27 Haziran 2013 19:05
Güneş Koç
Avusturya’nın tüm şehirlerinden ve komşu ülkelerden Viyana’ya miting için gelmiş olan 8000 kişi kadar olan kalabalık, Türklerin ağırlıklı olarak yaşadıkları 10. Viyana’da toplanarak Viyana Ring’in yani şehir merkezini çevreleyen "dairenin" etrafında yürüyüş yaparak, hem‚ "Viyanalı çapulculara" hem de Avusturya’nın dış ve iç politikasına seslenmiş oldu. "Pro Erdoğan / Tayyipçi" eylem, Gezi Parkı direnişinden bu yana Avrupa’da ve Viyana’da organize olan eylemler, mitingler ve toplantı, festival gibi birçok etkinlikte kullanılan söylemler, Türkiye’deki direnişin slogandan sembollere değin Avrupa’ya yansıyan taraflarını, en az Türkiye’deki AKP taraftarı mitinglerde olduğu kadar tersinden kurmaya çabalamıştır.
"Çapulculuktan" dönen "dervişlere" değin tüm direniş taraftarı söylemleri kendi karşıtlıkları ve taraftarlıkları üzerinden ören ya da örmeye çalışan 23 Haziran‘daki eylem, refleksiyon temelini AKP’nin ve Erdoğan’ın temsil ettiği‚ marjinaller, bölücüler, dışarıya Türkiye’yi "rezil edenler, dış güçlerin oyununa gelenler, komplocular, teröristler, anarşistler, ekonomiyi çökertenler, provakatörler…" gibi kavramlar ve kategorilerle oluşturmuştur. Ne var ki tüm bu kavramsal dünya aynı zamanda Avrupa’da öteki olma durumunu tam da Yeşiller Yukarı Avusturya Eyalet Meclisi üyesi Efgani Dönmez’in sarf etmiş olduğu sözlerdeki "ayrıma" ve "dışlamaya" yönelik tepkiyi de içine almıştır. Avrupa’daki Türkiyeliler açısından "Tayyipçilik" batının karşısında güçlü bir Türkiye, Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin sorunlarını temsili düzeyde batıya karşı savunabilecek güçlü bir lider ve de ayrımcılığa maruz kalan yaşam stillerinin dışarıya karşı temsil edilen bu güç üzerinden kabul ettirilmesi, meşrulaştırılması anlamına gelmekte. Bu anlamıyla ise "Erdoğancı" eylemlerin bir referans noktasını Türkiye’nin dış politikada ‚önemli bir aktör‘ olarak kabul görmesi ve doğrudan bununla da alakalı olarak iç politikada baskı oluşturabilme alanının vurgulanması iken, diğer referans noktasını ise "ötekileştirilme" durumuna yönelik bir karşıtlık ve refleks oluşturmaktadır. "Biz batı demokrasisinin ve Avusturya’nın hukuk devleti normlarını kabul ediyoruz…" söylemiyle başlayan bir retoriğin içerisinde‚ farklılıkların vurgulandığı ve çok kültürlülüğün referans alındığı eylem metninde kimlik politikası yapılmış ve çok kültürlü batı toplumlarında farklılıkların "kabul edilmesinin" üzerinde durulmuştur.
Diğer taraftan Erdoğan’ın Türkiye’de yarattığı siyasal ortamdaki kutuplaşmakta olan toplumun, Avrupalı Türkler arasındaki yansımasını AKP Viyana destek Mitingi’nde "Siz çapulculara göstereceğiz…" sloganlarında ifadesini bulmuştur. Burada ikili ve iki uçlu bir "ötekileştirmenin" politikasından söz etmek mümkün. Bir tarafta "Biz Türkiye’deki çoğunluğu temsil ediyoruz ve Kemalist azınlığın ve elitizmin, çoğunluğun yaşam stilini ötekileştirmesine karşıyız" denilirken, aynı zamanda sözü geçen "azınlığı" ötekileştiren dili destekleyen ve yeniden üreten bir eylemlilik sergilenmiş, diğer taraftan ise Avrupa’daki kimlik politikalarındaki ötekileştirmeye karşı çıkılmıştır.
Türkiye Sivas doğumlu olan ve ilkokul eğitimi ve sonrasını Avusturya’da tamamlamış olan Efgani Dönmez, 2008’den beri Yeşiller partisinde Eyalet Meclisi üyesidir. Dönmez, Avusturya Heute gazetesinin Viyana’da 23 Haziran‘da planlanan Erdoğan‘a destek mitingine 5000 kişinin katılacağını belirttiği haberinin üzerinden, kendi Facebook sayfasında "Bu eyleme katılanlara 5000 tane one way (tek gidişlik) bilet almalı ve geri dönmemelerine de kimse üzülmemeli" şeklinde bir açıklama yapmıştı. Yapmış olduğu bu yorum üzerine başlayan tartışmanın ardından sarf etmiş olduğu sözlerden ve bu sözlerin kırıcılığından ötürü özür dileyen Efgani Dönmez, Genç Yeşiller’den Avusturya’daki müslüman derneklerine değin birçok kesim tarafından dışlanma ve parti dışına atılma talebiyle protesto edildi.
