T24 - Başbakan'ın siyasi başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan Yeni Şafak gazetesine verdiği röportajda Uludere olayının kardeşliği pekiştirmek için kullanılacağını savunurken Uludere'ye gidip izlenimlerini aktaran Taraf gazetesi muhabirleri, köylülerin Türkiye'yi terk edip Kuzey Irak'taki Mahmur Kampı'na yerleşmeyi düşündüklerini yazdı.
Taraf'tan; Tuncer Köseoğlu, Tuğba Tekerek ve Remzi Budancir, saldırılan Uludere Kaymakamı Naif Yavuz'un "Saldırılanların arasında bir tek Uludereli yoktu" demesine rağmen olaya ilişkin tutuklanan 4 kişinin, ölenlerin yakınları olan Uludereliler olduğu bilgisini verdi.
Uçak bombardımanında ölen kaçakçıların bulunduğu Ortasu Köyü’ne gittiğimizde aklımızda tek bir soru vardı: O gece orada neler yaşandı? Bu sorunun cevabını bulabilmek için Tuğba ile İstanbul’dan gelmiştik, Remzi de Diyarbakır’dan bize katılmıştı. Köye vardığımızda akşam saatleriydi. Dik dağların arasında kalmış küçük bir ırmağın kenarında kurulu olan köy normalde de güneş ışığını fazla almazdı. Kafanızı nereye kaldırsanız dik sarp kayaları görüyordunuz. Evlerin avlusunda bulunan küçük bahçelerin dışında ekilecek bir arazi de yoktu. Yıllardır yaylalar yasaklı olduğu için bu 130 hanelik köyün tek geçim kaynağı sınırdan geçip kaçakçılık yapmaktı. Bu iş birçok sınır köyü için ekmek yemek, su içmek kadar doğaldı. Ölen 34 kaçakçının çoğunun çocuk olma nedenini buraya gelince çok iyi anlıyordunuz.
Uzun yıllar önce birileri gelmiş, köyün öteki sınırına bir taş koymuş “aha burası Türkiye, öbür taraf da Irak” demiş. Tarlalar, akrabalar ikiye bölünmüş o sınır taşıyla birlikte. O taşa yıllar yılı aldırmamış köylüler, bazen bedeli ölüm bile olsa karşılıklı gidilip gelinmiş sınır boyunca. Kâh düğüne, kâh taziyeye, kâh bayramlaşmaya... Burada hayat zaten birilerinin sınıra koyduğu bir taş yüzünden hep bölünerek hep kaçak yaşanmış... Köylüler de doğal karşılamış bu kaçak yaşamı... İşte böyle bir ortamda çoğu çocuk 34 kişinin hayatına mâl olan 28 aralıkta yaşanan katliamın birinci ağızlardan hikâyesi...
Giderken heron sesini duydular28 aralık günü Ortasu ve Gölyazı Köyü’nden 60 katır ve 38 kişi hareket ettiğinde saatler 16.30’du. Genelde kaçakçılar hava kararınca çıkardılar kaçağa. Ama son bir aydır yüksek yerlerden askerler çekilmişti. Ayrıca Ortayazı’da bulunan karakol, tabura taşınmıştı. O nedenle köylüler rahattı. Bir gece önce 200 katırlık bir konvoy Kuzey Irak’a gidip kaçak mazot getirmişti. Aleni bir şekilde köyün içinden katırlarla geçen köylüler daha yarım saat olmamıştı ki havada heron sesini duydular. Heron sesini duymak kaçakçılar için sıradan bir olaydı. Bu bölgede haftanın iki üç günü aynı sesi duyarlardı. Heronları, küçük bir jeneratörün sesi gibi “vınnnn...” diye başlarının üzerinde duyarak, Kuzey Irak’taki buluşma yerine vardıklarında saat 18.30’a yaklaşıyordu. Türkiye sınırından üç km uzaklıktaki bu buluşma yerine Kuzey Iraklılar yol yapmıştı. Mallar buraya kamyonetlerle geliyor, katırlara yükleniyordu. Her katır iki mazot bidonu alıyordu. Geriye kalan da şeker, çay ve eğer para varsa, birkaç karton sigara. Buluşma yerinde yüklemeler yapılıp katırlar geri dönüş yoluna geçmeye başladığında saatler 19.30’u gösteriyordu...
