verdiklerimi geri alıyorum’ diyor. Herkes bu döngüden çıkmak istiyor. Buradaki sorun şu: Kişi bunu zayıflama problemi olarak görüyor ve tanımlıyor. Kişinin kendisi, gittiği diyetisyen, yakın çevresi de onun problemi bu şekilde tanımlamasına yardımcı oluyor. Mesela hızlı bir kilo verme programına giriliyor. Böyle bir programa girdiğinizde gereğini yaparsanız, kilo vermeniz kolaydır ama herkes gibi normal, tadını çıkararak ve kavgasız yemek yemeyi öğrenmezseniz. Hiçbir rejim bunu öğretemez. Bütün diyetler iki şey öğretir; sağlıklı beslenmeyi ve zayıflama rejimlerini uygulamayı. Zayıfladıktan sonra nasıl aynı kiloda kalınacağını öğreten diyet yoktur. Oysa hedef; ‘nasıl herkes gibi normal yemek yerim’ olmalıdır.

Diyetisyenlerle anlaşma kilo verene kadar

Diyetisyenler bunun bilincinde değil mi?


Hayır değil, zaten işleri o değil, eğitimlerinde yok. Anlaşma kiloyu verene kadar. Mesela ben hiçbir danışanımla kilo vermekle ilgili bir anlaşma yapmıyorum. Birlikte yaptığımız çalışma sonucu kilo verebilirler. Şöyle derim onlara: ‘Hedefiniz hızlı kilo vermek, bunu biliyorum ama benim işim sadece bununla sınırlı değil. Kendinizle kavgaya girmeden yemek yemeyi öğreteceğim size. Böylece bir yerden sonra normal yiyerek, doyarak, keyif alarak ama kilo da almadan hayatınızı geçirmeye başlayabilirsiniz.’

Nasıl bir ruh halinde oluyor kilolarıyla başı dertte olanlar?

Kiloları sanki hayatın doğal bir parçasıymış gibi yaşıyorlar. Bir anda 5-6 kilo verip yazı biraz daha iyi geçireyim diye düşünüyor, kışın da verdikleri kiloları geri alıyorlar. Bahara doğru yine bir rejim peşine düşülüyor. Böyle bir rutinle geçiyor hayat.

Öyleyse hastalar bilinçaltlarında verdikleri kiloları geri alacaklarını biliyorlar…

Bunun bilinçaltı yok, bilincin kendisinde var bu. Zaten yaşadığı şey bu... Bu rutinden bıkanlar, görünüş olarak kendini rahatsız hissedenler var. Halbuki bu hale gelmeden yardım almanız lazım. Bu sıkıntı iyice arttığı zaman çaresizlik içinde diyetisyenlere gitmeler, kamplarda birkaç hafta geçirmeler başlıyor.

Sürekli kilo alıp-verme şikâyetiyle size gelen danışanınıza nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?

Yanlış düşüncüleri değiştirecek doğru bilgileri veriyorum. En önemlisi ev ödevlerimiz var, danışanın haftayı nasıl geçireceğine dair. Kaloriyi belli bir düzeyde alıyor olması lazım. Her seans pazarlık yapmak gerekiyor ancak hiçbir zaman hastalarımı yapamayacakları bir şey için zorlamıyorum. Zaten senelerce tüm çevresi zorlamış, bir de ben bu yükü bindiremem. Diyet programlarında hasta 4 bin kalori almaya başladığı zaman diyetisyenlerle oturulur konuşulur. Hasta diyetisyenle ne yiyeceğini ayarlar. Zaten amacımız o büyük kaloriyi normal boyutlara, alıştıra alıştıra indirebilmek.

Beyin kıtlığa girdiğini sanıyor

Neden bu kadar uğraşıp da kilo verilemiyor?


Rejim yapıyorsunuz, gıdanızı düzenli alıyorsunuz, uzmanın dediğini yapıyorsunuz, yine de kilo veremiyorsunuz. İşte kırmamız gereken döngü bu. Çünkü hızlı kilo vermeye başladığınız zaman organizma, ‘kıtlık tepkisi’ dediğimiz bir tepkiyi gösteriyor. Bizim genetik yapımız milyon yıl öncesinden geliyor. O zamanları ele alırsak; diyelim ki kış geldi, kar yağıyor, dolayısıyla insanlar avlanamıyor... Yiyecek azalınca beyin bunu algılıyor ve ‘kıtlığa girdim’ diyor. Ve metabolizmayı çok verimli kullanmaya, yani az yakmaya başlıyor. Bugün siz, gıdayı birden kesince beyin bunu rejime girmiş gibi değil kıtlığa girmiş gibi algılıyor ve metabolizmayı düşürüp eski zamanlardaki gibi yakmaya çalışıyor. Bu zaten kendi içinde problem çünkü zayıflamak için gıdayı kesiyorsun ama organizma, metabolizmayı düşürüp zayıflamamaya çalışıyor. Yani birdenbire kalorileri düşürerek zayıflanamıyor. Ana yanlış bu. Ufak ufak azaltarak diyet yapmak gerekiyor. Bu sırada psikolojik destek vermek, motivasyonu iyi tutmak da şart, çünkü vücut mevcut kilosunu korumak istiyor. Vücut kilosunun ayarı var ve sen bunu bozmaya çalışıyorsun… O mekanizmayı onu biraz aldatarak kırmak gerek. Bu ayarı başka bir düzeye oturttuktan sonra zaten kilo alınmıyor.

Kilo vermenin iradeyle bir ilgisi yok mu?

