Türkiye’nin AB sürecini en yakından bilen isimlerden olan Verheugen, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, Avrupalı siyasi liderleri geçmişte Türkiye’ye çelişkili mesajlar vermekle eleştirerek, “Türkiye’deki Avrupa yanlısı, liberal güçlerin AB tarafından yarı yolda bırakıldığı kanaatini ben de paylaşıyorum” dedi.
“Türkiye’nin reform dinamizmi muhafaza edilseydi bugün Türkiye AB’ye üye olmuştu” diyen Verheugen, “Ben tecrübelerime dayanarak Türkiye ile karşılıklı güvenin ne denli önemli olduğunu çok iyi biliyorum. 1999 yılı itibariyle 2005 yılına kadar Türkiye’de, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde göremediğimiz çapta büyük gelişmelere tanık olduk. İşler Türkiye’nin AB’nin verdiği sözlerine sadık kalmayacağını, güvenemeyeceğini anlamasıyla değişti” şeklinde konuştu.
29 Kasım’da yapılan AB-Türkiye liderler zirvesi ve ilişkilerde başlayan yeni dönem için temkinli konuşan Verheugen, “AB’nin Türkiye politikalarında, esasa ilişkin bir tutum değişikliği gerçekleşmedi. Bununla birlikte Türk hükümetinin AB üyelik hedefini en önemli siyasi hedef olarak yinelemesi akıllıca, çünkü bildiğiniz gibi bu konuda Avrupa’da şüpheler vardı” değerlendirmesini yaptı.
Günter Verheugen 1999 yılında Türkiye’ye AB’ye aday ülke statüsü verilmesine, 2004 yılında da Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlatılması kararının alınmasına katkı sağlayan kilit isimlerin başında yer alıyor.
1999 yılı itibariyle AB Komisyonu’nda önce Genişlemeden Sorumlu Komiser sonra da AB Komisyon’u Başkan Yardımcılığı ve İşletme ile Sanayiden Sorumlu Komiser olarak on yılı aşkın bir süre görev yapan Verheugen, DW Türkçe’ye Türkiye-AB ilişkilerinde gelinen aşamayı değerlendirdi.
Verheugen’a yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Brüksel’de 29 Kasım’da yapılan AB-Türkiye zirvesiyle ilişkilerde yeni bir dönemin başladığı görüşüne katılıyor musunuz? Türkiye ile AB arasında karşılıklı güvenin yeniden inşası için doğru yolda mıyız?
Verheugen: AB’nin Türkiye ile ilişkilerini bir üst seviyeye taşıdığı açık ancak bunu Türkiye’ye üyelik taahhüdünü yerine getirmek için değil; bir krizin, mülteci krizinin aşılmasında Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç sebebiyle yaptı. AB’nin bazı liderleri açıkça ‘Türkiye ile zorunlu olduğumuz için konuşuyoruz’ açıklamasını yaptı. Ben bu yaklaşımla güvenin yeniden inşa edilebileceğine inanmıyorum. AB’nin Türkiye politikalarında, esasa ilişkin bir tutum değişikliği gerçekleşmedi. Bununla birlikte Türk hükümetinin AB üyelik hedefini en önemli siyasi hedef olarak yinelemesi akıllıca, çünkü bildiğiniz gibi bu konuda Avrupa’da şüpheler vardı.
Başbakan Merkel geçmişte, Türkiye’nin Batı medeniyetinden farklı bir kültür dünyasına ait olduğu, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olduğu yönünde açıklamalar yapmıştı. Merkel fikrini değiştirmiş olabilir mi? Alman Hükümeti'nin yeni müzakere başlıklarının açılması yoluyla Türkiye’deki reform sürecine ciddi destek sağlayabileceğini düşünüyor musunuz?
