Politika

Ümit Fırat'tan, Cengiz Çandar’a geç kalmış bir cevap

Çandar, ''.. Bunca yıllık yakın arkadaşım Çandar’a birkaç söz de benim söylemem farz oldu'' dedi

08 Temmuz 2012 23:01

 

- Ümit Fırat

Star-/Açıkgörüş

8 Temmuz 2012

 

Cengiz Çandar’a geç kalmış bir cevap

 

Cengiz Çandar 20 Mart 2012’de Radikal’deki köşesinde “İyi Kürtler'in Nevruz'u 'Kötü Kürtler'in Newroz”u başlıklı bir yazı yazdı. FB, KCK, ÖYM-ÖYS'ler, vs...”  başlıklı 29 Haziran 2012 günkü köşesinde de bu yazının devamı sayılabilecek bir şeyler daha yazdı. 

İlk yazısı üzerine bizlere reva gördüğü yakıştırmaları, geçici bir ruhsal bunalım sonucu yazdı sayıp, kendisini telefonla aramayı tercih etmiştim. Yıllardır süren yakın dostluk ve arkadaşlığımızın insani sorumluluğu ile yaptığı tespitlerin doğru olmadığını, haksızlık ve densizlik ettiğini yüzüne karşı söyledim.

Hedeftekilerden Orhan Miroğlu ise, 29 ve 31 Mart 2012 günlerinde, Taraf’taki köşesinde Cengiz’e sert cevaplarla karşılık verdi. Keza hedefteki diğer arkadaşım Muhsin Kızılkaya’yı ise, cevap yazma fikrinden ben vazgeçirmiştim.

Bu arada yaşamlarını ve gıdalarını ‘Kötü Kürt’ oldukları belirttiği kişilere ve PKK’ye yardakçılık yaparak ve tabii ki bizlere söverek sürdüren bir kısım göçmen “Kürt” de yazıyı çok beğenmiş olmalılar ki, anında sahiplenip internette değerlendirdiler.

Konuşmamızdan sonraki günlerde, hiç değilse birkaç kişiden özür dilemesini ve kimleri kastettiğini açıklamasını bekledim, ama hiç sesi çıkmadı. Tersine, aradan 100 gün geçtikten sonra sanırım yoğun bir araştırma/inceleme faaliyeti nedeniyle son 1 yıl içersinde defalarca gittiği Birleşik Krallık’da, bu kez de Galler’i tanıyıp incelemek için ağırlanmakta olduğu eski bir kraliçe şatosundan ‘özrü kabahatinden büyük’ bir yazı daha yazdı.

 

‘İyi Kürtler-Köyü Kütler’ icadı

 

Hal böyle olunca da, bunca yıllık yakın arkadaşım Çandar’a birkaç söz de benim söylemem farz oldu.

Öncelikle belirtmek isterim ki, GÜNSİAD Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, 18 Mart Pazar akşamı İstanbul Çırağan Sarayı'nda düzenlediği “Cengizin Kürtlerine göre Newroz”, bizim gibi “iyi Kürtlere” için de Nevruz kutlamasına, yazısında belirttiği gibi sadece kendisini değil, davet ettiği herkesi büyük bir incelik, nezaket ve ısrarla arayıp gelmelerini sağlamaya çalışmıştı.

Çandar, 20 Mart günkü yazısında GÜNSİAD’ın Nevruz'una  katılanları, yani bizleri tanımlarken, bazı ders ve uyarılarda da bulunmadan edemiyor:

“Türkiye'de "PKK nüfuzu" dışında kalan, bazıları amansız "PKK karşıtı" ne kadar Kürt şahsiyet varsa, oradaydı. "Devletin sevebileceği Kürt türü", "İyi Kürtler" yani.

Birkaç Ak Parti milletvekili dışında "devlet" yoktu ama. BDP'liler de o gün cereyan eden "olaylar"ın ve "can kaybı"nın ağırlığı altında, gelemeyeceklerini Şahismail Bedirhanoğlu'na bildirmişlerdi. Yani, sorunun "doğrudan" iki tarafı da yoktu Çırağan Sarayı'nda. Devlet de yoktu, "Kötü Kürtler" de.

