Politika

Ünal Ünsal: Kürt sorununda korkunun ecele faydası yok

'Kürt vatandaşlarımıza doğal haklarını tanırsınız, buna rağmen ayrılmak isterlerse ayrılırlar. Eski kafayla gidersek, büyük bedeller ödeyeceğimiz yeni bir döneme gireriz'

18 Ekim 2012 23:49

 

Ünal Ünsal

Emekli büyükelçi

Kürt sorunu Ortadoğu’daki gelişmelerin etkisi altında gittikçe karmaşık ve daha patlayıcı bir konuma geldi.  Bu gerçeğin, başta iktidardakiler olmak üzeregüzide politikacılarımız tarafından görülmediği de maalesef bir gerçek. Milliyetçi/muhafazakar damarın güçlü olduğu ülkemizde politika, kitlelerden alkış almak, bunun için rakibi küçük düşürmek  amaçlı hamaset ve hakaret edebiyatına ağırlık vermek  olarak  anlaşılıyor. (Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün insanlığına gösterilen korkunç  tepkiyi nitelendirecek  kelime bulmak mümkün değil.) Bu abuk sabuk anlayış, ağır sorunlarımızın çözümünü (başta Kürt, Ermeni, Kıbrıs sorunları olmak üzere) geciktirmekle kalmıyor bunların  çözümünü daha da zorlaştırıyor.

Kürt sorununa baştan beri gerçekler bazında değil, hamaset, milliyetçi ezberler ve tutucu refleksler çerçevesinde yaklaştık. PKK’nın başlattığı isyanın gerçek nedenlerini görmemiz yıllar sürdü. Son yıllarda bu nedenleri yavaş yavaş anlamaya ve istemeye istemeye kabullenmeye başladık.

Ama, bu toplumun ve politik liderlerinin temel bir sorunu var: Bir  sorunu çözmeye çalışırken, gıdım gıdım gitmek, dolayısıyla, değer ve anlam taşımayan gecikmiş  adımlar atmak. İngilizcede buna ‘’too late and too little’' (çok az ve çok gecikmiş) deniliyor. Yani salam taktiği…  Belki  yutturabilirim zihniyetine dayalı Şark kurnazlığının kullandığı  bir yöntem. 

AKP Kürt meselesinde, son birkaç yılda, önemli görülen ve gösterilen’’ adımlar  attı. Parti ve lideri, bunları şimdiye kadar kimsenin hayal bile edemeyeceği bir yaklaşım olarak takdim etmek için özel çaba harcıyor. Bu iddia doğru mu? Bir ölçüde doğru, tamamiyle değil. Zira, yapılanlar çok  geç yapıldı. Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın ve art arda kurulan Kürt siyasi partilerinin çabaları sonucunda müthiş bir bilinçleşme oluşmuştu. İnternet, TV yayınları, cep telefonu, sosyal medya sayesinde bu bilinçlenme daha da güçlenmişti.  AKP bu gerçeği bir ölçüde kabullenerek  o adımları atmak zorunda kaldı.Yapılanlar  büyütülüyor, çünkü  o zamana kadar hiçbir şey yapılmamıştı. Dolayısıyla, bölgedeki  bilinçleşme ve artmış olan hak talepleri karşısında, yapılanlar ‘’too little and too late’’ olarak  kaldı.

Öte yandan, AKP iktidarının  bu adımları neden attığını isabetle belirlemek  de çok önemli. Bu partinin, özellikle liderinin demokrasiyi, insan haklarına saygı  davasını  hazmetmiş olmadığı aşikar. Demokrasi ve  insan haklara saygı  söylemini kendi işlerine yaradığı sürece baş tacı ettiklerini ortaya koyan düzinelerle söylem ve uygulama var.  (Tayyip Erdoğan, ‘’Demokrasi bir tramvaydır, gideceğiniz yere kadar gider, orada inersiniz,’’ dememiş miydi?)  Dolayısıyla, Kürt vatandaşlarımız iktidarın samimiyetinden ve iyi niyetinden  de emin olamıyorlar. KCK operasyonlarındaki aşırılıklar da, BDP’nin kapatılması girişimi de yaraya tuz-biber ekti. Bu paragrafı şöyle bağlayabiliriz: AKP iktidarının Kürt meselesinde attığı adımlar, gelinmiş olan noktada Kürt vatandaşlarımızın çoğunu  tatmin etmeyecek derecede az ve zaten gecikmiş adımlardır. Bu adımların demokrasi ve insan hakları konularında duyulan hassasiyetin sonucu olduğunu söylemek de zordur.

