Ünal Ünsal
Emekli büyükelçi
Kürt sorunu Ortadoğu’daki gelişmelerin etkisi altında gittikçe karmaşık ve daha patlayıcı bir konuma geldi. Bu gerçeğin, başta iktidardakiler olmak üzeregüzide politikacılarımız tarafından görülmediği de maalesef bir gerçek. Milliyetçi/muhafazakar damarın güçlü olduğu ülkemizde politika, kitlelerden alkış almak, bunun için rakibi küçük düşürmek amaçlı hamaset ve hakaret edebiyatına ağırlık vermek olarak anlaşılıyor. (Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün insanlığına gösterilen korkunç tepkiyi nitelendirecek kelime bulmak mümkün değil.) Bu abuk sabuk anlayış, ağır sorunlarımızın çözümünü (başta Kürt, Ermeni, Kıbrıs sorunları olmak üzere) geciktirmekle kalmıyor bunların çözümünü daha da zorlaştırıyor.
Kürt sorununa baştan beri gerçekler bazında değil, hamaset, milliyetçi ezberler ve tutucu refleksler çerçevesinde yaklaştık. PKK’nın başlattığı isyanın gerçek nedenlerini görmemiz yıllar sürdü. Son yıllarda bu nedenleri yavaş yavaş anlamaya ve istemeye istemeye kabullenmeye başladık.
Ama, bu toplumun ve politik liderlerinin temel bir sorunu var: Bir sorunu çözmeye çalışırken, gıdım gıdım gitmek, dolayısıyla, değer ve anlam taşımayan gecikmiş adımlar atmak. İngilizcede buna ‘’too late and too little’' (çok az ve çok gecikmiş) deniliyor. Yani salam taktiği… Belki yutturabilirim zihniyetine dayalı Şark kurnazlığının kullandığı bir yöntem.
AKP Kürt meselesinde, son birkaç yılda, önemli ‘’görülen ve gösterilen’’ adımlar attı. Parti ve lideri, bunları şimdiye kadar kimsenin hayal bile edemeyeceği bir yaklaşım olarak takdim etmek için özel çaba harcıyor. Bu iddia doğru mu? Bir ölçüde doğru, tamamiyle değil. Zira, yapılanlar çok geç yapıldı. Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın ve art arda kurulan Kürt siyasi partilerinin çabaları sonucunda müthiş bir bilinçleşme oluşmuştu. İnternet, TV yayınları, cep telefonu, sosyal medya sayesinde bu bilinçlenme daha da güçlenmişti. AKP bu gerçeği bir ölçüde kabullenerek o adımları atmak zorunda kaldı.Yapılanlar büyütülüyor, çünkü o zamana kadar hiçbir şey yapılmamıştı. Dolayısıyla, bölgedeki bilinçleşme ve artmış olan hak talepleri karşısında, yapılanlar ‘’too little and too late’’ olarak kaldı.
Öte yandan, AKP iktidarının bu adımları neden attığını isabetle belirlemek de çok önemli. Bu partinin, özellikle liderinin demokrasiyi, insan haklarına saygı davasını hazmetmiş olmadığı aşikar. Demokrasi ve insan haklara saygı söylemini kendi işlerine yaradığı sürece baş tacı ettiklerini ortaya koyan düzinelerle söylem ve uygulama var. (Tayyip Erdoğan, ‘’Demokrasi bir tramvaydır, gideceğiniz yere kadar gider, orada inersiniz,’’ dememiş miydi?) Dolayısıyla, Kürt vatandaşlarımız iktidarın samimiyetinden ve iyi niyetinden de emin olamıyorlar. KCK operasyonlarındaki aşırılıklar da, BDP’nin kapatılması girişimi de yaraya tuz-biber ekti. Bu paragrafı şöyle bağlayabiliriz: AKP iktidarının Kürt meselesinde attığı adımlar, gelinmiş olan noktada Kürt vatandaşlarımızın çoğunu tatmin etmeyecek derecede az ve zaten gecikmiş adımlardır. Bu adımların demokrasi ve insan hakları konularında duyulan hassasiyetin sonucu olduğunu söylemek de zordur.
