Kültür-Sanat

Yavuz Bingöl: Akan kanı durdursun AK Parti'ye oy veririm

Yavuz Bingöl, terörü kim durdurursa durdursun onu destekleyeceğini açıkladı

03 Haziran 2012 14:03

Ünlü türkücü ve sinema oyuncusu Yavuz Bingöl, Başbakan Tayyip Erdoğan'a, sanaçılara Kürt açılımını anlattığı toplantıda, "Başbakan’ın yüzüne de söyledim sanatçılarla yaptığı kahvaltıda: Sizin partiyi destekleyen ve oy veren biri değilim ama 30 yıldır akan kardeş kanını kim durdurursa ben onun elini öperim! Şu kanı durdursunlar ben onlara oy da veririm" dediğini aktardı.

Radikal gazetesinden Nazan Özcan'ın Yavuz Bingöl röportajı şöyle:

 

Akan kanı durdursun AK Parti'ye oy veririm

 

Yavuz Bingöl'ün bir önceki albümü 'Kül' artık tamamlandı: Çünkü yeni albüm 'Ateş' artık raflarda. 11. solo albümü 'Ateş'i harlamaktı niyet ama bir sürü tarakta bezi olan Bingöl'le bir araya gelince tabii ki müzikten oyunculuğa, yönetmenlikten siyasete epey uzandı
 
 
Yeni albüm ‘Ateş’ bir önceki ‘Kül’ün devamı mı?


Evet, onları ayırmıştım ben, kavuştular. Şu kriz dönemi vardı ya, teğet geçen, o zaman ikili albüm olarak hazırlamıştım ‘Kül ve Ateş’i. 30’a yakın şarkı olacaktı ve yarısı Batı sazlarıyla çalınan şarkılar yani ‘Kül’, yarısı da türkü yani ‘Ateş’ olacaktı. Ama kriz bizi de vurdu. Albümün fiyatı yüksek olmasın diye ‘Kül’ tek çıktı. Ama bu albümün yüzde 80’i hazırdı.

 

Bu albümün içinde sadece türkü yok. Mete Özgencil bestesi de var.


Mete dedi ki yıllardır sakladığım bir şarkı var, senin sesinden çok duymak istiyorum. Çok etkilendim şarkıdan, o yüzden okudum.

 

‘Deniz Gözlüm’ de hem beste hem de kaybettiğimiz Seyfi Teoman’a adanmış.


Seyfi 22 gün direndi. O şarkının sözleri Seyfi’yi anlattığı için Seyfi’nin anısına okudum. Seyfi o kadar düzgün bir insandı ki, bazen keşke hiç tanımasaydım diyorsunuz. Nürnberg Film Festivali’nde onun filmi ödül almıştı, bizim ‘72. Koğuş’ da yarışmıştı. Orada tanıştık.

 

Bu albümde de yine hüzün var.


İnsanların hayatıyla ilgili bir şey bu bence. Benim hayatım da çok laylaylom geçmedi. Biliyorsunuz annem bir ozan, Şahsenem Bacı. Ozanlık yaptığı dönemlerde ülkemizde ozanlar, şairler, yazarlar ya hapislerde ömürleri geçmiş ya Sivas’taki gibi yakılmışlar. Evleri taşlanmış, kurşunlanmışlar, işkenceler görmüşler. Annemin de başından geçmeyen kalmadı o dönemlerde. Mesela Çorum’da bir konserde annem beni çağırdı, ana oğul beraber söyledik, 11-12 yaşlarındaydım. Annemi kurşunladılar. Annem benim üzerime kapaklandı ana refleksiyle, halbuki o an kendisine kurşun atılıyor. Babam da öyle… Kemal Türkler’e saldıranlar, İki yıl öncesinde babama saldırmışlardı Adapazarı’nda.

 

Peki bunları yaşıyorsunuz ama ne cesaretle annenizin yolundan yürümeye devam ediyorsunuz?


