Söyleşi

Ünal Ünsal: BM'nin İsrail raporunda bardağın dörtte üçü dolu!

Emekli Büyükelçi Ünsal’a sorduk: Palmer Raporu’nun doğruları ve yanlışları neler? Dışişleri krizi baştan öngördü mü? BM neden hukuku değil politikay

18 Eylül 2011 03:00

Hazal Özvarış- T24

Palmer Raporu’nun doğruları ve yanlışları neler? Türkiye nerede yanlış yaptı? Dışişleri Bakanlığı krizi baştan öngördü mü? BM neden hukuku değil politikayı seçti? Mavi Marmara’nın tazminat bedeli ne kadar? Türkiye'nin İsrail çıkışında Arap Baharı'nın rolü var mı? İsrail konuşmak için neyi bekliyor? 6 ay içinde Türkiye-İsrail ilişkisi nerde olacak?


Palmer Raporu’na farklı bir bakış açısı getiren emekli Büyükelçi Ünal Ünsal’a mail aracılığıyla sorduk. İşte Ünsal’ın www.t24.com.tr’nin sorularına verdiği cevaplar:




‘Palmer Paneli siyasi misyonla yola çıktı’


Taraf gazetesinde Palmer Raporu’nun “geçersiz veya dengesiz olduğunu ileri sürmenin yanlış olduğunu” ifade eden bir yazı kaleme aldınız. Meslektaşlarınız arasında bir istisna mısınız yoksa genel eğilim bu yönde mi?

Taraf'ta çıkan yazımda ne anlatmak istediğimin doğru olarak anlaşılması lazım. Raporda, panele politik amaçlı bir görev verildiği ve kimin  suçlu kimin  suçsuz olduğunu saptayacak bir mahkeme olmadığı vurgulanıyor. Raporda yazıldığına göre amaç, zaten karışık olan Ortadoğu'nun, Arap  dünyasındaki yeni gelişmelerden sonra daha da karışması karşısında, Mavi Marmara meselesini geride bırakıp ileriye bakmanın nasıl sağlanacağı... Bunun,  hem uluslararası camia hem de Türkiye ve İsrail için  önemli  olduğu, panelin bu hedefe ulaşmak için çalıştığı söyleniyor. Bir soruna siyasi bir formül çerçevesinde çözüm arayacaksanız, dar hukuki kalıpların dışına çıkmanız, esneklik göstermeniz, geniş düşünmeniz gerekir. Sonuç ortaya çıktığında bardağın en az yarısının boş olacağını hesaba katmanız icap eder. Rapora  bu anlayışla baktım ve bardağın  yarısının değil dörtte üçünün dolu olduğu kanaatine vardım. O nedenle, ''rapor geçersizdir  veya dengesizdir'' demenin yanlış olduğu görüşümü dile getirdim. Ve hükümetin bu  panel  işine girerken ne yaptığını bilip bilmediğini sordum.

Meslektaşlarım arasında istisna mıyım meselesine gelince, bu konuyu konuştuğum meslektaşlarımın sayısı az. Onlar da, panele politik amaçlı bir görev verilmiş olmasından ve sonucun o çerçevede değerlendirilmesi gereğinden çok, İsrail'e karşı alınması öngörülen tedbirlerin, özellikle Uluslararası Adalet Divanı’na başvurma tehdidinin geçerliliği üzerinde duruyorlar.  Bundan, İsrail'e karşı daha sert olmalıyız demek istiyorlar gibi bir anlam çıkarılmamalı.

Palmer Raporu’nun doğruları ve yanlışları nelerdir?

Palmer Paneli'ne politik bir hedef gösterilmiş ve bence panel pek ala iyi bir iş çıkarmış. Daha önce de söylediğim gibi, bizim bakımımızdan bardağın dörtte üçü dolu. Birçok insan, panelin 105 sayfalık raporunu ve konuyla ilişkili başka belgeleri okumadan fikir beyan ediyor. Rapor Gazze'ye uygulanan deniz ablukasının İsrail'in güvenlik endişesinden kaynaklandığını belirttikten sonra, gerek deniz ablukası gerek karadan uygulanan ambargo konusunda ciddi tenkitlerde bulunuyor. Yani, İsrail'e, deniz ablukasına başvurma hususunda hak verdikten sonra bu hakkın kullanılmasında yapılan hukuksuzlukları, yanlışları ortaya koyarak, verdiğini neredeyse geri alıyor.