Bu iş irade işi değil, irade işi olarak ele alındığı için problem var. Yemek yemek, doyma mekanizması söz konusu olduğunda daha çok alışkanlıkları değiştirme işidir. ‘İradeni kullan’ dediğin zaman o insanı kendiyle kavgaya itiyorsun. Onun için büyük bir kısmı, irade dışıdır. Biz irademizi sadece karar alıp ona göre davranmak için kullanırız. Ortada bir alışkanlık, bir bağlılık var. Araştırmalar gösteriyor ki sigara içtiğinizde, uyuşturucu kullandığınızda, sevgilinizi düşündüğünüzde, televizyon izlediğinizde ve tabii ki yemek yediğinizde beynin keyif bölgesi hareketleniyor. Yemek yeme alışkanlığını düzenlemek, sigarayı bırakmaktan bile daha zor. Bize düşen, bu alışkanlığı düzenleyen müdahalelerde bulunmak... Oysa herkes bir an önce kilo verme ve verdirme derdinde. İşin psikolojik faktörleri göz ardı ediliyor.

Konuyla ilgili literatür taramanızda ilginç verilerle karşılaşmışsınız…

Evet, bu alanda doğru diye bildiklerimizle ilgili sıkıntımız var. Mesela ‘kilo, ciddi sağlık problemlerine yol açar’ denir. Doktorlar da böyle söylüyor ve biliyorlar. Yanlış, ‘kilonun kendisi bir sağlık sorununa yol açıyor’ diyemeyiz, böyle bir bilgi yok. Ben Dünya Sağlık Örgütü’nün şişman olarak tanımladıklarından bahsediyorum. Kiloyla sağlık arasında bir korelasyon var tabii, yani kilolu insanların belli sağlık sorunları da olabilir. Yine de elimizde, kilo ve sağlık arasında bir nedensellik olduğunu gösteren bir araştırma yok.

Sahte bir oyun oynanıyor

Elimizde konuyla ilgili bilimsel araştırmaların neden bu kadar az olduğunu sorduğumuz Emre Konuk’un cevabı hayli enteresan… “Ortada bir sahtekârlık var” diyen Konuk’un anlattıkları…

Amerika’da sadece şişmanlık için ayırdığı yıllık fon tutarı 450 milyon doları bulan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün 20 sene önce çıkardığı raporlarda bugün bildiklerimizi inkâr eden şeyler var. Mesela sağlık ve ölümle ilgili bilgiler… ‘Kilolular, zayıflardan daha uzun yaşıyor’ gibi bilgiler elde edilmiş. Ama o ilk belgeler yayınlanmamış. 20 sene sonra yine aynı kurumun bir araştırmacısı, eski üyelere ‘böyle araştırmalar var elinizde, niçin yayınlamadınız?’ diye soruyor. ‘O günün yaygın inançlarına aykırıydı ve izin verilmedi’ demişler. Araştırmacı incelemeye koyuluyor ve değişmiş haliyle raporu bir kez daha yayınlanıyor. Bu araştırmadan çıkan sonuçlar, zayıflama ve kilo politikalarıyla ilgili bir rapor hazırlamakla görevlendirilmiş başka bir kuruma geliyor. Bilim adamlarından oluşan bu kurum, hazırladığı raporu bu kez Dünya Sağlık Örgütü’ne gönderiyor. Dünya şişmanlık kriterleri bu şekilde belirleniyor. Ancak burada da bir oyun var… Şişmanlık kriteri, boyunuzun karesini kilonuza bölünce çıkan rakamdır aslında, bunu 35’ten 25’e indiriyor, böylece ABD’de yaşayan 60-70 milyon insanı bir anda aşırı kilolu kategorisine sokuyorlar. Bunun üzerine ilaç şirketleri yağ eritici ilaçlar üretmeye başlıyor. En vahimi şu: Dünya Sağlık Örgütü’ne bu raporu yazan iki bilim adamı aynı zamanda iki büyük ilaç firmasının zayıflama araştırmalarını yapan kişiler. Oyunu görebiliyor musunuz? Dünya Sağlık Örgütü, Ulusal Sağlık Enstitüsü, doktorlar, psikologlar, hastalar… Bir kısmımız bilerek, bir kısmımız da bilmeyerek bu oyunun içindeyiz.
Zayıflama kampları çözüm değil

Siz zayıflama kamplarına nasıl bakıyorsunuz?

Bu kültürü oluşturduğunuzda insanlar o kamplara her sene gidiyor, her seferinde 10-15 kilo verip çıkıyorlar. Aradan 1-2 sene geçiyor, verdikleri kiloları geri almış olarak yeniden kampa giriyorlar. Kilo vermek problemin sadece bir parçası… Esas insanın kendiyle olan kavgasını bitirmesi gerekiyor.

Zayıflama kampından çıkıp da verdiği kiloları geri almayan olmuyor mu?

Belki oluyordur ama araştırmalara baktığımızda yüzde 98’inin başarısız olduğunu biliyoruz. Sadece kamplar değil, diyet programlarından da söz ediyorum. Kamp meselesi daha da sakat. Diyelim ki sağlıkla ilgili bir risk yok, yine de bir psikolojik risk söz konusu. Öyle bir program uyguladığınızda danışanınızın içinde bulunduğu kısırdöngüyü uzman olarak pekiştirmiş oluyorsunuz. Danışanın içinde bulunduğu, acı çektiği, bir döngüyü benim müdahalem artık pekiştirmemeli.