Annem çok yiğit bir kadındır, babam da öyle. Ama sanatın içinde de bu var, korkmadan ve cesurca söylemek. Âşık Mahsuni Şerif, annemin çok yakın arkadaşıydı. Herhalde onlardan çekinmeden lafını söylemeyi, dürüst olmayı gördüm. Ahmet Telli’nin bir cümlesi vardır ve çok etkilemiştir beni: “Dünyanın cesur ulusları yoktur cesur insanları vardır”. Ben de öyle olmaya çalıştım. Korktuğum anlar vardı ama kendi haline bıraktım.

 

Özellikle korktuğunuz bir şey oldu mu?


90’lı yıllarda PKK, şehitler, faili meçhullerin yoğun olduğu dönemlerde sol değerlere inanmış biri olarak barıştan, kardeşlikten, demokrasiden bahsettiğiniz zaman bile adınız bölücü oluyordu. Başka şeylerle suçlanıyordunuz. Umuda Ezgi’yle birlikte politik müzik albümü yapmıştım. O dönemlerde bazen korkuya kapılırdım. Ankara’da bir beyaz Renault tarafından günlerce takip edildiğimi hatırlıyorum.

 

Umuda Ezgi’den neden ayrıldınız? O politik bir gruptu, siz ayrılınca türkü albümleri çıkarmaya başladınız?


Umuda Ezgi son yıllarda barda müzik yapmaya başlamıştı. Ben de buna karşı çıkıyordum. Politik bir müzik yaptığımız için o dönemler çok muhafazakâr yanlarımız vardı, şimdi karşı olmayabilirim. Bir de o zamanlar her şeyi ben yapıyormuşum gibi dünyanın merkezine koymuştum kendimi. Sonunda ben ayrıldım, çıkardığım ilk albümde de Yavuz Bingöl diye biri oldum.

 

Kendim protest müziğe devam edeyim diye düşünmediniz mi?


Politik müzik yapan gruplar da o dönem türkülere yan gözle bakarlardı. Biz de bunu bazen yapıyorduk. Köylünün kendince çalıp söylediği türküyü, Mevla ya da Allah kelimesi geçiyor diye onlar gerici türküler olarak anıyorlardı. Türküleri aslında anlamadan, kendi yaptıklarını da çağdaş türkü, çağdaş müzik havasında sunuyorlardı topluma. Ancak kazın ayağı öyle değil. Kendi türkünü, kültürünü, geleneğini bilmeden, o türküleri özümsemeden yeni bir şey yapacak altyapımız olamaz diye düşündüm ve annem yönlendirdi biraz da.

 

Peki politik duruş olarak çekildi diye de konuşuldu.


Yoo, tam tersine. Mesela ÖDP kurulduğu dönemde çok ciddi destek verdim. Herhalde 200’e yakın konserine gittim. Çoğundan ücret almadım. Sonra bir kırgınlığım oldu, Yeniden dergisinde bir yazı çıktı. Ada Müzik’ten ayrılıp Prestij Müzik’e geçmemi eleştiriyordu. O yazıdan sonra bazı konserlerimde azınlık gruplar tarafından yuhalamayla karşılaştım. Bir özür bekledim. Yoksa siyasi duruşumda, görüşlerimde bir değişiklik olmadı. Solun siyasi politika üretemediği gibi insan ilişkilerinin de çok zayıf olduğuna inanıyorum. İnsanları oldukları gibi kabul etmeyi, insanlarla insanca ilişki kurmayı öğrenebilirse sol Türkiye ’de iktidara gelir. Söylediğiyle yaptığı birbirini tutmuyor o yüzden, ben de daha bireysel olmaya başladım. Biraz maddi güç elde edince kendi dar çevremde dayanışmalar yapmaya başladım.

 

Geçenlerde “Yiğidi öldürüp hakkını vermek gerek AK Parti ’nin yaptığı çok iyi işler var” dediniz, Birgün’den hemen cevap geldi.


