Kültür-Sanat

‘Vasiyet roman’ piyasaya çıktı

Ayşe Kulin’in, Dr. Türkan Saylan’ın ‘iç dünyası’nı anlattığı biyografik romanı “Tek ve Tek Başına: Türkan” bugün piyasaya çıkt

31 Ekim 2009 02:00

Ayşe Kulin’in, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan’ın ‘iç dünyası’nı anlattığı biyografik romanı “Tek ve Tek Başına: Türkan” bugün piyasaya çıktı. Saylan'ın meslek hayatının yanı sıra özel yaşamı da kitabın konusu...

Usta kalem Ayşe Kulin’in bugün piyasaya çıkan “Tek ve Tek Başına: Türkan” adını verdiği biyografik romanı, 18 Mayıs 2009’da ölen, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan’ın iç dünyasını mektuplar üzerinden anlatıyor.

Ömrünü cüzzamla mücadeleye adayan Saylan’ın ölmeden önce, kendisinden bir kitap yazmasını arzu ettiğini söyleyen Kulin, Saylan hakkında yazılan kitapların çokluğu nedeniyle önce bu projeden uzak duruyor... Ancak, “Türkan Saylan benden bir şey istedi, yapamadım” düşüncesi Kulin’i üzüyor. Saylan’ın üzerinden cüzzamlıları anlatmaya karar veriyor.  Ama bu proje de yarım kalıyor.  Kulin, kitabın son halini alışını şöyle anlatıyor: “Saylan’ın ölümünden sonra biri beni aradı. ‘Saylan’ın arkadaşıyım, bana yazdığı mektuplar var. Bir şey yazacağınızı duydum, bunları size vermek istiyorum’ dedi. Gökşin Sanal’dı arayan. Bana mektupların içinden seçtiği bölümleri verdi.”

‘İstismara açık isim’
İşte bu mektuplardan hareketle Saylan’ın tamamen insani yönlerini ele alan bir kitap yazmaya karar veriyor Kulin... Yazar, “Saylan’ı bir karakter olarak kurgulasaydım kitabıma duygusal ilişkilerini ve flörtlerini de katardım” diyor. Kulin buna neyin engel olduğunu ise şöyle açıklıyor: “Saylan’ı yanlış anlamaya imkân verecek hiçbir cümle yazmak istemedim; çünkü istismara çok açık bir isim. Bilerek kötülük ediyorlar Saylan’a. Onu istismar etmeye hazır, aç kaplanlar gibi bekleyen bir kalabalık var; onların eline malzeme vermek istemedim.”

Hayatı dizi film olacak

Kitabı yazmaya başladığı duyulur duyulmaz Koliba adlı yapım şirketinin kendisini aradığını ve Saylan’ın hayatını dizi filme çekmek istediklerini belirten Kulin, Türkan Saylan’ın oğullarıyla konuştuğunu, onların da projeye sıcak baktıklarını söylüyor. Senaryonun kitabı üzerinden ama daha kapsamlı olacağını, kendisine gösterileceğini vurgulayan Kulin, Saylan’ı oynamasını arzu ettiği oyuncunun Derya Alabora olduğunu söylüyor.

Kitaptan bölümler

Kitapta Saylan'ın eğitimi, evlilikleri, kanserle mücadelesi, leprayla mücadele konusunda yaptıkları ve yoksul çocukların eğitimine yaptığı katkı kâh eski mektuplar, kâh Saylan'ın dostlarının anlatımlarıyla veriliyor. Ama tabii ki kitabın esas anlatıcısı Saylan. Kitap bir solukta okunacak bir akıcılığa sahip, tabii Saylan'ın yaşamı da öyle. Azimli, disiplinli bir Cumhuriyet kızının nasıl çocuklarına düşkün, yufka yürekli ve duyarlı olduğunu da görüyorsunuz. Saylan, her zaman yaptığı gibi, başardığı büyük işleri oldukça sıradan olaylarmış gibi anlatıyor. Kitap Saylan'ın şu güncesiyle başlıyor:

"12 Nisan 2009, Arnavutköy Birkaç günden beri boğazımdan hiçbir şey geçmiyor. Son kemoterapi seansı mide bulantılarımı artırdı.
Beni serumla beslemeye çalışıyorlar ama ellerimde kollarımda serumu saplayacak damar da kalmadı artık. Her tarafım delik deşik. Hızla yaklaşmaktayım kaçınılmaz sona. Birkaç işim kaldı yapılacak. O işleri tamamlamanın telaşındayım. Sonra tüm tedaviyi kestireceğim. Bu nefes nefese koşu bitecek. Dinlenmek benim de hakkım. Uyumak huzur içinde! Uzun zamandır uykularım da yok çünkü. Yatağın içinde sabahı bekliyor, eğer halim varsa, kalkıp şafağın söküşünü seyrediyorum günlerdir."