Dikkat sınırda asker varAynı saatlerde Ortasu Köyü’nde alışılmadık bir hareketlilik oldu. İki askerî, ‘akrep’ diye tabir edilen araç, köyün içinden geçip sınıra doğru gitti. Başka bir yerden de askerlerin sınıra gittiği haberi geldi. Aslında garipti bu durum. Askerler kaçakçıları yakalamak istediklerinde gizlice sınıra pusu kurardı. Yine de akıllarına getirmediler böyle bir durumun olabileceğini. Irak’ta yüklerini yükleyen kaçakçılar iki grup halinde yola koyuldular. Ön grupta 24, arka grupta ise 14 kişi vardı. İki grubun arasında ise 20 dakikalık bir yürüyüş mesafesi bulunuyordu. Dönüş yolunda yine “vınnnnn” diye ses çıkaran heronun sesini duyup sınıra vardılar. Telefonlar sadece sıfır noktasında çekiyordu. Saat 21.00 civarı kaçakçıların telefonları çalmaya başladı. Arayan köydekilerdi: “Sınırı geçmeyin askerler yolu kesti. Bir süre orada bekleyin. Nasıl olsa birkaç saat içinde giderler...” Genelde hep öyle oluyordu. Askerler sınırı kesince birkaç saat kalıp dönüyordu. Beklemeye başladı ilk grup. Bu arada arkada bulunan gruba bağırarak haber verildi. “Sınırda asker var” diye...
Havada et parçalarını gördüm...Bu arada sınırda bekleyen kaçakçıların üzerine havan mermisi atıldı. Sadece sesini duydular. Etrafında ya da kendilerine yönelik bir ateş yoktu. Bekleyiş sürerken kayaların üzerinde peynir, zeytin ve börek çıkarıp yemeğe başladılar. Bu arada el fenerleri de açıktı. Yaklaşık 10 dakika sonra büyük bir patlama ve parçalanıp havaya uçan bedenler... İnsanların bedenlerinden kopan parçalar katırların bedenlerinden kopan parçalara karıştı bir anda. İlk saldırıdan tek sağ kurtulan 31 yaşındaki Servet Encü o anı şöyle anlattı bize: “Grup halinde sınırda bekliyorduk. Atılan havan toplarından katırlar ürkmüştü. Grubun en önünde ben vardım. Katırım gruptan 50-60 metre ayrılıp yan tarafa gitti. Ben de peşinden gittim. O anda büyük bir patlama oldu. 20 metre savruldum. Kulaklarım uğulduyordu, yanan insanları, katırları gördüm. Ortalık aydınlanmıştı. Havada et parçalarını gördüm. Bir sırt vardı hemen oraya attım kendimi. Türkiye topraklarında karların içindeydim. Telefonu açıp akrabalarımı aradım. Tek söylediğim ‘bitirdiler bizi yetişin’ oldu. Bizi bitirmişlerdi. Sonra karların içine gömülüp hareketsiz bekledim bir saate yakın.”
