Kültür-Sanat

'Yalnız Kitap'

Yazar Orhan Tüleylioğlu, Uğur Mumcu'nun 'Kitaplarımı istiyorum' yazısından etkilendiğini ve kitabın sancılı ama tutkulu serüvenini anlatırken, kitabın gücünü belgelemeye çalıştığını söyledi

12 Mayıs 2014 12:56

Orhan Tüleylioğlu’nun kaleme aldığı “Yalnız Kitap” bir yandan dünden bugüne kitap düşmanlığına ışık tutarken; diğer yandan kitabın yaşamımızdaki yerine de dikkat çekiyor. Tarih boyunca kitaba duyulan hıncın hiçbir nesneye duyulmadığını, bedeli canla ödenmiş onca kitabı ve yazarlarını hatırlatıyor, düşündürüyor.

Tüleylioğlu ile kitaba dair konuştuğumuzda, Uğur Mumcu’nun “Kitaplarımı istiyorum” adlı yazısından çok etkilendiğini, daha sonra birçok yazarın benzer şeyler yaşadığını gördüğünü ve okumadan, düşünmeden, öğrenmeden geçen bir ömrün gerçekten yaşanmış sayılamayacağını düşündüğünü, kitabın sancılı ama bir o kadar da tutkulu serüvenini anlatırken, kitabın gücünü belgelemeye çalıştığını ifade etti.

 

 ‘Baba kokan kitap’

 

Kitabı okuduktan sonra, “Orhan Tüleylioğlu her zamanki gibi korkmadan, çekinmeden, binbir emek vererek yazdı, um:ag da zorluklara göğüs gererek bastı. Ne desek ne kadar teşekkür etsek azdır.” dedi Alaz Erdost… “Tarih, tarih olduğunda, doğru olarak okunacak. Onlar sayesinde. “Yalnız Kitap”. Oysa kalabalık kitap aslında. Dolu dolu kitap. Emek dolu kitap. Sevgi dolu, umut dolu kitap. Baba kokan kitap, bilgi veren kitap, kardeş kardeş gülen kitap. Canımı acıtan kitap. Gezi’de kaybettiklerimizi ölümsüzleştiren kitap. Ama ben artık isterimki, kardeşlerim kitap olmasın. Birlikte kitap okuyalım…” diye ekledi.

 

‘Yağmuru ve kitapları aldım yanıma’

 

“Yalnız Kitap”ı okuduğunda Fahrenheit 451 filmindeki kitap yakmakla görevli Montag’in gelen ihbarlara göre evleri bastığını, kitaplıkları yaktığını hatırladığını söyledi Eren Aysan ve devam etti: “Fahrenheit 451, kitap kâğıdını ateş gerektirmeden tutuşturan ısının derecesi, bir anlamda kızgın düzenin simgesidir. Fitil, bir kadının kütüphanesini basmalarıyla ateşlenir. Montag, kütüphaneyi yakmak üzere devirirken, bir kitap, beyaz bir güvercin uysallığıyla kanat çırparak iner, titreyen belli belirsiz ışıkta bir sayfa açılır. Montag o telaş içinde tek bir satır okuyabilir; ancak o satır kalbini dağlamaya yeter. Kitabı korkuyla alıp göğsüne saklar. Evi basılan kadının ‘Babil kulesi gibi kapandığı evinde’ kitaplarıyla birlikte yakılmasını dehşetle izler. Bütün gece, zihninde yangını söndürmeye çalışır. Sakladığı kitap, ona yitirdiği bir insanlık mirasını hatırlatır. Ta ki, karısı evdeki ‘yasak yayın’ı itfaiyeye ihbar edene kadar… Montag kaçar ve direniş örgütüne katılır. Kitapların yakılmasına karşı olan bilgelerin kurduğu bu örgüt, mirasın yokedilmesine direnmek için eşsiz bir yol bulmuştur. Her örgüt üyesi, insanlık tarihinin önemli bir eserini ezberler. Örgüt, her kitabın kimin hafızasında bulunduğunu bilir ve bu baskı dönemi bitinceye kadar bu ‘kitap-adam’ları korur. Her adam bir kitaptır artık.”

 “Ütopya her zaman umut vermez insana. Ürkünç, sıkıntılı, demirden leblebi bir yaşam tasarımı da sunar.” dedi Aysan. Orhan Tüleylioğlu’nun hazırladığı “Yalnız Kitap”ı eline alır almaz, “Kitap Dolu Bir Silahtır” başlığı çıkmış karşısına. Yani Ray Bradbury ile ilgili bölüm… Yaşamlarımızın bize sunduğu aykırı kesişme noktasına benzetti bu durumu. “Oysa ‘Kitabın Ateşle İmtihanı’nın uzun vadede her zaman kitaptan yana çıktığı bilinci bize bir umut verebilir mi?” diye sordu. Yanıtını da kendi verdi: “Eskiden olsa evet derdim. Yine de, Orhan’ın yazdığı gibi 12 Eylül’de kitapların yakılmasına karşı duran Süleyman Ege’nin direnişini duyumsuyorum. Benim canım ülkemde kitapların yakıldığı dönemden, kitapları yazanların da yakıldığı dönemlere gelindiğini yaşamışsak acımızı nereye yaslayacağımızı bilemiyoruz. Hele bunlardan biri canım babamsa… Bu ülkeye beş kitap armağan eden bir şair- yazarsa… ‘Üstüne kan sıçramış’ bir kitap bırakan babamın can arkadaşı, benim de canım Alazım’ın, Türkülerim’in babası İlhan Erdost’sa, kardeşimin, Zeynep’in babası Metin Altıok’sa, arkadaşlarım Özge ve Özgür’ün sıcacık gülümseyişiyle birleşen Uğur Mumcu’ysa, yılda bir kaç kere de olsa her karşılaştığımda sıkı sıkı sarıldığım Nakiciğim’in babası Ümit Kaftancıoğlu’ysa, kızı Filiz Abla’nın yaşlı gözlerinden akan Sabahattin Ali’nin hiç bitmeyen direnme gücüyse, Dicle Abi’nin bakışlarındaki sevgiyle birleşen Musa Anter’se … Öyseyse, bizim kitaplarımız tarihte yalnız olabilir. Ama aslında ölümsüz bizim kitaplarımız… Çünkü çalar saat gibi uyandıracak babalarımızın yazdıklarıyla yeryüzünü… Ve onlara gökyüzündeki kardeşleri eklenecek, Nazım’lar, A. Kadir’ler, Sevgi Soysal’lar, Victor Hugo’lar, Marquez’ler, Deniz Gezmiş’ler ve Gezi’deki güzel çocuklar eşlik edecek. Karşılıksız bir iyilik, tertemiz bir bilinç ama acılar sunacaklar bizlere… Bilginin aslında bizim gibi toplumlarda acı verici olma gerçeğini… Ben yine babamın dizelerindeki gibi, ‘yağmuru ve kitapları al yanına’ diyeceğim. Sırılsıklam ıslanacağım, ne pahasına olursa olsun. Ray Braudbury’nin yazdıklarını hatırlayacağım yine de, ‘Kitap yakmaktan daha kötü suçlar vardır, bunlardan biri de kitap okumamaktır.’”