Hükümet ve devlet çevrelerinin, son günlerde bildik-tanıdık "iyi Kürtler-kötü Kürtler" ayrımı üzerinden davrandığını görüyorum. Televizyon ekranlarını, Abant Platformu'nun kürsülerini onlar dolduruyor. Ne var ki, bunların geniş Kürt kitleleri arasında hiçbir karşılığı yok. Ankara ve İstanbul'da iktidar çevresinden ve "beyaz Türkler"den alkış aldıkları oranda, Kürt halkının vicdanında batıyorlar.

Kürtlerin, özellikle bölgedeki ruh haletini anlamayan sadece, giderek "Devletin Kürtleri"ne dönüşen bu "iyi Kürtler" de değil. İktidar sözcülüğüne soyunan kalemler de, inanılmaz bir duyarsızlık halindeler. Çok "orijinal" şeyler yazdıklarını zannediyorlar. Bundan on beş yıl kadar önce Tansu Çiller'in de kendileri gibi polemikçi-eli kalem tutan "danışmanları" vardı. O yıllarda Tansu Çiller ve danışmanları ne söylüyorlarsa, belki farkında değiller ama, kendileri de aynı şeyleri söylüyorlar.”

29 Haziran günkü yazısında ise, son 1 yıldır hayatını ve felsefesini, siyasi pozisyonunu derinden etkileyen Aziz Yıldırım tutuklanması şokunun etkisiyle biraz daha hırçınlaşarak şöyle diyor:

“Hafta içinde KESK’e yönelen yeni operasyonlara bakılırsa, sivil alanda ‘devlet koruması’ ve ‘devlet onayı’ dışında kalan ne kadar Kürt varsa KCK gerekçesiyle içeri atılmış olacak.

28 Şubat’ta Türkiye’de ‘Müslüman’ kimlikli ve ‘dindar’ olmak ne kadar zor idiyse bugün ‘Kürt’ olmak, KCK yargılamaları ve tutuklama dalgalarıyla öyle bir şey haline geldi ve getirildi.

Sadece Kürtler değil, onlarla ‘empati’ halindeki Kürt olmayan herkes de öyle hissediyor.

Böyle hissetmeyen Kürtler yok mu? Var. Ekranların kendilerine açık, gazete sayfalarının kendileriyle doldurulduğu öyle Kürtler elbette var. 28 Şubat’ta kıllarına dokunulmayan İslamcılar ve Müslümanların olduğu gibi; varlar.”

Çandar’a öncelikle, küçültücü bir dille ve hafifseyerek anlattığı Newroz-Nevruz kutlamasının bir sorun çözmek adına yapılmadığını, oraya sorunun doğrudan tarafları olarak çağrılan birileri olmadığını; keza ortada, etrafındaki sandalyeleri boş kalmış bir müzakere masası da bulunmadığını, davete icabet eden bizlerin birer figüran olmadığımızı; kendisi dışında hiç kimsenin katılamayanları birer “taraf” olarak akıllarına getirmediklerini hatırlatmak isterim. Yine, o gün oraya gelemeyen BDP milletvekillerinin değil de,  davete katılan AK Partili milletvekillerinin ‘Devlet’ olduğunu da ilk kez ve hayretle Çandar’dan öğrenmiş oldum.

 

Meşru hareke mesafe…

 

Yazıdaki  “devletin Kürtleri – iyi Kürtler” olarak tanımladığı gruba giren insanlardan  biri olarak benim de içerisinde bulunduğum kesim hakkında Aslı Aydıntaşbaş’ın; yine ‘’devletin’  yetkili bir isminden yaptığı bir alıntı ile kendisini aydınlatmak isterim;

“Yıllar önce bir yetkiliyle aramda şöyle bir konuşma geçmişti. Ben, devletin Şerafettin Elçi gibi, Ümit Fırat gibi, Abdülmelik Fırat gibi bağımsız ve hatta PKK karşıtı Kürtlere karşı neden çok sert olduğunu sormuştum. 'Bıraksanız da böyle insanlar güçlense, PKK tabanı zayıflamış olmaz mı' dedim. Aldığım cevap çok ilginçti. 'Hayır' dedi karşımdaki 'Türkiye hiçbir zaman Kürtlerin meşru bir hareket tarafından temsil edilmesini istemedi. Onun daha tehlikeli olduğu düşünüldü. Yıllardır MGK'da ılımlı bir Kürt hareketinin, PKK ve silahlı terörden daha tehlikeli olacağı varsayımı vardı' dedi.