Sizinkilerle ilgisi yok, merak etmeyinServet’in bu telefonundan sonra köylüler paniğe kapıldı ve sınıra doğru gitmeye başladı. Bu arada Gülyazı Karakolu’nu aradı aynı zamanda korucu olan köylülerden biri... Vehbi Başçavuş çıktı telefona. Servet’in söyledikleri aktarıldı. Başçavuş “merak etmeyin sizinkilerle ilgili bir şey değil başka bir şey” dedi. Bütün köylü yola koyuldu. Hava buz gibi soğuktu. Yollar buz tutmuştu. Traktörler buzlu yolu aşamadı. Koşarak gitmeye başladılar sınıra... Sınıra doğru giden köylülerin karşısına akşam saatlerinde iki askerî araç çıktı. Geri dönüyorlardı. Durup olayı anlattılar. Askerler ise “yok onlar sizinkiler değil. Sizinkilere bir şey yok” diyerek geri döndüler. İlk bombalamanın ardından arkada kalan ikinci grupta çoğu çocuk 14 kişi vardı. Patlamadan paniğe kapılıp geriye doğru kaçmaya başladılar katırlarıyla. Bir süre geri gittikten sonra büyük bir kayalık buldu çocuklar. O kayalığın altına sığındılar sağlamdır diye. Kayalığın altına girmeyen iki kişi vardı Davut ve Servet Encü. Katırları biraz uzağa gitmişti. İlk patlamadan yaklaşık 20 dakika sonra büyük bir patlama daha oldu. Tam da kayalığın üzerinde. Çocuklar ve katırlar bombayla dağılan kayalığın altına kaldı. Davut ile Hacı patlamanın etkisiyle savruldu. Küçük bir su birikintisinin içine düştüler. Öylece 20 dakikadan fazla kaldılar orada. Kalkıp baktıklarında kayalar arkadaşlarının üzerine düşmüş, parçalanmışlardı.
Cesetler yanıyordu
Köylülerden, sınıra ilk önce koşarak giden gençler vardı. Bu da yaklaşık bir saat sürmüştü. İlk bombalanan yere vardıklarında dehşete kapıldılar. Parçalanmış bedenleri, hâlâ yanmaya devam eden katırları gördüler. İlk anda 12 kişi sağdı. Ama konuşamadılar hiç. Kiminin kolu kiminin bacağı kopmuştu. Hemen ambulans gelseydi belki bir kaç tanesi kurtulurdu diyor ilk yetişen gençler. Onlara göre donarak ölmüştü bu ağır yaralılar. Sonra diğer gruba ulaşıldı. Kayaların altından çıkardılar çocukların bedenlerini. Bombalanan yere varan insanların gördüğü manzara ise korkunçtu. İnsanların bedenlerinden kopan parçalar etrafa yayılmıştı. El fenerleri açıktı birçoğunun. Beklerken yemek için açılan azıkların parçaları duruyordu kayaların üzerinde... Köyden yeni katırlar getirildi. Cesetler dizildi sınıra, parçaları toplandı teker teker. Katırların organları insanlarınkine karıştı. Bunundur diyerek bombadan ölen genç bedenlerin battaniyelere sardılar.
İşte 28 aralıkta 60 katırla yola çıkan çoğu çocuk 38 insanın hikâyesi. Bombadan geriye kalan ise biri ağır yaralı dört kişi oldu. Köylüler ise 35 ölümüz var dediler hep. Şırnak’ta makineye bağlı olan arkadaşlarını da ölüden sayıyorlardı. Katırlara gelince bu katliamda yola çıkan 60 katırdan sadece ikisi kurtulabildi. Biri sıkıştığı kayalıkların arasından iki gün sonra kurtarıldı. İnsanlar kendi dertlerine düştüğü için iki gün sonra sıra ona gelmişti. Ayaklarında ezilme var ama kırık değil. Veteriner getirildi, yaşayacak. Diğerinin ise gövdesine şarapnel parçası gelmiş. O da yaşayacak...
SON SÖZ...
Akşam saatlerinde gittiğimiz Ortasu Köyü’nde sağ kurtulanlarla da o anda köyde olanlarla da konuştuk gece boyunca. Gece boyunca diyorum bizlere evlerini, yaşamlarını açtılar. Acıları büyüktü bu acıların üzerine zahmet vermek istemedik. O karanlık gecede Şırnak’a geri dönmeyi göze alarak. “Dönerseniz bizi kırarsınız” dediler. Kaldık. O anın hikâyesini dinlerken bir şey dikkatimi çekti. 35 ölümüz vardı diyordu köylüler. Şırnak’ta hastanede komada yatanı da sayarak. Cenazesi gömülen ise 34 kişiydi. İşin tuhafı gazetelerde bu konuda burnundan kıl aldırmadan açıklama yapan devlet görevlileri de 35 kişi öldü demişti. Ertesi gün mezarlığa giderek tek tek saydım mezarları. 34 mezar vardı köye tepeden bakan yerde açılan.
