Eski Başbakan Yardımcısı, AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın söylemlerinin tepkisel ve duygusal olmadığını savunarak "Türkiye tarihi müktesebatıyla ve büyüklüğüyle sıkıştırılmaya çalışıldığı alandan çıkarak yoluna güçlü bir şekilde devam edecektir. İhanete uğrama duygusuiçimizi acıtsa da, yaralarımızı saracağız ve daha güçlenerek bu süreçlerden çıkacağız inşallah…" dedi.
Yalçın Akdoğan'ın "İhanete uğrama duygusu" başlığıyla yayımlanan (23 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Yakın Türk siyasi tarihinde tsunami etkisi yapan iki dalganınköklü sarsıntılar meydana getirdiği söylenebilir. Algıları, kabulleri, tavırları, tepkileri, yaklaşımları değiştiren bir etkidir bu. Değişim, hem toplum katmanlarında ve sıradan insanın zihninde yaşanmıştır hem de siyaset kurumunda ve siyasi aktörlerin algısında… Bir nevi politiktravma olarak da adlandırılabilecek bu durum, Türk siyasetinde bakış açısını köklü bir şekilde değiştirdi. Yaşanan hadiseler bu durumun paranoyaya değil açık/fiili tehdit ve tehlikeleredayandığını gösterdi.
İlk dalga 2013’te ortaya çıktı. Demokratik Açılım ve Çözüm süreçleriyle Kürtlerden Alevilere, Romanlar’dan Azınlıklara kadar her toplum kesiminin meselesini çözmeye çalışan siyasi iktidar Gezi Olaylarıylatürbülansa sokulmak istendi. Çevre duyarlılığıyla başlayan olaylar vandalların ve aşırı grupların hükümete yönelik bir kalkışma girişimine dönüştürüldü. Ardından 17 Aralık’ta hükümet yargı darbesiyledevrilmeye çalışıldı. FETÖ’nün AK Parti iktidarını ve Erdoğan’ı devirmeye yönelik saldırıları yıl boyunca sürdü. 2014 Ekim’inde ise bu kez PKK ve siyasi uzantıları Kobani kalkışmasıylaGüneydoğu’da bir ayaklanma çıkarmaya çalıştı. Hükümet büyük riskler alarak ve statükocu güçlerle çarpışarak tüm kesimlere yönelik rahatlama sağlamaya çalışırken bu kesimleri istismar eden örgütlü yapılar hükümeti alaşağı etmenin çabası içine girdi. 2015 ise bu kez terör örgütlerinin eşzamanlı saldırılarıyla AK Parti etkisiz kılınmaya çalışıldı. Sokak olayları, kalkışmalar, yargı darbeleri, psikolojik harekât, terör saldırıları… Tüm bu hadiselerin siyaset kurumu üzerinde etki yapmaması düşünülemezdi. İster savunma psikolojisi olsun, ister ihanet ve kandırılmışlık hissinin oluşturduğu bir güvensizlik olsun, siyaset kurumu demokrasiyi ve kendi zeminini ayakta tutma refleksini göstermek durumundaydı.Siyasetin demokratik çözüm perspektifi ile hükümete savaş açan örgütlü yapıların ulaşmak istedikleri arasında kabil-i telif olmayan bir tablo olduğu aşikârdı. AK Parti ve hareketin liderine karşı tavır, varlığına dahi tahammül etmemek şeklinde gelişti.
İkinci dalgaçok açık ki 15 Temmuz cunta girişimiyle siyaset alanını vurdu. Bu büyük saldırıya karşı ilkinden farklı olarak iç siyaset kısmen konsolide olurken dış politikada bir güvensizlik tablosuoluştu. İkinci travma, dışa dönük bir sorgulamayıberaberinde getirdi. Türkiye daha üç dört ay önce göçmenler meselesinde önemli sorumluluklar üstlenmeyi kabul etmiş ve AB’ye (vizesiz seyahat umuduyla) daha da yakınlaşmışken, AB hem birlik olarak hem de üye ülkeler olarak darbe girişimine gereken tepkiyi göstermedi, Türk demokrasisini savunmadı. Bir de üstüne FETÖ’cülere ve PKK’lılara cüretkar bir şekilde yardım-yataklıkgayretkeşliğine girdi. Müttefikimiz olarak gördüğümüz ABD’ye yönelik hayal kırıklığı daha da büyük. Darbenin arkasında olduklarına yönelik toplumsal algı mı dersiniz, FETÖ elebaşısına kucak açmaları mı dersiniz…
Evet, 15 Temmuz dış siyaset üzerinde derin yaralar açtı, büyük güvensizlikler oluşturdu. Böyle bir varlık-yoklukdurumunda meselenin perspektif ve bakış açısı değişiklikleri üretmemesi düşünülebilir mi? Birileri sizin varlığınıza tahammül edemiyor ve türlü yöntemlerle canınıza kastediyorsa, hayatta kalma güdüsünün gereği yeni bir paradigmaüretmektir. Adeta esir alınmak istenen Türkiye’nin şahsiyetli çıkışlarla kendi geleceğini inşa etmeye çalışması kaçınılmaz olandır. Bu elbette dünyaya küsüp, herkese sırt çevirmek anlamına gelmiyor. Önce psikolojiyi doğru anlamak sonra realiteyi iyi analiz edip gerçeklik zemininde en doğruyu yapmak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında AK Parti’nin yapmaya çalıştığı son derece doğaldır ve alternatifinin (teslimiyetin) makul bir seçenek olmadığı bir haldir.
Cumhurbaşkanımızın söylemleri de tepkisel ve duygusal değil, karşı karşıya kaldığımız realitenin gereği olan ‘büyük düşünme’çabasının bir tezahürüdür. Türkiye tarihi müktesebatıyla ve büyüklüğüyle sıkıştırılmaya çalışıldığı alandan çıkarak yoluna güçlü bir şekilde devam edecektir. İhanete uğrama duygusuiçimizi acıtsa da, yaralarımızı saracağız ve daha güçlenerek bu süreçlerden çıkacağız inşallah…