İşte şimdi değişen paradigma bu. Devlet artık Kürt hareketinin silahlı, dolayısıyla 'meşruiyet özürlü' olması gibi bir tercih içinde değil. Türkiye artık siyasi bir Kürt hareketinden korkmuyor.

Tam tersine silahların susması ve PKK'nın tasfiye sürecinin DTP çatısı altında meşru siyaset zeminini güçlendireceğinin farkında. Tarihin de akışı bu yönde. Ama artık Ankara bundan çekinmiyor. “  (Aslı Aydıntaşbaş,  29'uncu isyan bitiyor,  20 Ekim 2009 Akşam)

Ayrıca 1994 yılında Cengiz’le birlikte yer aldığımız YDH’nin kuruluş çalışmalarını sürdürürken ‘devletin’ benimle ilgili kuşkularına da en çok Çandar’ın tanık olduğunu hatırlatmak isterim.

 

TESEV raporuna kim tepki verdi?

 

Televizyon ekranları, Abant Platformu kürsüleri ve gazetelerin açık sayfalarından yararlandığımız iddiaları ile “suçladığı”, hepside sık sık ölüm tehditleri alan ve altı üstü  2 elin parmağından bile az sayıda olan Kürd’ün, bu şartlar altında ne kadar da rahat ve huzur içerisinde yaşadıklarını en iyi bilen yine Çandar olmalıdır. Kendi deyimiyle “amansız PKK karşıtı” ve “devletin sevdiği Kürtler” arasından kimlerin, hak etmeden bir yerlerde yazdığını veya konuşturulduğunu ise açıklamayı tercih etmiyor. Eğer TV ekranlarına çıkmak, Abant Platformuna davet edilmek birilerine haksız imtiyaz sağlıyor idiyse, neden kendisi davet edilince sıklıkla icabet ediyor? Çok şükür hali vakti yerinde biri olarak bu teklifleri rahatlıkla reddedebilirdi.

Çandar, empati halinde olduğu insanlar yüzünden bu ülkede nelerden mahrum kaldığını veya ne gibi tehditlere maruz kaldığını da maalesef izah etmiyor. Bir yerlerde TESEV  için hazırladığı rapor nedeniyle mağdur edildiğini iddia ediyor. Oysa ki, yüzüme karşı söylediğine göre, benden de önemli yardım ve tavsiyeler aldığı, bazı görüşlerime yer verdiği TESEV raporuna en büyük tepki, “Kötü Kürtlerin” en üst yöneticilerinden biri olan Mustafa Karasu’dan gelmişti. Cengiz buna çok üzülmüş; cevaben raporda PKK liderlerinden Murat Karayılan’ın görüşlerine geniş ölçüde yer verdiğini ifade etmişti. Ama Murat Karayılan bunu hep yapar; ne zaman hoşunuza giden bir şeyler söylerse, Avni Özgürel röportajı sonrasındaki Dağlıca baskını ve Duran Kalkan açıklamalarından da öğreneceği gibi ardından askeri kanattan birileri çıkıp onu tekzip ederler.

Antipati duyduğu ‘İyi Kürtlerin’ hiçbirinin yazmak ve konuşmak suretiyle düşüncelerini açıklamaları, özel bir muamele veya kayırma görmelerinden kaynaklı değil, aksine, hepsinin pek çok risk ve tehdidi göze alarak gerçekleştiği faaliyetlerdir. Kimlerin hangi düzeyde devlet ve siyaset adamlarından ne tür himayelere mazhar olduklarını, arpalıklardan yararlandıklarını, gazetelerde köşe ve makam sahibi olduklarını bildiğimizi ise Çandar da biliyordur pekâlâ.

