Süheyl Aygül
Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın
Kendin içindeyken
Kafan dışındaysa
Çaresi yok kardeşim
Her akşam böyle içip kederlenip
Mutsuz olacaksın
Meyhane masalarında kahrolacaksın
Şiirlerle şarkılarla
Kendini avutacaksın
Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın
Murathan Mungan’ ın şiir olarak yazdığı Yeni Türkü’nün seslendirdiği bu güzel şarkı, çemberin (sistemin) içinde iken aklı dışarıda kalan beyaz yakalıların da bir hüzün şarkısıdır aynı zamanda.
Geçen hafta ortak hafızayı paylaştığımız bir grup beyaz yakalı arkadaşla keyifli bir nostalji akşamı için boğazda bir balıkçıda bir araya gelmiştik. Yedik, içtik, muhabbet ettik, söz döndü dolaştı yine her zaman ki gibi çembere (sisteme) geldi. Dostlar inanılmaz anılarını paylaştı o akşam. Çemberin içinde iken ilk önce sistemi daha yaşanır hale getirmek için yaptıkları beyhude çabaları, sonrasın da sistemin kralcıları tarafından uğratıldıkları zorlukları ve sistemciler ile yaşadıkları tiraji-komik anıları anlatırken masada şen kahkahalar yükseliyordu. Çemberden çembere her bir geçişte yaşadıkları hayal kırıklıklarını anlatma sırası geldiğinde ise sessizliğe bürünen masada ortak duygulanımlar söz konusuydu. Gecenin sonunda restaurant’ın camına yansıyan boğazın her iki yakasında ışıl ışıl yanan cafe ve mekanlarında bu güzel şiirin ve şarkının eşlik edip avuttuğu, ortak hafıza ve söylemelere sahip ne kadar masa vardır kimbilir?
Bu muhteşem şiir büyük ihtimalle yazım amacımıza matuf yazılmamış olabilir. Ancak, beyaz yakalılar için anlamı “to be or not to be” türünde bir fenomene dönüştüğü de aşikardır.
Çemberin içindeyken hangi tarafa ait olduğunuzu kestiremiyorsanız, bir tarafınız içeride bir tarafınız dışarıda kalıyorsa, ya da hiç bir tarafa ait olmak istemiyorsanız bu durum çoğu zaman çemberin içinde olmak kadar dışında kalmak da benzer acıyı verir. Bazen bedeniniz çemberin içinde gezinirken, ruhunuz çemberin dışına bir şekilde taşar ya da şaşkın bir şekilde çemberin içerisinde bir yer de oturup dışarıyı düşünmeye başladığınız anlar sizi yakalar. Aslında bütün mesele bedenle ruhun aynı yerde olup olamaması meselesidir.
Çember aslında ilk iş hayatınıza başladığınızda birilerinin sanal olarak sistem adı altında çizdiği daha sonra bilinçaltında bizlerin içselleştirip, sahiplenerek, gerçeklediği ve tanımladığı bir çemberdir. Sınırlar gerçek olmasa da bizler bu sanal sınırları bilinçaltında bir şekilde içselleştirir, güvence ve alışılmışın içinde durmanın getirdiği huzur harcıyla oluşan duvarları kendi kendimize inşa ederiz. Farkında olmadan kendi kafesimizi kendimiz öreriz. Bir yandan özgürlüğümüzü sınırlayan çitleri tek tek çakarken bir yandan da çemberin dışındaki yaşamın nasıl olduğunu da merak etmeden duramayız. Merakımız her zaman üst boyuttadır. Çemberin dışından gelen hikayelere büyük bir iştahla kulak kabartırız. Çemberin dışında bir hayat olup olamayacağı konusunda güçlü merak ve hayallerimiz olmasına karşılık dışarıya çıkmaya yetecek güçlü bir cesarete sahip olmadığımızı da en derinlerde bir yerlerde hissederiz. Aklınız dışarıdadır ama bedeniniz içeride kalmıştır.