En önemlisi, Mavi Marmara'ya ve diğer gemilere yapılan İsrail saldırısı hakkında ağır  suçlamalar var raporda. Raporun uzun bir bölümü, ilerde bu tür olayların meydana gelmemesi için neler yapılması gerektiğine ayrılmış. Bu bölümde yer alan tavsiyelerin çok büyük kısmı da, İsrail'in uygulamalarını eleştirir nitelikte. Ek bir nokta: Raporda  da belirtildiği gibi, raporun hukuki bakımdan  bağlayıcı bir vasfı yok, sadece mütalaa niteliğinde...


‘Hükümet neden 1 sene önce yayımlanan BM raporunda uyanmadı?’  


Yazınızda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun panelin politik amaçlı hazırlandığını bilmesine rağmen rapor basına sızdıktan sonra panele hakim olan politik düşünceden şikayet ettiğini yazdınız. Dışişleri, krizi başından beri öngörüyor muydu?

Dışişlerinin neyi öngörüp neyi öngörmediği hususunda bilgim yok. Ama panele verilen görev politik amaçlı olduğuna göre, Dışişlerinin ve hükümetin, bardağın önümüze tamamı dolu  olarak konulmayacağını en başta düşünmüş olması gerekirdi. Çok uzak bir ihtimal olmakla birlikte, hükümetimiz Palmer Paneli'nin siyasi bir misyonla yola çıktığından, yani politik bir uzlaşma arayışı için çalışacağından bihaber idiyse, neden Cenevre’deki BM İnsan Hakları Konseyi tam bir yıl önce, Eylül 2010'da Mavi Marmara olayı hakkındaki raporunu yayınladığında uyanmadı? Bu rapor İsrail'i yerin dibine batırıyor. Ama  11. maddesinde de  diyor ki,  biz olayı uluslararası hukuk ve insan hakları bakımından  inceledik. Palmer Paneli'nin görevi ise tamamen farklıdır ve ''nihai hedefi, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri, aynı zamanda, Ortadoğu'daki durumu olumlu biçimde etkilemektir.''Bu ne demek? İsrail'in hukuk önünde ağır suçlu olduğunu biz saptadık ve ilan ettik. Fakat meselenin  bir de siyasi boyutu vardır, o da Palmer Paneli'nin işidir. Anlaşıldığına göre hükümet, panelin  de meseleye bir mahkeme gibi yaklaşmasını istedi, sorun bu yüzden çıktı.

Uluslararası barışın nihai amaç olduğu BM için hukukun politikadan önce gelmesi gerekmez mi?

Keşke öyle olsa diyebilsek... Dünyanın realiteleri karşısında uluslararası barışın sadece hukukla sağlanması mümkün değil. Hukukun katı kuralları bazen uzlaşmanın, hatta barışın önünde engel olabiliyor. O yüzden BM antlaşmasında da, uluslararası  uyuşmazlıkların çözümü için müzakere, arabuluculuk, hakemlik gibi diplomasi ve politikaya ağırlık veren yöntemlerin kullanılması isteniliyor. Dünya barışı sadece hukuk yoluyla sağlanabilecek olsa her sorunun Uluslararası Adalet Divanı'na havale olunması öngörülürdü.

Raporda Türkiye’nin İHH’yı eylemden vazgeçirmek için daha fazlasını yapabileceği söylendi. Ahmet Altan da ”öldürülen kurbanlardan birinin ‘Şehit olmaya gidiyorum’ dediği, yolcuların en azından bir kısmının ‘barışçı’ bir eylemin içinde ‘savaşçı’ bir damar aradığı bilinmesine rağmen, neden hükümet bu eyleme izin verdi?” diyerek hükümeti eleştirdi. Türkiye nerde yanlış yaptı, ne yapmalıydı?

İsrail'in Mavi Marmara olayında ortaya koyduğu hukuk, insaf ve insanlık dışı uygulamalar karşısında  isyan etmemek mümkün değil. Ben, hem Türkiye'nin hem İsrail'in Mavi Marmara olayı dolayısıyla hazırlayıp Palmer Paneli'ne sundukları raporları okudum. Ahmet Altan'ın söyledikleri doğru. Bir bela çıkacağının nasıl olup da görülemediğini anlamak mümkün değil. Hükümetimiz, demokratik bir ülkeyiz, gemilerin hareketini durduramazdık gibi ''çok sevimli'' bir gerekçe ileri sürmüş. Sonuçta bela çıktı ve bundan herkesle birlikte, asıl, kendilerine yardımcı olunmak istenilen Filistinliler zarar gördü. Nedeni şu: Türkiye güçlenen, özellikle bölgemizde itibarı ve ağırlığı artan bir ülke. Bu konumunu Filistinlilerin İsrail karşısında çektikleri sıkıntıları ve acıları giderecek biçimde kullanabilirdi. Palmer raporuna gösterdiğimiz tepki, Türkiye'nin elindeki bu değerli politik ve psikolojik imkânı yok etmiş oldu.