Devlet ha bir eksik ha bir fazla demiş olmalı ki bunu bile tam olarak netleştiremedi. Sırf bu olay bile oradaki insanlara nasıl bakıldığının kanıtı değil mi?
'Köylüler K. Irak'taki Mahmur kampına yerleşmeyi düşünüyor'Taraf gazetesinden Remzi Budancir'in, "Ortasu'nun yolu Mahmur'a düşer" başlığıyla yayımlanan haberi şöyle:
Savaş uçaklarının attığı bombalarla can veren çoğu çocuk 34 kişinin yaşadığı Ortasu ve Gülyazı köylerinde artık tek konu konuşuluyor. Kuzey Irak’taki Mahmur Kampı’na göç... Saldırıdan sağ kurtulanların tutuklandığını, köyden çıkanın gözaltına alındığını öne süren köylüler, “Gitmezsek Mahmur’a ya bombalanıp öleceğiz bir başka seferde ya da cezaevine konulacağız” diye ikna ediyor “Ama burası toprağımız, evimiz” diyenleri.
“Saldırının üzerinden günler geçti. Acılar belki biraz olsun sağılmıştır” diye düşünenler varsa gelsin Gülyazı ve Ortasu köylerini görsün. Çoğu çocuk tam 34 can veren bu iki köyün her evinde, her köşesinde Uludere katliamının acısını görmek mümkün hâlâ. Bu öfkenin yanısıra bir de ortak karar alma aşamasında köylüler. Köylerini bırakıp sınırın öte yanına, K. Irak’taki Mahmur Kampı’na gidip yerleşmek. Göç, köylerde yaşanan tutuklamaların ardından daha fazla tartışılmaya başlandı. Devletin kendilerine sahip çıkmadığını ve kendilerini güvende hissetmediklerini belirten köylüler, Kuzey Irak’ta bulunan akrabalarının yanına yerleşmeyi düşünüyorlar. Akşamları biraraya gelen ailelerin çoğu göç etme taraftarı. Bazı aileler ise biraz daha beklemek istiyor.
'Köyümüz açık hapishane olmuştur'Nedir bu gözaltı ve tutuklamalar diye soruyoruz köylülere. Uludere Kaymakamı’na yapılan saldırının ardından başlamış gözaltı furyası. Şaşırmamak elde değil bizim için. Bütün televizyonlarda, gazetelerde bizzat kaymakam söylemedi mi “Saldıranların içinde bir tek Uludereli yoktu” diye... Peki tutuklananlardan dördü Uludereli. Hem de bombardımanda tam 28 üyesini kaybeden Encü ailesinden. Biz bunun şaşkınlığını yaşarken çok düşündürücü başba bilgiler veriyor köylüler. Saldırıya karıştıkları iddiası ile isimleri karakol tarafından alınan kişi sayısı 70 ve bu köylüler kontrol noktasında tutuklanacaklar. Köylüler, “Köye gelip kimseyi tutuklamıyorlar tepki olur diye ama kontrol noktasından geçenler gözaltına alınıyor. Bu korku ile yaşıyoruz. Köyden çıkamıyoruz. Hepimizin ismi karakolda olabilir. Köyümüz açık hapishane olmuştur resmen” diyor. Kaymakamı korurken başı kırılan bir kişi ise, “Ben Kaymakam’ı koruyordum. Bir taş başıma isabet etti. Ben de olay yerinde olduğum için aranıyorum” diyor.