Yeşiller partisinde aktif siyasetçi olan ve aynı zamanda yazar olan Peter Pilz ise Dönmez’in "One way ticket" söylemine "Erdoğan’ı destekleyen Türklerin vatandaşlık başvurularına daha bir kuşkuyla yaklaşmak gerektiğini ve de vatandaşlık başvurularında siyasal yönelimlerin gözetilmesi gerektiğini" vurgulayarak dahil oldu. Dönmez ve Pilz Yeşillerin özgürlükçü ve çoğulcu söylemlerine ters düşen bu açıklamaları ve tutumlarıyla, "batı demokrasisinin sınırları nedir?" tarıtşmasını başlatmış oldular. Alışıldık muhafazakâr ve ırkçı muhafazakâr söylemlerde ifade bulan "batı demokrasisinin temsil ettiği yaşam stiline uyum yapamayan yabancılar ve bilhassa Müslümanlar" retoriğiyle örtüşen bu ifadeler‚ Yeşiller’in "Özgürlükçü ve de çoğulcu" demokrasi ekseninde yürüttükleri politikayı kırılgan bir fay hattına taşımış oldu. Diğer taraftan hem Yeşillerin içinden hem de birçok siyasal ve entellektüel çevreden kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı bu sözler tepki aldı.
Bu ifadeler yeşiller ve sol tarafından "Her ne kadar biz de Erdoğan karşıtıyız ve de AKP’nin otoriter yönetme biçimine karşı duruyoruz. Gezi parkı direnişini destekliyoruz…" ile başlayan "Ne var ki farklılıklara da saygı duyarak bunları dışarıda bırakmayan bir batı demokrasisi geliştirmeli ve batı demokrasisinin otoriter demokrasilerden farkını bu şekilde kanıtlamalı ve muhafaza etmeliyiz" diye devam eden bir söyleme çekilmeye çalışılsa da, Yeşiller’in içinden gelen bu “çatlak ses” aslında batı demokrasisinin zayıf noktalarını yeniden su yüzüne çıkarmış oldu. Belki de en çok da çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi savunan Yeşiller partisinin içinden yükselen bu sesler, aslında batılı ve Avrupalı yurttaş kavramının içerisine kimlerin dâhil edilip kimlerin edilmemesi gerektiğini tartışan muhafazakâr söylemin ne denli geniş bir tabana ve her renge bürünebilecek bir popülariteye sahip olduğunu göstermiş oldu. Bu tartışmada batının ve Avrupa’nın hangi değerlerle temsil edilmesi gerektiği sorusunun yanı sıra, bu değerleri temsil etmeyenlerin bu çok kültürlü yapının bir parçası olarak kabul edilip edilmeyeceği hususu da önemli bir ayraç noktasını oluşturmakta. Avusturya’nın aşırı sağ ve ırkçı partisi FPÖ Genel Başkan‘ı Christian Strache AKP Viyana destek mitinginin ardından, mitinge destek verenlerin Türkiye’ye geri dönmeleri ve Türkiye’de siyaset yapmaya devam etmeleri gerektiğini savunan bir açıklamada bulundu. Hem Strache’nin yapmış olduğu açıklama hem de Efgani Dönmez’in FPÖ tarafından FPÖ’de siyasete davet edilmiş olması yine aynı şekilde demokrasi söylemiyle yola çıkan eleştirilerin ırkçı söylemin dümen suyuna nasıl oturtulabileceğini göstermiş oldu.