"......Bir mektup daha, yine lise tomarından! Tarihi 23 Haziran 1952: "Kadir gecesi âdetim hilafına camiye gidip Sakal-ı Şerif'i öpemedim. Bütün gün oruçluydum. O akşam teravih'e gittik." Gülmeye başladım. Bu benim kaderim miydi ne? Sıkı bir dini eğitimden geçmeme, çocukluğumu sofu babaannemin anlattığı hurafeleri dinleyerek geçirmeme, esaslı bir din eğitimi almama, İslam'ı kendini sıkı Müslüman zanneden pek çok kişiden daha iyi kavramış olmama rağmen, yıllardır bir takım kötü niyetli insanlar "gâvur" olduğumu iddia eder durur. Bu kelimeyi de hiç sevmem. Müslüman olmayanları küçültücü bir kelimeyle ayrıştırmak, edepsizlikten başka bir şey değildir, bence. Tüm dinlerin Allah'a giden yolda bir vasıta olduğuna inandığım için, hayatım boyunca hiçbir dini küçümsemedim. Bizim kitabımız, diğer dinlerin peygamberlerine saygı talep eder zaten. Kendimi ise sadece ve hep Müslüman bildim.

......."Madem günah çıkarma seansları başladı, benim de diyeceklerim var anne," dedi Çağlayan. "Anne, niye o kadar korkardın babamdan?" "Bak, niye korktuğumu söyleyeyim sana," dedim. "Boşanırken velayetinizi babanıza bırakmıştım. Israrla istemişti. Vermeyecek olursam, boşanamayacağımı biliyordum. Ayrıca, ilk fırsatta sizleri geri alacağımı da biliyordum. Nitekim tam da düşündüğüm gibi oldu, ikiniz de bir müddet sonra yanıma geldiniz ama ben babanızdan ne bir kuruş para, ne de velayetinizi istedim. Velayetin onda kalması, Demokles'in kılıcı gibi sallanıp durdu başımın üzerinde. Ya kızar da sizi geri alırsa, ya sizi bana göstermezse! Hep bu korkuyla yaşadım, boşanırken velayeti almadığıma hep çok pişman oldum. Bu yüzden yalvarır yakarırdım sana, babanı kızdırmayalım diye." Çağlayan'la Çınar uzanıp ellerimi sımsıkı tuttular. Onların sağlıklı genç bedenlerinden, ellerime geçen yaşama sevincinin ve sevginin damarlarımda dolaştığını, yüreğimi ısıttığını hissettim. Ben o deneyimsiz yaşlarımda, nereden bilebilirdim annelerle evlatlarının arasına, değil velayet hakkının, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin giremeyeceğini!