'Hem öldürüldük, hem tutuklandık'İşte bu baskılar bezdirmiş gibi köylüleri. Bu bölgeden 1994 yılında yine göçün yaşandığı ve şu anda Mahmur Kampı’nda çok sayıda akrabalarının bulunduğunu anlatan köylülerden Sabri Encü, “Burada bir cinayet değil, katliam yaşandı. Devlet hâlâ faillerini ortaya çıkarmış değil. Katliama gözaltı yok, ama kaymakamın saldırısına sayısız gözaltı var. Tamam bulsunlar kaymakama saldıranları, doğru birşey değil taziyeye gelene saldırmak ama biz de 34 can vermişiz. Bunların katilleri nerede? Bu şekilde devam ederse göç etmekten başka bir çaremiz kalmayacak” diyor. Köylülerin aralarında toplantı yaptığını ve göç etme konusunu tartıştıklarını ifade eden Muhtar Haşim Encü ise iki arada bir derede sanki. Yaşanan tüm acıların tanığı, mağduru. Aynı zamanda ise muhtar. Kâğıt üstünde devletin temsilcisi. Köylülerin en doğru kararı vermesi için çabalıyor durmaksızın. “Bu çocukların serbest bırakılması için savcı ile görüştüm. Böyle bir durumun olacağını, göç olacağını anlattım. Daha önce burada göç olmuş, yine ederler. Çünkü kimse artık kendini güvende hissetmiyor. Gözaltına alınıp tutuklananlar ölenlerin yakınları. Şimdi daha çok kişi tutuklanabilir. Bu olan güvensizliği daha da derinleştirir dedim. Ama dinletemedim. O gençleri kaymakama saldırmakla suçlayarak tutukladılar” diye konuştu. Göç durumunun köylüler tarafından defalarca tartışıldığını anlatan Muhtar Encü, her defasında biraz daha bekleyin diye köylüyü ikna ettiklerini, bu ölümlerin ardından başlayan tutuklamalarla köylüyü ikna edemeyecek durumda kaldığını kaydetti.
Uludere komutanı görevden alındı
Uludere’de 34 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Gülyazı Sınır Alay Komutan Vekili Jandarma Albay Hüseyin Onur Güney görevden alındı. Şırnak Valiliği, önceki gün sözkonusu komutanın görevden alınması gerektiğini belirtmişti. Soruşturma kapsamında ayrıca 17 askeri yetkili hakkında da soruşturma başlatılmıştı. Öte yandan İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin de Albay Güney’in ifadesini aldığı öğrenildi.
'Uludere kardeşliğimizi pekiştirecek'Başbakan'ın siyasi başdanışmanı ve Ankara Milletvekili Doç. Dr. Yalçın Akdoğan, Uludere'nin kardeşliğin milat olacağını söyledi.
Akdoğan, bu açıklamaları Yeni Şafak gazetesinden Murat Doğan'a yaptı. İşte o söyleşi:
Uludere konusunda "Hükümet sorumluların ortaya çıkarılması için her şeyi yapıyor" dedi. Akdoğan, "BDP'nin Başbakan'ın ve Genelkurmay Başkanı'nın meşruiyetinin olmadığı, onları tanımadıkları söyleminin millet iradesini tahkir ettiğini ve millet nezdinde yok hükmünde olduğunu" söyledi.
Geçen haftanın en sıcak iki gelişmesinden başlayalım. Önce 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasının yolunu açan iddianame hazırlandı. Ne ifade ediyor bu size?
Askeri müdahaleler, hem demokratik sisteme ağır darbe vurmuş, hem de binlerce insanın eziyet görmesine sebep olmuştur. Bunlardan hesap sormamak veya yapılanları mazur görmek büyük bir yanlıştır ve bunun sorumluluğu sadece o dönemde yaşayanların değil bugün yaşayanların da üzerinedir. Bunun sembolik bir önemi vardır. Geçmişte de yaşansa zulmü lanetlemek durumundayız, benim inancıma göre mazlumun ahı, arşı a'la'yı titretir. Geçmişi kurtaramayabiliriz ama geleceğe yönelik bir hassasiyet oluşturabiliriz. Bu işe tevessül edenler bilmeli ki, kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz.