Bir taraftan "anavatana" bağlılığı "Pro Erdoğan" (Erdoğan taraftarı, Tayyipçi) ya da "Pro Gezi Parkı" (Gezi Parkı taraftarı) eylemleri çerçevesinde yaşatan Türkiye kökenli göçmenlerin, hem nüfus olarak hem de sosyolojik açıdan Avrupa toplumlarındaki çok kültürlü yapının önemli bileşenleri olmaları, diğer taraftan Avrupa’da da Türkiye’dekine benzer bir bölünmeyi siyasi temsil düzeyine taşımaları, Türklerin yoğunluklu olarak yaşadıkları ülkelerde de saflaşmaların artmasına ve çok kültürlü Avrupa toplumlarını da saflaştıran bir etkiye sebep olmaktadır. Ne var ki "Uyum sağlamış, batılı ve seküler Müslüman ya da Türk" ile "Uyum sağlamamış, İslamcı Müslüman ve Türk" ayrımına götürülmeye açık olan bir‚ "Kabul gören yurttaşlık" ve "Kabul edilmeyen yurttaşlık" üzerine kurulu özgürlükçü demokrasi algısı nüfusunun büyük çoğunluğu göçmenlerden oluşan Avrupa toplumlarında toplumsal ayrışmalara sebep olmakta. Ucu ister istemez ya da açıktan dışlayıcılığa varan söylem ve politikalar kırılganlıkları arttırmanın yanı sıra, kırılgan taraflarda özdeşlik saflarının‚ "Ötekilik" algısı ve "Ötekileştirilme" politikalarına karşı tepki olarak sıkılaşmasının önünü açmakta.
23 Haziran‘da gerçekleştirilen Viyana’daki mitingin yalnızca Erdoğan’ı ve AKP’yi besleyen bir yerden değil tam da böyle bir ötekileştirme politikalarına karşı çıkan bir taraftan gerçekleştiği düşünülebilir. Bu eylemin bileşenlerinde "dışlanılan", "kabul görmeyen" "kendi" kimliğinin politikasını yapmanın yanı sıra, "hayali", kurgusal "anavatan" ile kurulan bağların karşıtlıklar üzerine oturan bir siyasal özdeşlikle kuvvetlendirmesini görüyoruz. "Efgani Dönmez ve Peter Pilz’in açıklamaları olmasa idi, 8.000 kişi toplanır mıydı?" sorusu bir spekülasyondan öteye geçmese de, toplanmış olan kitlenin azımsanamayacak bir bölümünün de bu ötekileştirmeye karşı çıkmak için eyleme dâhil olduğunu tespit etmek mümkün. Her ne kadar Efgani Dönmez özür dilemiş ve de Yeşiller Dönmez’in açıklamasına karşı mesafe almış olsa da, yaşanmış olan kırılmayı bu özür ve "alınan mesafe" yeterince tamir etmeye yetmemektedir. Avrupa’daki ırkçı ve muhafazakar söylemin beslediği "İslamofobi" ve de Müslüman kökenli göçmenleri topyekün ötekileştirme politikalarının göçmenler açısından belleklerdeki izleri olabildiğince derin ve yaralayıcı olduğu kadar, "dahil olamayacağına" ve de "dahil edilmeyeceğine" dair olan inanç da bir o kadar güçlüdür. Dolayısıyla "Demokrasi kavrayışımızı kabul etmiyorsan git" tavrı yaratılan karşıtlıklar üzerinden uçlaşma ve içe kapanmayı daha da derinleştiren bir söylemin önünü açmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Bu anlamıyla Viyana’daki AKP mitingi de bir yerde "ötekilerin", "ötekileştirilmeye" karşı olan sesi olarak okunabilir. Kitlenin arasında Kuzey Afrika’dan, Arap ülkelerine değin çeşitli göçmen kökenli Avusturyalı‘ların olması ve de tam da bu “dışlayıcı” söylemin eleştirildiği gözlenmektedir. "Ben her daim Yeşilleri seçiyordum artık‚ Yeşillere oyum yok" diyen bir kesimin de bu miting kitlesinin içinde yer aldığı yapılan röportajlarda ortaya çıkmıştır. Almanya’da ve Avusturya’daki Türkiye kökenli vatandaşların büyük çoğunluğunun Yeşiller ve Sosyal Demokrat partilere oy veriyor olması gerçeği ise, yaşadıkları yerlerde ağırlıklı olarak sol politikayı desteklemelerine nazaran, Türkiye‘de muhafazakâr politikaları destekleyen Türkiye kökenli göçmenlerin sayısının azımsanamayacak ölçüde çok olduğunu göstermektedir. Bu da yine bahsedilen ikili kimliklerin ne denli belirleyici olduğunu ve birinin diğerine tercih edilebilecek ya da tehdit oluşturabilecek şekilde politikanın kapsayıcılık ve de dışlayıcılığına göre nasıl evrildiğinin bir göstergesidir. Yani Yeşillerin‚ bir taraftan solcuları ve yeşilleri seçen bir kitlenin, "Nasıl olur da geldikleri ülkede otoriter rejimleri desteklerler" tepkisi ve “Bunlar demokrasiyi öğrenmeyi istemiyorlarsa ülkeyi terk etsinler” söyleminde uçlaşan anlayışı aslında hiç de o denli anlaşılması güç olmayan bir sosyal gerçekliği eleştirmektedir. Bir yandan "hayali anavatanın" temsil ettiği değerler ve onunla kurulan özdeşlik üzerinden kurulan kimlikler diğer yandan Avrupa’daki özgürlükçü politikaların kendilerine yönelik kazanımlarının farkında olan bir göçmen kitlenin varlığı on yıllardır yerleşik göçmen ve göç geleneğiyle şekillenmiş batı toplumlarında alışılagelmiş bir tabloyu oluşturmaktadır.