Çemberin duvarlarının üzerine çıkıp zaman zaman ufka doğru uzun uzun hülyalı bir şekilde bakarız. Çemberin dışına atlamak ve özgürlüğe yol almak fikri sürekli gelir geçer içimizden. Çemberin dışına birileri bizi itmediği sürece dışarıya çıkmayı da pek beceremeyiz aslında. Çemberin dışına sizi itenler sizin kendinize yapamadığınız iyiliği bazen size yaparlar bilinçsizce.
Çemberin dışı bilinmeyendir. Denenmemiştir. En azından dışarıdaki potansiyel kazanımlarınız belirsizdir. Ancak, içeride bırakacaklarınız çok somuttur. Çemberin dışında kazanıp kazanamayacağınız, başarılı olup olamayacağınız düşündükçe içinizde büyüttüğünüz kocaman soru işaretleridir. Çemberin içi herkesçe bilinenleri barındırır. Bir kartvizitiniz, statünüz vardır. Ailenizin sorumlulukları belirli bir hayat standardınız vardır. Ayrıca ödenmesi gereken faturalarınız, eğitim, seyahat, sağlık, sigorta giderleriniz de...
Bilinenlerin sıradanlığına karşı bilinmeyene olan özlem ve düşsellik sizi bir yandan cezbederken bir yandan da alacağınız riskler bazen sizi kafesinizin sadık bekçisi haline getirir. Bir yandan dışarıya adım atmak isterken, bir yandan da kendinizi içeriye kendi ellerinizle kilitlersiniz. Sonunda sanal çember veya kafes içerisinde de ayağınıza korku, kaygı ve baskıdan oluşturup bağladığınız bir gülle ile çemberin etrafında kendinizi sürekli gezer durumda bulursunuz. Çember köşesi olmayan nereye gidilirse gidilsin içerisinde olmaktan öteye gidilmeyen bir geometrik cisme dönüşmüştür artık.
Bazen çemberin sınırları silikleşir çemberin içinde sınırsız bir dünyada olunduğu yanılgısıyla çemberin bilinen noktalarında durmaya, alışılan çizgileri içerisinde her daim yol almaya devam edersiniz.
Bazen de çember genişler zihninizde. Çember genişleyince sınırlar o kadar çok merkezden uzaklaşır ki, hızla hareket edip oradan oraya koşmaktan bir taraftan diğer tarafa savrulmaktan artık sınırları unutur, bazen de sınırları geçtiğinizi çemberin dışına bir şekilde ulaştığınızı düşünmeye başlarsınız. Oysa bilinir ki, zihinsel aldatmacalarla doludur kendi kendinize yarattığınız bu çemberin iç sınırları.
Bazen çemberin dışına duvarlarınızı aşıp atladığınızı sanırsınız ama sonrasında fark edersiniz ki geçtiğiniz çemberin dışı değil ama başka bir çemberin içi olduğu gerçeğidir.
Çemberler... Kesişen çemberler... Kapsayan çemberler... Alt küme çemberleri... Birinin içinden kaçarken diğerine geçtiğiniz, birini iterken diğerine hareket ettirdiğiniz, birinden kaçarken diğerine hapsolduğunuz, çıkıldığı sanısıyla tam mutluyken sınırlarınıza toslayınca tekrar umutsuzluğa kapıldığınız sınırsız çemberlerin dışının olmadığı düşüncesiyle geçen hayatlarımız...
Şair’in bahsettiği gibi çember meselesi belki de; çemberi çizen için komedi, içindeki için dram, kendini çemberin içine hapseden için ise trajedidir.
Belki de çemberi “içi boş bir daire” diye size ilk tanımlayan ilkokul öğretmeniniz farkında olmadan size yaşamın en önemli gerçeğini fısıldamıştır. Ne dersiniz?