Bana gelince; kimselere danışmanlık yapmadım, arpalık tabir edilen herhangi bir kurumdan da istifadem olmadı. 1992 sonrası gelişen imkânlar doğrultusunda ne Erbil, ne de Süleymaniye’de hiçbir ticari iş ilişkim olmadı ve kimselere aracılık da yapmadım.

 

Kimler barış istiyor?

 

Bir dönem, yoksul ailelerden gelen pek çok genç emsalim gibi ben de öğrencilik yıllarımda bir devlet kurumunda (DSİ)’de 1972’de işime son verilene kadar işçi statüsünde çalıştım. Tam kırk yıldır da zorunlu bir ikamet olarak 4 yıllık cezaevi yaşamım hariç, devletle askerlik dâhil hiçbir mesaim olmadı. Hiçbir resmi veya özel kurumdan ve devletten burs almadım. Ortaokul ve liseli yıllarımın bir bölümünü okuduğum Erzincan Askeri Lisesi’nden atıldıktan sonra ödemem gereken tazminat da 1974 yılında çıkan 1803 af kanunu ile kaldırıldı.

Hayatımın 50 yıla yakın kısmında hep Kürt dünyasında oldum; eski TİP ve DDKO’nun onurlu bir Kürt mensubu olarak yaşadım. Daima demokrasi, insan hakları ve özgürlükler ekseninde mücadele ettim. Asla Stalin ve Mao gibi insanlık düşmanı putlara itibar etmedim. Hiçbir davranışımla geniş Kürt kitleleri arasında taban bulma veya oy sahibi olmak gibi bir derdim olmadı. Cengiz’in iddiasının aksine başımın dik, alnımın açık olması sayesinde sessiz kalmış pek çok Kürdün vicdanına tercüman olduğumu, onlar için bir umut ve teselli olduğumu, sohbette bulunmak ve dertleşmek isteklerini yüzüme söyleyen sayısız Kürt’le karşılaşıp kucaklaştığımı gururla ifade edebilirim.

Eğer bir gün bu topraklarda gerçek bir barış ve özgürlük inşa edilmek için birilerinin görev alması gerekirse, bu birileri, kesinlikle yaşamlarını bir takım menfaatler uğruna kirletmiş angaje insanlardan seçilmeyecektir. İnanıyorum ki, bu insanlar, bir özel uçağa alınanlar arasından olabileceği gibi böyle şeyleri dert etmemiş namuslu insanlardan da oluşacaktır.

Bir şeyler daha söyleyerek bitirmek istiyorum: Siyasi pozisyonumu Başbakanlık uçağında seyahat etmek için yer bulunup bulunmadığı noktasından değil, vicdanımın sesiyle ve aklıselim ile belirlerim. 70 yıla yaklaşan ömrümün hiçbir anında egemenlerden ve güçlülerden yana tavır alarak ezilenlere ve güçsüzlere karşı bir tavır içersinde olmadım. Hiç kimseye iftira veya haksız suçlamalarda bulunmadım. Hala birisinin eksilmesine rağmen son derece geniş bir dost ve arkadaşa sahibim ve yegâne zenginliğim de budur.  Hayatımda bilinip görülmeyen hiçbir kuruma angaje olmadım, gizli kapaklı ilişkilere girmedim; bağımsızlığıma hiçbir zaman gölge düşürmedim.

Son olarak, bunca yıllık dostluk ve yakınlık ilişkilerini harcamakta bu kadar sorumsuz davrandığı ve beni bu yazıyı yazmama neden olduğu için elbette Çandar’ı kınıyorum. Ama yine de Cengiz Çandar’ın, bugün savunmakta olduğu şeylerin yarın tersini savunabileceğini; bugün karşı gibi göründüğü şeylere de yarın sahiplenebileceğine olan inancımı deneyimlerimde dayanarak rahatlıkla öngörebildiğimi belirtmek istiyorum.