Palmer Raporu görüşmelerine Türkiye temsilcisi emekli büyükelçi Özdem Sanberk, İsrailli temsilcinin Mavi Marmara olayında askerilerin suçlu gösterilmesi yüzünden raporu kabul etmediğini söylemişti ancak 3 Eylül’de İsrail raporu kabul ettiğini açıkladı. İsrail süreçte geri adım mı attı?

Basından öğrendiğimize göre, tazminat ve özür taleplerimizin karşılanması amacıyla Türk ve İsrailli yetkililer arasında  gizli görüşmeler yapılmış ve bir formül üzerinde anlaşmaya varılmış. İsrail'deki koalisyonun ortağı ve Dışişleri Bakanı Lieberman itiraz ettiği için sonuç alınamamış. Bu durumda İsrail, “nasıl olsa Türkiye Palmer raporunu kabul etmeyecek, o halde, aleyhimde olmakla birlikte, Gazze ablukası hakkında  lehimde ifade içeren bu raporu kabul edip puan kazanayım” demiş olabilir.


‘İsrail’de vicdan sahibi insanlar yeterince etkili olamıyor’ 


İsrail için özür dilemek neye tekabül ediyor? Özür, ne kaybettirir?

Doğrusu, uluslararası ilişkilerde özür meselesinin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Geçtiğimiz günlerde, Amerikan üniversitelerinde uluslararası ilişkiler okutan Faruk Ekmekci adlı bir akademisyenin, İsrail'den özür talebimizin yanlış olduğunu, dünyadaki uygulamalardan örnekler vererek anlatan makalesini görünce bu işin kolay olmadığını anladım. Makaleyi internetten bulmak mümkün.

Özdem Sanberk, “Her iki tarafta da barış isteyen, Gazze’deki ablukaya son verilmesini isteyenler var. İsrailli temsilci Joseph Ciechanover da bunlardan biriydi” dedi. İsrail, Gazze ablukasını kaldırmak mı istiyor?

İsrail'de de vicdan, insaf  sahibi insanlar olmaması mümkün mü? Ama yeterince etkili olamıyorlar. Sorunuza gelince, Palmer Raporu vesilesiyle okuduğum belgelerin ışığında ve Arap dünyasındaki altüst oluşun ne şekilde sonuçlanacağı belli değilken İsrail'in ne deniz ablukasını ne de Gazze'ye karadan uyguladığı ambargoyu kaldıracağını sanmıyorum. Ablukayı da ambargoyu da temel güvenlik tedbirleri olarak görüyor. Bu arada, Mavi Marmara olayından sonra deniz ablukası konusunda bazı düzeltmeler yaptığı anlaşılıyor.


‘Bozkır’ın Türkiye temsilcisi Sanberk eleştirisi haksız ve yersiz’


İsrail, raporu kabul ederek tazminat ödemeyi kabul etmiş oldu. Sizce, Mavi Marmara’nın bedeli ne kadar?

Hiçbir fikrim yok.

Türkiye, raporu kabul etmemesine rağmen bu tazminatı alır mı?

Üç temel  şartımız var ve bunların hepsinin karşılanması hususunda ısrarlıyız. Sorunun cevabı, hayır.

Özdem Sanberk, raporun taslağını gördükten sonra “yok hükmündedir” diyerek komisyondan çekildi. Ancak, AKP milletvekili emekli büyükelçi Volkan Bozkır “Sanberk, görevinden ayrılsa raporun bu şekilde çıkmasını engelleyebilirdi” dedi. Sanberk, hükümetin arzu ettiğinden farklı mı hareket etti?