..... Polis arkadaş bir şeyler söyleyecekti ama telefonlar aman vermiyordu. Televizyonları seyredenler, evime baskın yapıldığını öğrenenler, Çağdaş Yaşam çalışanları, dostlarım, çocukların arkadaşları sürekli arıyorlardı.
Bir iki kişiyle konuşup kapattım telefonu. "Hocam, bütün bu hastaların, koşuşturmaların arasında, şu kızların okul işlerine nasıl vakit buldunuz?" diye sordu polis. "Sadece kızlara değil, okula gitmek için parası olmayan tüm yoksul çocuklara yardımcı oluyoruz biz." "Ben, Kardelen mi nedir, onları duydum sadece." "Kardelenler'in kitabı yazıldı da diğerlerinden öne çıktılar. Bu yüzden sen Kardelenler'i duymuşsun, sadece. Aslında, bu okul işine de yine cüzamlıların sayesinde bulaştım ben. Cüzamlı ailelerin çocuklarını okutabilmek için, sağdan soldan burs buluyorum ya, bir gün Pervari kaymakamı telefon etti hastaneye, 'bizim ilçede ilkokulu bitirmiş on yedi tane kız çocuğu var, hocam,' dedi, "okumak istiyorlar ama burada okul yok. Siz cüzamlı ailelerin çocuklarına yardımcı oluyordunuz, acaba bu kızlara da bir yardım eli uzatabilir misiniz? Kazanalım bu çocukları.' Hemen telefona sarıldım, birkaç yeri aradım. Almanya'da doktorluk yapan oğlum da orada yaşayan Türk çocuklarının eğitimine yardımcı olmaya çalışıyordu. Onlar bir burs ayarladılar, bu on yedi kızı okullarına kavuşturduk." "Ama daha çok kız çocuklarını okutuyorsunuz, öyle değil mi?" "Hayır, ihtiyacı olan erkek çocuklara da burs veriyoruz ama ağırlık kızlarda." "Niye? Kızları daha mı çok seviyorsunuz?" "Kırsal alanlarda çok çocuklu aileler okula önce erkek çocuklarını yolluyorlar. Buna çoğu kez yoksulluk sebep oluyor. Ama kızları evde tutup kardeşlerine baktırmak, tarlada çalıştırmak, on üç yaşına basınca, başlık karşılığı kocaya satmak da işlerine geliyor ailelerin. Kızlara bir fırsat tanımak için, onlara ağırlık verdik." "Duyduğuma göre bir sürü kız çocuğu okutuyormuşsunuz." "Önce on yedi kız çocuğu ile başlamıştık. Kızların çoğu, liseden sonra üniversiteye gitmek isteyince, orta öğretim burslarını, bu kez de yüksek öğretim için devam ettirdik ve sayıyı elli kız çocuğuna çıkaralım diye kolları sıvadık. Elli kız, yüz kız oldu, derken bin kız oldu, yeni bağışçılar bulduk, kişiler ve kurumlar yardım ettiler, Allah razı olsun, beş bin kızı okula yolladık. Erkek çocukları da kattık aralarına. Madem devlet her çocuğa yetişemiyor, haydi arkadaşlar, parası olanlar ellerini ceplerine atsın, dedik. Ülkemizin eğitim alanına yeni bir nefes getirdik." Genç polis ellerini ovuşturup duruyordu, bir şey soracak gibiydi ama çekiniyordu besbelli. "Aklını kurcalayan nedir?" dedim. "Hocam, dediler ki, bu çocukları gâvur yapıyorlarmış." "Kim yapıyormuş?" "Bilemem." "Oğlum onları da, diğer Türk çocuklarını eğiten öğretmenler okutuyor. Türk öğretmenler, bursla okuyanları seçip, haydi şunları gâvur yapalım demiyorlar herhalde!" Yanıtlamadı, kafasını biraz karıştırmıştım galiba.

...... Polisler üç saattir arıyorlar evi. Evimin adeta iç organlarını boşaltıyorlar. Yıllardır açılmamış denkler açılıyor, tepe raflara kaldırılmış kullanılmayan tencereler, havan, kap kacak toz içinde aşağı indiriliyor. Bu arada televizyondan öğreniyorum, eşzamanlı baskınlar yapmışlar yurt sathındaki tüm Çağdaş Yaşamı Destekleme Dernekler'ine. Çabalarına ve vakitlerine yazık! Zaten yıllardır didikleyip duruyorlardı defterleri. Bu derneğin yoksul çocuklara ve gençlere okuyabilmeleri için gerekli parasal yardımı en yasal yollardan sağladığını, hiçbir yolsuzluğa karışmadığını, hiçbir açığının bulunmadığını onlar da biliyorlar. Birden bir altyazı geçti televizyonda! Kadın polis, rafların birinden aldığı, "Siyonizmin Çöküşü" adlı kitabı mal bulmuş gibi kapmış, amirine gösteriyor. Amir, "Yok yahu, buna tutanak hazırlanmaz! Koy onu yerine!" diyor.

..... Yerlerinden kımıldamadılar ve alkışlamaya başladılar. Şimdi, pencereden bakarken anlıyorum ki, evimi bastıranlar, benden bir kahraman yaratmaktalar. Benim şu ana kadar üzerlerinde derin iz bırakabildiklerim; sadece hastalarım, yakın çevrem ve eğitimine katkıda bulunduğum çocuklardı. Bunun dışında hiçbir iddiam yoktu, zaten. Arzularım, hırslarım olaydı, bana getirilen siyasi teklifleri değerlendirirdim. Parayla da hiç aram olmadı. Her zaman fazla paranın insanı bozduğuna inandım, az parayla yaşamaktan hiç gocunmadım. Çocuklarımı ilkokuldan itibaren özel okullarda değil, orta sınıfın ve yoksul halk çocuklarının gittiği parasız devlet okullarında okuttum, paraya özenmesinler diye. Sade ve sakin bir yaşam biçimini seçtim kendime, hırstan lüksten uzak, sadece memleketimin kadersiz insanlarına ve çocuklarına hizmet etmeye adanmış! Şimdi şu hale bakın, halk dağılmıyor, bir şeyler bekliyor benden. Oysa ben, o günlerini yaşayan, çalışkan, özverili bir hekimim sadece, sokaktaki kalabalığın tepkisinin bayrağı hiç değilim.