Başlıktaki ‘’Korkunun ecele faydası yok’’  ifadesine gelince, Osmanlı Devleti, hep başka milletlerin topraklarını istila  ederek  oluştu. 19. yüzyıldan itibaren bu milletler topraklarını  bir bir geri almaya başlayınca imparatorluk  bölünmeye, ufalmaya ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti olarak Anadolu’ya sığınmaya mecbur kaldı. Bu travmanın etkisi bu ülkede hala sürüyor. ‘’Bu millet, bu vatan bölünmez’’ şeklinde her gün duyduğumuz haykırışlar  bir korkunun  ifadesi. Ama artık,  bu ezbere  ve korkuya dayalı yanlış politikalar  nedeniyle bölünme noktasına geldiğimizi idrak etmemiz ve‘’korkunun ecele faydası yok’’ sözünü hatırlamamız  gereken bir döneme gelmiş bulunuyoruz.

Doğrudur,  Anadolu’daki Türklerle Kürtler gerçekten çok karışmıştır.  Fakat, 12-15 milyon Kürt vatandaşımızın çoğu hallerinden memnun değilse, Türklerin kendilerine haksızlık ettiğini,  Milli Mücadele sırasında verilmiş olan vaatlerin tutulmadığını  düşünüyorsa,  mutlu olmak için temel  haklarının tanınmasını talep ediyorsa,  bu yapılmadığı için ülkede 30 yıldır süren bir iç savaş yürütülüyorsa   Ankara’nın  meseleye  radikal bir zihniyet  değişikliği çerçevesinde bakması gerekmez mi? Kesinlikle gerekir. Üstelik,  Suriye’deki kaos  bugün bu ihtiyacı  çok büyük ölçüde  artırmıştır. 

Ne yapmalı? Türkiye’deki Kürt vatandaşlarımızın kendilerini her bakımdan eşit ve güvende hissedecekleri ortam  vakit geçirilmeden sağlanmalı…  Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarında,  ‘’kutsal’’ Misak-ı Milli belgesinde Kürtlerin de  kendilerine mahsus etnik, sosyal ve coğrafi hukuku bulunduğu ilan edilmişti. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi açıldığında bunu teyiden beyan etmiş ve buna uygun düzenlemelerin zafer kazanıldıktan sonra kardeşler arasında görüşülüp belirleneceğini  söylemişti. Zaferden sonra bu vaatler unutuldu. Bugün Kürt  yurttaşlarımızın  istediği  bu vaadin gereğinin yapılmasından  ibarettir:  Kardeşler oturup konuşsun ve  özerklik mi özerklik, federasyon mu federasyon, anayasada gerekli değişiklikler mi  birlikte belirlensin. Kıbrıs’taki 120 bin Türk için dünyada eşi benzeri bulunmayan bir anayasayı empoze etmiş, bu garip statüyü korumak için savaşa girmiş, uluslararası camianın itirazlarına rağmen adayı  30 yıldır işgal etmeyi sürdüren  bir devletiz.  12-15 milyon vatandaşımızın  temel hukukunun  ve  haklı taleplerinin karşılanması hususunda  neden ipe un seriyor ve milletçe bu kadar  büyük acılar çekmek zorunda kalıyoruz?

İçinde bulunduğumuz çıkmaz yoldan çıkabilmek için, mutlaka, ‘’Korkunun ecele faydası yok’’ lafına inanmamız lazım.  Kürt vatandaşlarımızın doğal haklarını yukarda sayılan formüller çerçevesinde tam olarak  tanırsınız, buna rağmen ayrılmak isterlerse  ayrılsınlar. Eski kafayla gidersek, korkularımızın esiri olmaya devam edersek, milletçe  şimdiye kadar ödediğimiz ağır  bedelleri gölgede bırakacak  bedeller  ödemek durumuna kalabileceğimiz  yepyeni  bir  döneme  girmiş bulunuyoruz. Zira bölgemizde, bu meselenin bambaşka bir nitelik kazanmasına yol açabilecek  ciddi gelişmeler meydana gelmektedir.  Türkiye’nin, Ortadoğu ve Suriye’deki kaosun  yaratmakta olduğu koşullarda eski Yugoslavya’nın düştüğü  duruma düşmesi tehlikesi göz ardı edilemez.  Zaman, gelecek yılki seçimin, iki yıl sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminin hesabının yapılacağı  zaman değildir.

Umutlu olabilir miyiz? Maalesef hayır.  Çünkü ülkemizdeki manzaraya bakınca, ‘’Kılavuzu karga olanın…’’  darbı meselini  her gün hatırlamadan edemiyoruz. Oysa, bu kadar güçlü ve karizmatik  Erdoğan’ın tarihe geçecek  işler yapması mümkün.