Ne var ki ötekileştirilmeye karşı çıkarken "otoriter" ve "disipliner" bir rejim ve politikayla özdeşlik kurmak tam da "paralel kültürler" diye adlandırılan kendi içine kapalı yaşam biçimi ve de kültürel dokunun, Avrupa’daki göçmen kültüründe ağır basmasının bir sonucudur. "Çok kültürlülük işe yaramamıştır" diyen Merkel’in "şikâyetinin" ardında ne yatıyorsa, "Asimile olmayın, kendi kültürünüzü yaşayın" diyen Erdoğan’ın söyleminde de aynı tezin panzehiri olamayan antitez yatmaktadır. Bir kısır döngü olmaktan öteye gitmeyen bu minvaldeki bir tartışma aslında belki de ömründe hiç bir tatilini Türkiye’de yapmayan üçüncü kuşak bir Türkiye kökenli Avusturyalı, Alman ya da Fransız’ın "Türkten daha Türk" ve "AKP’den daha AKP’ci" olma durumunu da besleyen siyasal ve sosyal yapıyı açıklayamamakta tersine beslemektedir.
Viyana’daki AKP mitinginde röportaj veren kişilerin bir kısmı gerçekten de Dönmez’e ve Yeşillere olan tepkiden ötürü mitinge katıldıklarını açıklarken, birçoğunun da "Türkiye’nin imajını ve gücünü sarsan bu çapulculara günlerini göstermek‘" gibi bir hissiyatla orada olduklarını vurgulamışlardır. Mitingin duyurulduğu Facebook sayfasında "Tayyipçiliğin", "En büyük vatan, en büyük Erdoğan" söyleminin, Almancada ancak Neonazi jargonunda kullanılan bir terminolojide, Almancalaştırılmış olduğu yorumları görmek mümkün. Diğer taraftan Kanuni Sultan Süleyman’ın fotoğrafını koyarak, "Bizim atamız sensin izindeyiz" diyerek, Avusturya kuşatmasına vurgu yapılıyor olması "Tayyipçilik" üzerinden nasıl bir kapsayıcılık ve aynı zamanda dışlayıcılık yaratıldığının bir örneğidir. Bir taraftan Erdoğan’ın tek temsili ve manevi lider olarak ülkeler ve uluslar ötesi bir özdeşliğe büründürülmesi diğer taraftan bu liderin otoriter özellikleri ve yanlarıyla bir farkındalık çerçevesinde barışık olunması ve bunun savunulması söz konusu. Bu anlamıyla da sadece Avrupa’daki islamofobik ve ırkçı politikalara malzeme vermek değil aynı zamanda bu ırkçı politikaların muhatabı olarak da yeni bir öznellik kurulmaktadır. Otoriter siyasal temsillerin göçmen gruplar arasında meta düzeyinde yeniden üretilmesi, bu eylemlerin Türkiye’ye ulaşan destek ve güç gösterisi boyutunun ötesinde Avrupa’da yaşayan Müslüman göçmenler ve Türkiye kökenli göçmenler açısından birçok zorunlu ve dolaylı yansımaları olmaktadır ve olacaktır.
Ötekileştirmeye karşı çıkarken zorunlu bir ötekileştirmeyi söylem ve nizamda tercih eden bir tepkinin ancak özgürlükçü ve açık bir demokrasi diskuruyla diyalog ve de karşılaşma üzerinden kırılabileceğini savunan bir sol ve yeşil geleneğin güçlenmesi ve de işlev kazanması gerekmektedir. Bu anlamıyla Gezi Parkı direnişinin ve bu sürecin Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler ve göçmen Türkiyeliler açısından batı toplumlarının çoğulcu demokrasisinin eleştirilmesi ve geliştirilmesine yapacağı bir katkısının olduğu ve de olacağı düşünülebilir.
Not: Avusturya 8.4 Milyon (sekiz milyon dört yüz bin) nüfuslu bir ülkedir. 2010 rakamlarına göre Avusturya’da 250.000 civarı Türkiye kökenli göçmen yaşamaktadır, bunlardan 112 bin kadarı Avusturya vatandaşıdır. Türkler Alman’lar ve eski Yugoslavya kökenli göçmenlerden sonra en büyük göçmen nüfusunu oluşturmaktadırlar ve Müslüman kökenli göçmenler arasında en büyük paydaya sahiptirler.
© Tüm hakları saklıdır.