12 Eylül darbecileri yargılanırsa, 12 Eylül ile hesaplaşmış mı olacağız?
Geçmişteki acı olaylarla yüzleşmek de, yapılan yanlışlardan hesap sormak da toplumsal hafızamızı ve vicdanımızı arındırır.
Bir diğer önemli gelişme de eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un hakim karşısına çıkması ve tutuklanması...
Devam eden bir yargılamayla ilgili yorum yapmamız doğru olmaz. Bu davada iddiaların önemli kısmının demokratik iktidarı devirmeye yönelik olduğunu anlıyoruz. Yani hükümet bu iddiaların mağduru konumundadır. AK Parti de ayrıca bu davada 'müdahil'dir. İddialar mutlaka aydınlatılmalıdır, şahıslarla ilgili değerlendirme yapmamız ise doğru olmaz. Süreçler zor ve sıkıntı verici görülebilir ama sabırla yargılamanın sonuçlanmasını, adaletin tecelli etmesini beklemek durumundayız.
'Uludere ortak acımızdır'Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, İnternet Andıcı birçok dava var. Bütün bu davaların sizce özü ne, hedef AK Parti mi, demokratik siyaset mi?
AK Parti kurulduğu günden itibaren irtica, gizli gündem, takiyye gibi tartışmalarla zayıflatılmaya çalışıldı. Bu psikolojik harekât girişimlerinin hedefinin sadece bir parti olmaktan ziyade yaşanan demokratikleşme süreçleri olduğu düşünülebilir. 28 Şubat süreçlerinde, 12 Eylül'de AK Parti yoktu, ama aynı statükocu vesayet özlemcileri vardı. AK Parti kendi varlığıyla birlikte, milli iradeyi, demokratik sistemi ve hukuk devleti anlayışını korumanın ve geliştirmenin mücadelesini verdi. Bu davalarda birçok iddia var, bunların aydınlığa kavuşturulması hukukun gereğidir ve aynı zamanda demokrasinin de geleceğini şekillendirecektir.
Gelelim Uludere'de yaşanan acı olaya. Siz Uludere'yi nasıl tanımlıyorsunuz?Uludere'de ateş, hepimizin yüreğine düşmüş, hepimizin yüreğini dağlamıştır. Bu acı, ortak acımızdır, solan canlar, hepimizin canından bir parçadır. Adli ve idari incelemenin, tüm boyutlarıyla olayı aydınlatmasını beklemek durumundayız. Ancak 'devletin kasten vatandaşını öldürdüğü' veya 'Kürtlerin hedef alındığı' gibi yorumlar, son derece yanlıştır. Cenazeleri Türk-Kürt diye ayırmak, meseleyi ırkçı zemine taşımak ve ayrımcılık yapmak demektir, insafsızlıktır. Bu millet, böyle bir ayrımcılığa gitmediği için birliğini korumakta, kardeşlik hukukuyla birbiriyle kaynaşmaktadır. Van'da depremden sonra millet olarak ayağa kalktık, yardım elimizi uzattık, ölen insanların etnik kökenini sorguladık mı? İzmirli de, Trabzonlu da kardeşlik bilinciyle hareket etti. Uludere olayından sonra kullanılan etnik dil de problemlidir, katliam gibi yakıştırmalar da problemlidir. PKK'nın "ceberut, cani, katil" diye tanımlayarak üretmeye çalıştığı 'düşman devlet' argümanına çanak tutmak büyük bir sorumsuzluk olur. Devlet geçmişte bir kısım hatalar yapmış olabilir, ama bugün halkına şefkat elini uzatan ve inkarcı anlayışını değiştiren bir devlet kurumu var.