Verheugen: Başbakan Merkel’ın kendi partisi ve tüm Alman halkına, Federal Almanya Cumhuriyeti‘nin Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini söylemeye cesareti yok. Kişisel olarak ne düşünüyor bilemem, kendisinden özel bir çaba beklememek lazım. Almanya müzakere başlıklarının açılmasını engellemeyecektir. Ancak istediğiniz kadar müzakere başlığı açın... Federal Alman Hükümeti’ni oluşturan partiler, Almanya’da Türkiye’nin üyeliği konusundaki algıyı değiştirmek için ciddiyetle çaba göstermedikten sonra hiç bir anlamı olmaz. Bu bizi nihai üyelik hedefine yakınlaştırmaz.
AB’nin Türkiye ile yeniden diyaloğa girmesinin başlıca nedenini mülteci krizi oluşturuyor. AB-Türkiye mutabakatının AB’ye mülteci akınını durduracağı ve Türkiye’deki mülteciler için yaşam koşullarını iyileştirebileceğine inanıyor musunuz? Sizce Türkiye taahhüt edilen siyasi ve mali desteğe güvenebilir mi?
Prensipte daha makul olan, savaş ve iç savaştan kaçan mültecilerin kendi bölgelerinde koruma altına alınmaları ve insan onuruna yakışır koşullarda yaşamalarının sağlanmasıdır. Ayrıca gayet tabii ki göç akımına maruz kalan ülkeler bu yükü omuzlamak için tek başlarına bırakılmamalıdır. Ancak Türkiye ile AB arasındaki mutabakatın can sıkıcı, tatsız bazı yönleri var. Çünkü ilk hedef Türkiye’nin yükünün azaltılması değil, daha çok Türkiye’yi ileri bir sınır hattı olarak kullanmak. Tabi ki bir bekleyip iki tarafın mutabakatı ne ölçüde hayata geçireceklerine bakalım. Spekülasyon yapmak istemiyorum ama şunu da söylemeden edemeyeceğim: Bu mutabakatı yapanların hesabı tutacak mı? Mültecilerin düzensiz bir şekilde AB’ye girişlerinin önlenebilmesi hatta Suriye’ye geri dönmeleri sağlanabilecek mi? İşte bu tartışmaya açık. Ben askeri yöntemlerle Suriye’deki ihtilafın çözümlenemeyeceğini düşünüyorum, siyasi bir çözüm ihtimalinin de yakın bir gelecekte mümkün olmadığı kanaatini taşıyorum.
Türk vatandaşlarına Kasım 2016’dan itibaren vize serbestisi tanınmasını gerçekleşebilir bir hedef olarak görüyor musunuz? Bazı uzmanlar AB’nin zaten bu konuda çoktan adım atmış olması gerektiğini söylerken diğer bazı uzmanlar bu serbestinin mülteci akımını daha da artıracağı görüşünde. Taraflar öngörülen süre zarfından taahhütleri yerine getirebilir mi?
Türk vatandaşlarına vize serbestisi çoktan uygulanıyor olmalıydı. Çoktan atılması gereken bu adım bazı Avrupa hükümetleri nedeniyle, iç siyasi nedenlerden atılmadı. 50 yıldır ortaklık ilişkisi içerisinde olunan Türkiye’nin vize sınırlamalarına tabi tutulması ancak ayrımcılık olarak nitelendirilebilir. Artık bu tutuma son verilmeli. Bu Türkiye’de kamuoyunu da çok olumlu etkileyecektir. Zaten 2016 hedefi, iyi niyet olduğu takdirde gerçekleştirilebilir bir hedef. Vize serbestisi uygulanması halinde mülteci akımının artacağı görüşünü gerçekçi bulmuyorum.
Müzakere sürecinin sekteye uğramasının bir diğer nedeni de Kıbrıs sorunu Almanya Kıbrıs sorununun çözümüne ve bu yolla Türkiye’nin AB müzakerelerindeki engellerden birinin ortadan kaldırılmasına destek verebilir mi?