Çekilip çekilmemek, raporu kabul edip etmemek Özdem Beyin, Ünal Beyin vereceği bir  karar olabilir mi? Panele gönderilen kişi Türkiye'nin temsilcisidir,  hükümetçe görevlendirilmiştir. Talimatını  Ankara'dan alır, ona göre hareket eder. Ancak Ankara “çekil” derse çekilir. Meslektaşımız Volkan Bozkır'ın Sanberk'e karşı yaptığı çıkışın çok haksız ve yersiz olduğunu belirtmek isterim.


‘Palmer Raporu büyük ölçüde Türkiye lehinde ve İsrail aleyhinde’ 


Başbakan Erdoğan, Birleşmiş Milletler’i İsrail’e prim vererek suçun faili olmakla itham ederken Filistin bayrağının göndere çekileceği yer olarak yine BM’yi gösteriyor. Bu bir çelişki mi yoksa Birleşmiş Milletler’in “doğruyu bulacağı”na dair inanç mı?

Uluslararası ilişkilerde ''reel politika''nın ağırlığını  gözden kaçırmayalım. Ne dünyada ne de BM'de işler ideal ölçülere uygun biçimde yürüyor. Birleşmiş Milletler organlarında İsrail aleyhinde yüzlerce  karar alınmıştır. Kıbrıs nedeniyle de Türkiye aleyhinde alınmış düzinelerle karar var. İsrail aleyhindekileri alkışlarız, Türkiye aleyhindekilere kızarız. Demek istediğim, işine geldiğinde herkes BM'yi övüyor, gelmediğinde sövüyor. Cenevre’deki İnsan Hakları Konseyi’nin Mavi Marmara  raporuna bayıldık, Pamir’inkini çöpe attık. BM Genel Kurulu’nda Filistin devlet olarak tanınırsa ''Bravo BM'' diyeceğimize kuşku yok. 

Hükümetin Palmer Raporu’na tepkisiyle güven bunalımının kaçınılmaz olduğunu söylediğiniz BM ile Türkiye ilişkisi nasıl bir seyir alacak?

Bana göre panel, kendisine verilen siyasi misyona uygun biçimde hareket etti ve büyük ölçüde İsrail aleyhinde ve Türkiye lehinde olan bir rapor yayınladı. Bunu reddettiğimiz gibi, İsrail'e karşı, bölgedeki gerginliği ve istikrarsızlığı daha da arttırma potansiyeli taşıyan önlemler ilan ettik. Bu durumda Genel Sekreterin ve BM teşkilatının Türkiye'ye sempati ile bakması mümkün mü? Bu gelişmenin ilişkilerimizi nasıl etkileyeceğini göreceğiz. Ancak, araya soğukluk girdiği kesin.


‘AKP, Gazze davasını milli dava konumuna taşıdı’  


Fatih Üniversitesi Siyasal Bilgiler Öğretim Üyesi Dr. Doğu Ergil, 2010’un Haziran ayında Türkiye’den bir heyetin Mavi Marmara olayı ardından batıda oluşan “dış politikada daha İslami, daha Ortadoğulu, daha Hamas yanlısı bir Türkiye” algısını değiştirmek üzere panikle ABD’ye gittiğini söylemişti. Hükümetin artık bu kaygıları kalmadı mı?

Bugünkü iktidarın ve genel olarak Türkiye halkının Araplara ve özellikle Filistinlilerin dertlerine gittikçe artan ölçüde ilgi duyduğu aşikâr. Başbakanın son yıllarda kullandığı İsrail karşıtı söylemle birleşince bu olgu Erdoğan'ın Arap âlemindeki popülaritesini muazzam şekilde arttırdı. Sanıyorum iktidar, Arap dünyasında baharın başlamasını, AKP tecrübesinin bu ülkelere ihracı için altın bir fırsat olarak gördü. Bu fırsatı tam biçimde değerlendirebilmek için İsrail faktörünün  kullanılması da önemliydi. AKP'nin seçimlerden  üçüncü kez ve büyük farkla başarılı çıkması da ağırlıklı bir faktör olarak göz önünde tutulmalıdır. Bunların etkisiyle AKP iktidarı  içerde ve dışarıda aşırı bir özgüvenle hareket etmeye başlamış görünüyor. Bu manzaraya bakarak, hükümetin kaygısı kalmamıştır diyebiliriz. ''İktidar baştan çıkarır, mutlak iktidar mutlaka...'' kuralının devreye girdiğini söyleyenler de  var.


‘Erdoğan, Arap Baharı yaşanmazsa İsrail çıkışını muhtemelen yapamazdı’


Tecrübelerinize dayanarak soralım, 6 ay içinde Türkiye- İsrail ilişkileri nasıl bir çerçeve alacak?