Hükümet nasıl bir sınav verdi sizce?Hükümet sorumlu ve duyarlı şekilde hareket ediyor. İlk andan itibaren hem inceleme için start verilmiş, hem samimi üzüntüler ortaya konmuş, hem de hükümet heyeti aileleri ziyaret ederek insani vazifesini yerine getirmiştir. BDP'nin etnik kimliği kaşıyan tahrikleri, PKK'nın terörle mücadeleyi zaafa düşürmeye çalışan manipülasyonları ve medyadan gelen insafsız eleştiriler işin farklı bir mecraya akmasına sebep olmuştur. Hükümet insani açıdan da, siyasi ve hukuki açıdan da doğru yerde durmaktadır. AK Parti iktidarı ne yapılan yanlışlıkları örtbas eder, ne de işi başka yerlere çekmeye çalışanlara fırsat verir. Sivilleşmenin gereği her alanda şeffaf ve hukuki süreçlerin işlemesidir. Bugün hiçbir yanlış halının altına süpürülmemektedir. Hem medyanın sorgulayıcı tutumu sayesinde toplumsal bilinç yükselmiştir hem de siyasi iktidar uygun zeminde hesap sorar hale gelmiştir.
'Özür istismar aracı olmamalı'Özür konusunda kamuoyunda bir hassasiyet var. Bu konuda bir gelişme olacak mı?Hükümet en üst düzeyde ve en güçlü şekilde üzüntüsünü ortaya koymuştur. Bu tür konuların siyasi sıkıştırma ve polemik vesilesi haline getirilmesi işin özünü ve samimiyetini ortadan kaldırıyor. Dersim konusunda özür dilenmesi gerektiğini söyleyen Kılıçdaroğlu'nun, Başbakan'ın özür dilemesinin ardından takındığı tavır ibret vericidir. Muhalefet ciddi konuların içini boşaltarak istismar aracına dönüştürüyor.
Uludere'de yaşananlar bundan sonraki süreci nasıl etkiler?Uludere'de ne olduğu kadar, bunun ne gibi sonuçları olabileceğini de elbette değerlendirmek durumundayız. Kimi provokatörlere göre bu olay 'bölünmenin yolunu açan bir milat'tır. BDP'nin sorumsuz beyanlarıyla ortaya konan bu görüş, buram buram istismar kokmaktadır. PKK elebaşısı Murat Karayılan'ın 'göbekten bağlı değiliz' diyerek başlattığı 'bağımsızlık' tartışmasına geçen haftalarda Leyla Zana da 'özerklik yetmez' diyerek katıldı. Uludere olayı da bu siyasi projeye ulaşmak için basamak olarak kullanılmaya çalışılıyor. Hükümet kesinlikle bu tür istismar arayışlarına geçit vermeyecektir. Nasıl Van depreminden sonra devlet gereken adımları atmış ve istismar zeminini ortadan kaldırmışsa, Uludere konusunun istismar edilmesine de fırsat vermeyecektir. Uludere olayı bölücülük adına değil, kardeşliğimizi pekiştirmek adına doğru değerlendirilmelidir.
'BDP istismar siyaseti izledi'BDP Uludere'de nasıl bir sınav verdi?BDP, her zamanki gibi tahrik, tahrip ve istismar siyaseti izliyor. Bu soruna tüm partiler sahip çıkabilir, bölge halkını kucaklayacak çalışmalar yapabilir. Ancak BDP'nin üslubu ve tavrı, sorunu kaşımak ve Kürt meselesini derinleştirmek için istismar etmek şeklinde tezahür ediyor. Düne kadar hain ve işbirlikçi diye tahkir ve tehdit edilen korucu aileleri bu oyuna gelmeyecek ve sağduyudan ayrılmayacaktır.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Özel'in meşruiyeti olmadığını ve tanımadıklarını söylüyor?Şuursuzca laflar etmek insanı kabili hitap olmaktan uzaklaştırır. Yüzde 50 oy alan Başbakan'ın meşruiyetini sorgulamak veya devletin başındaki insanları tanımadığnı söylemek öncelikle millete saygısızlıktır, demokrasiyi özümseyememektir. Devlete ve ülkeye aidiyet hissetmeyenler, milletin iradesini tahkir edenler millet nezdinde yok hükmündedir. Bu küstahlığı ve densizliği BDP'ye oy verenlerin takdirine bırakıyoruz. Hiçbir partinin seçmeni böyle çapsız siyasetçilere mahkum olmamalıdır. Tahrik ve tahkir siyaseti, partileri marjinalliğe, siyasetçileri çürümeye mahkum eder. Miadı dolan bu siyaset tarzının ne ülkeye ne kendi kitlesine hiçbir faydası yoktur.