Başlıktaki ‘’Korkunun ecele faydası yok’’ ifadesine gelince, Osmanlı Devleti, hep başka milletlerin topraklarını istila ederek oluştu. 19. yüzyıldan itibaren bu milletler topraklarını bir bir geri almaya başlayınca imparatorluk bölünmeye, ufalmaya ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti olarak Anadolu’ya sığınmaya mecbur kaldı. Bu travmanın etkisi bu ülkede hala sürüyor. ‘’Bu millet, bu vatan bölünmez’’ şeklinde her gün duyduğumuz haykırışlar bir korkunun ifadesi. Ama artık, bu ezbere ve korkuya dayalı yanlış politikalar nedeniyle bölünme noktasına geldiğimizi idrak etmemiz ve‘’korkunun ecele faydası yok’’ sözünü hatırlamamız gereken bir döneme gelmiş bulunuyoruz.
Doğrudur, Anadolu’daki Türklerle Kürtler gerçekten çok karışmıştır. Fakat, 12-15 milyon Kürt vatandaşımızın çoğu hallerinden memnun değilse, Türklerin kendilerine haksızlık ettiğini, Milli Mücadele sırasında verilmiş olan vaatlerin tutulmadığını düşünüyorsa, mutlu olmak için temel haklarının tanınmasını talep ediyorsa, bu yapılmadığı için ülkede 30 yıldır süren bir iç savaş yürütülüyorsa Ankara’nın meseleye radikal bir zihniyet değişikliği çerçevesinde bakması gerekmez mi? Kesinlikle gerekir. Üstelik, Suriye’deki kaos bugün bu ihtiyacı çok büyük ölçüde artırmıştır.
Ne yapmalı? Türkiye’deki Kürt vatandaşlarımızın kendilerini her bakımdan eşit ve güvende hissedecekleri ortam vakit geçirilmeden sağlanmalı… Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarında, ‘’kutsal’’ Misak-ı Milli belgesinde Kürtlerin de kendilerine mahsus etnik, sosyal ve coğrafi hukuku bulunduğu ilan edilmişti. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi açıldığında bunu teyiden beyan etmiş ve buna uygun düzenlemelerin zafer kazanıldıktan sonra kardeşler arasında görüşülüp belirleneceğini söylemişti. Zaferden sonra bu vaatler unutuldu. Bugün Kürt yurttaşlarımızın istediği bu vaadin gereğinin yapılmasından ibarettir: Kardeşler oturup konuşsun ve özerklik mi özerklik, federasyon mu federasyon, anayasada gerekli değişiklikler mi birlikte belirlensin. Kıbrıs’taki 120 bin Türk için dünyada eşi benzeri bulunmayan bir anayasayı empoze etmiş, bu garip statüyü korumak için savaşa girmiş, uluslararası camianın itirazlarına rağmen adayı 30 yıldır işgal etmeyi sürdüren bir devletiz. 12-15 milyon vatandaşımızın temel hukukunun ve haklı taleplerinin karşılanması hususunda neden ipe un seriyor ve milletçe bu kadar büyük acılar çekmek zorunda kalıyoruz?
İçinde bulunduğumuz çıkmaz yoldan çıkabilmek için, mutlaka, ‘’Korkunun ecele faydası yok’’ lafına inanmamız lazım. Kürt vatandaşlarımızın doğal haklarını yukarda sayılan formüller çerçevesinde tam olarak tanırsınız, buna rağmen ayrılmak isterlerse ayrılsınlar. Eski kafayla gidersek, korkularımızın esiri olmaya devam edersek, milletçe şimdiye kadar ödediğimiz ağır bedelleri gölgede bırakacak bedeller ödemek durumuna kalabileceğimiz yepyeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Zira bölgemizde, bu meselenin bambaşka bir nitelik kazanmasına yol açabilecek ciddi gelişmeler meydana gelmektedir. Türkiye’nin, Ortadoğu ve Suriye’deki kaosun yaratmakta olduğu koşullarda eski Yugoslavya’nın düştüğü duruma düşmesi tehlikesi göz ardı edilemez. Zaman, gelecek yılki seçimin, iki yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminin hesabının yapılacağı zaman değildir.
Umutlu olabilir miyiz? Maalesef hayır. Çünkü ülkemizdeki manzaraya bakınca, ‘’Kılavuzu karga olanın…’’ darbı meselini her gün hatırlamadan edemiyoruz. Oysa, bu kadar güçlü ve karizmatik Erdoğan’ın tarihe geçecek işler yapması mümkün.