Bunlar beni üzüyor. Muhabir bana “Hiç mi beğendiğiniz bir tarafı yok bu iktidarın?” diye sordu. Ben de Nâzım Hikmet ’e vatandaşlığın verilmesi, demokratik açılımla ilgili ilk kez bir başbakanın sanatçıları toplayıp fikir alması, 12 Eylül yasasının tümüyle değişmesi için yaptıkları çaba, bu tip şeyleri beğeniyorum dedim. Demokratlık oy vermediğin bir parti iyi bir şey yaptığında onu söylemektir. Ordan biraz vurmaya çalışmışlar. Yapacak bir şey yok. Başbakan’ın yüzüne de söyledim sanatçılarla yaptığı kahvaltıda: Sizin partiyi destekleyen ve oy veren biri değilim ama 30 yıldır akan kardeş kanını kim durdurursa ben onun elini öperim! Şu kanı durdursunlar ben onlara oy da veririm.

 

Gerçekten verir misiniz?


Onu şakayla karışık söylemiştim bir arkadaşıma. Ben bu ülkede sanat yapmaya çalışan bir vatandaş olarak 30 yıldır benim yediğim yemeğin de içtiğim suyun da çıkardığım albümün de tadı yok. Kardeş kanı akıyor çünkü. Bu kanı kim durduracaksa, ben ne dünya görüşüne bakarım ne siyasi partisine, destek veririm. Bu benim vicdanım. Nazım Hikmet’in vatandaşlığını vermek, bu partiye kısmet oldu. Bu ülkede SHP ya da CHP onlarca koalisyon yaptı, hiçbirinin aklına gelmedi mi bunu yapmak? 301. maddeyi değiştirmek kimsenin aklına gelmedi mi? Ve ben imrenerek bakıyorum, bazen de neden böyle oldu, neden sosyal demokrat iktidar yapmadı diye hayıflanıyorum.

 

Steven Spielberg filminde oynama hikâyesi nedir, iyice karıştı da. Hatta Spielberg’in sözcüsü Mark Levy’ye bile soruldu.


Kafayı yemedim, deli değilim tabii ki. Durduk yerde neden böyle bir şey açıklayayım! Çıkarıp yazışmaları mı göstereyim? Üç-dört aydır yazışıyoruz, Ariel Dorfman diye bir yazarın hikâyesi. İsrail-Filistin sorunu işleniyor. Yönetmen Spielberg değil, yapım şirketi onun. Yönetmen Jeremy Podeswa, ‘Pasific’in yönetmenlerinden biri. Onun da ilk filmi. Bağlantılar ajans üzerinden oldu, ‘Üç Maymun’daki Türk aktörün show reelleri istiyoruz diye bir mail geldi bize, biz de gönderdik. Birkaç ay sonra mail geldi, ön görüşme istediler, Ağustos-Eylül gibi, onu bekliyoruz. İsmi ‘Şehit’ ve Lübnan’da çekiliyor film ama duyduğuma göre Türkiye’de de mekân bakacaklarmış. Mark Levy açıklamasında “Spilberg’ün yöneteceği böyle bir film yok ama ortak yapımcılığını yapacağı bir şey olabilir” demiş. Yani yalanlamamışlar. Aslında biraz da benim hatam. Fazla erken söyledim galiba.

 

Siz de bir film çekecekmişsiniz.


Evet çocukluk hikâyem, adı ‘Makas’. 74, babamla annemin ayrıldığı ilk yıldır o. Öyle bir süreçte annemle Halkalı’ya taşındık. O dönemi anlatacak. Babalarından dayak yiyen çocuklardan oluşan bir çete kurmuştuk: Kara Bela çetesi. O çeteyle Halkalı’da yapmadığımız şey kalmamıştı. Aslında yazarken çekme niyetinde değildim. Nuri Bilge bana ben kendi hikâyemi, ailemi çekerek başladım ve bu da senin hikayen, düzgün bir ekip kurarak sen çekmelisin dedi, cesaretlendirdi. Yoksa bir furyanın sonuna eklenmek istemem. Mahsun yaptı, Özcan yaptı diye...