Verheugen: Muhakkak. En azından deneyebilir ve bu yönde çaba göstermeli. Ancak ne yazık ki borç krizi esnasında Yunanistan’a karşı takındığı üslup ve yaklaşım nedeniyle Almanya‘nın Kıbrıslı Rumlara etki etmesi, sözünü geçirmesi için eli çok da güçlü değil... Şunu da eklemeliyim: Türk Hükümeti, Ankara Protokolü’nü uygulamayarak üyeliğine karşı olanların daha yüksek engeller koymasını kolaylaştırdı. Bu esasa ilişkin bir mesela olmaktan öte bir prestij meselesidir. İlkesel hareket etmesi halinde Türkiye çok hızla ve kolaylıkla durumu kendi lehine çevirebilir.
Avrupa’da aşırı sağ tırmanışta. Almanya’da da PEGİDA olarak adlandırılan Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar hareketi ile AfD gibi siyasi oluşumlar güç kazanıyor. Türkiye’de ise Avrupa ve Batı’ya şüpheyle bakanların sayısı artıyor, siyasal İslam güçleniyor. Türkiye’nin AB üyelik süreci sekteye uğramasaydı bugün durum farklı olur muydu?
Son on yılda Türkiye’nin AB’ye entegrasyonu ciddiyetle sürdürülseydi bugün bu gelişmeleri yaşamayacağımızdan katiyetle eminim. Türkiye’deki reform dinamizmi muhafaza edilmiş olunsaydı ve AB tarafından Türkiye çelişkili olmayan bütüncül bir destekle cesaretlendirilseydi müzakereler bugün tamamlanmış, Türkiye AB’ye üye olmuştu. Ben Türkiye’nin AB’ye üye olmasını hep şu gerekçeyle savundum: Türkiye İslam dünyası için bir rol model olabilir, Batı ile İslam dünyası arasında karşılıklı saygı ve anlayış zemininde ilişki inşa edilmesini kolaylaştırabilirdi.
Bazı yorumculara göre Türkiye on yıl önce müzakerelere başladığında, bugüne kıyasla daha demokratik, ya da daha az anti-demokratik olan bir ülkeydi. Basın ve ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti gibi bir konuda ihlallerin arttığı eleştirileri yapılıyor. Ancak AB’nin bu alanlarda çok da fazla Ankara’ya baskı uygulamadığı yorumları yapılıyor. Türkiye’de demokratikleşme yanlısı ve AB üyeliğini desteklemiş olan kesimler “mücadelede yalnız bırakıldık” sözleriyle AB’ye sitem ediyor. AB sizce Türkiye’de demokratikleşmeyi desteklemek için ne yapmalı?
Verheugen: AB’nin Türkiye üzerindeki etkide bulunma gücünü kaybettiği çok açık. 2005 yılı itibariyle AB’den kafa karıştıran sinyaller verilmeye başlandı. Müzakereler gerçi durdurulmadı ancak bazı hükümetler ve hükümetlerde yer alan partiler, Türkiye’nin üyeliğini istemediklerini açıkça dile getirdi. Bu ne yazık ki Almanya’daki en büyük iktidar ortağı için de geçerli. Ben tecrübelerime dayanarak Türkiye ile karşılıklı güvenin ne denli önemli olduğunu çok iyi biliyorum. 1999 yılı itibariyle 2005 yılına kadar Türkiye’de, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde göremediğimiz çapta büyük gelişmelere tanık olduk. İşler Türkiye’nin AB’nin verdiği sözlerine sadık kalmayacağını, güvenemeyeceğini anlamasıyla değişti. Tecrübem şunu gösteriyor: açık ve güvenilir bir AB stratejisi Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesi ve modernleşmesi için gerekli ivmeyi sağlayabilir. Türkiye’deki Avrupa yanlısı, liberal güçlerin AB tarafından yarı yolda bırakıldığı kanaatini ben de paylaşıyorum.