İsrail'de ılımlı, makul bir hükümetin iş başına gelmesi havanın düzelmesine yardımcı olabilir. Öte yandan, Arap ülkelerindeki çalkantının nasıl bir seyir izleyeceği, özellikle Mısır'daki yeni rejimin niteliği iyice ortaya çıkmadan İsrail'in abluka ve ambargo konusundaki politikasını değiştirmesi zor görünüyor. AKP iktidarının,  Gazze davasını çeşitli saiklerin etkisiyle neredeyse milli bir dava konumuna taşıdığı da hesaba katılmalı. Dolayısıyla, olağan dışı gelişmeler meydana gelmedikçe İsrail'le ilişkilerimizin gerginliğini koruyacağını düşünüyorum. 

Arap Baharı yaşanmasa, coğrafyanın diktatörleri yönetimde olsa, Erdoğan, İsrail çıkışını yine yapabilir miydi?

Zor bir soru. Muhtemelen yapamazdı diyeceğim.

“İsrail’in üzüntü beyanıyla yetinmeyenlerin 1915’te yaşananların ardından Ermenilerden özür dileyenleri suçlayanlarla aynı iktidara mensup olduğunu” söylediniz. AKP için, İsrail faktörünü kullanmak içteki krizleri çözmekten neden daha kolay?

Ülkemizde İsrail'in politikalarına karşı haklı bir öfke varken Mavi Marmara vahşeti patlak verdi. Milliyetçiliğin, yabancı düşmanlığının, dine yönelişin  tırmandığı ülkemizde ''Türkiye'nin namusu, şerefi, itibarı ayaklar altına alınıyor, hem de İsrail tarafından''  türünden bir laf ettiğinizde milyonlarca insanı, medyayı, muhalefet partilerini peşinize takmanız çok kolaydır. İçerdeki sorunların çözülebilmesi için ise ciddi çalışmalar sonucunda akıllı politikalar üretmeniz, kamuoyunun çeşitli kesimlerini ikna etmek için uzun boylu uğraşmanız gerekir. Bunun, daha zor ve zahmetli bir iş olduğu açık.

Eski İsrail Başbakanı David Ben Gurion, “Türkler bize herkesin önünde resmi nikah kıydıkları eşleri gibi davranmak yerine, hep bir metrese davranır gibi davrandılar” demişti. Sizce, İsrail hala böyle mi düşünüyor? Bu görüşe katılıyor musunuz?

Gurion bu sözü neden ve hangi bağlam içinde söylemiş bilmiyorum. O yüzden bir şey söyleyemem.

Wikileaks’in sızdırdığı 2007 tarihli belgede İsrailli Başmüsteşarı’nın şu ifadeleri yer alıyor: “Türk siyasetçileri içerideki izleyicilere oynuyorlar. Onlar bağırıp çağırıyorlar ve biz de onları affetmeyi tercih edip yaptıklarını görmezden geliyoruz. Önemli olan, bu ilişkiyi elimizden geldiğince iyi bir şekilde sürdürebilmek.” Belgeyi kaleme alan ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Janice Weiner’ın ifadesiyle İsrail, konuşmadan önce “Türkiye’nin taşkınlığı”nın geçmesini mi bekliyor?

İsrail'in Türkiye ile ilişkilerini mümkün olduğunca iyi bir şekilde sürdürmekten yararlı çıkacağı kuşkusuz. Ancak, İsrailli diplomatın o ifadeleri kullandığı 2007 yılından  bu yana çok şey değişti. AKP'nin Araplara yakınlığı ve dini duyarlılığı Gazze'deki olaylarla ve Mavi Marmara saldırısıyla birleşince  hükümet Filistin meselesini neredeyse milli bir meselemiz haline getirdi. Türkiye'nin  ciddi ağırlığı bulunan  bölgesel bir güç haline gelmiş olduğu vakıası da göz önüne alındığında iktidarın, kendisine içerde ve Arap âleminde itibar sağlayan bugünkü pozisyonunu değiştireceğini düşünmek zor. Üstelik Palmer raporuna tepkimizi bir yana koyarsak, Gazze (ve Filistin) meselesinin özünde, müsteşarın sözleriyle, ''Türkiye'nin taşkınlığı''ndan çok İsrail'in taşkınlığı yatıyor.