'Açılım yeni paketle değil demokratikleşme ile sürecek'AK Parti 2009'da demokratik açılım başlattı. Son dönemde güvenlik politikaları öne çıktı. Strateji değişikliği mi var?AK Parti iktidarının sadece güvenlikçi anlayışla bu meseleyi çözmeye çalıştığı düşüncesi gerçeği yansıtmıyor. Bu meselenin sadece güvenlik politikalarıyla çözülmeyeceği düşüncesiyle iktidar çok boyutlu çalışmalar başlattı. Hem Kürt meselesinde her boyutu gözeten çalışmaları öne çıkardı, hem de terörle mücadeleyi çok boyutlu olarak ele aldı. Terörle mücadelede etkisiz kalmak hem sorunu derinleştiriyor, hem çözüm süreçlerini sabotaja açık hale getiriyor. Teröristin karakol basmasına, şehirde haraç toplamasına, parti temsilcilerini ve kamu görevlilerini dağa kaldırmasına, kurtarılmış bölgeler oluşturma girişimlerine karşı ne yapılabilir? Devletin güvenlik politikalarını öne çıkarması yaşananlar sebebiyle kaçınılmaz bir durumdur. Devlet öldürmeyi değil yaşatmayı amaçlar, ama öldürmeyi tek yol bilen terör örgütüne karşı yapılabilecekler de sınırlıdır.
'Statüko AK Parti'ye ters'Devletleşme iddialarına ne diyorsunuz?AK Parti'nin siyaset felsefesi 'önce devlet' değil, 'önce insandır' ve insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışıdır. AK Parti'nin rotasını millet çizer. Devletleşme statükoculaşmaysa, bu AK Parti'nin doğasına terstir, çünkü AK Parti Türkiye'deki değişim siyasetinin adresidir. Partinin varlık sebebi, milletin iradesi çerçevesinde değişimi ve demokratikleşmeyi sağlamaktır. Birileri 'devlet' kavramına kategorik olarak karşı olabilir. Bence soyut devlet kavramının buharlaşarak yerine sivil iradeyi temsil eden gerçek tüzel kişilerin varlık göstermesi, sivilleşmenin gereğidir. AK Parti de bunun uğraşını vermektedir. Terörle mücadele de her alan gibi sivil iradenin denetim ve kontrolünde olmak durumundadır. Geçmişte siviller işi askere havale ederler, mücadeleyi tribünden izlerdi. Yapılan yanlışların bir çoğu bu ilişki biçimi sebebiyle ortaya çıkmakta veya hesap sorulamamaktaydı.
'Demokratikleşmenin sonu yok'Şimdi durum değişiyor mu?Son dönemde bir normalleşme yaşıyoruz ama bunu bir geçiş süreci gibi görmek de mümkün. Hükümetin, terörle mücadeledeki etkinliği arttıkça, süreçleri yönlendirmesi de, yaşananları savunması da kaçınılmaz olacaktır. Bu devletleşme değildir. Önemli olan süreçlerde etkili olarak yanlışların ortaya çıkmamasını sağlamak ve yanlış yapıldığında da hesap sormaktır.
Demokrasi paketi konuşuluyor. Var mı öyle bir paket?Ben yıllardır söylüyorum, bu bir paket değil süreçtir. Demokratikleşme sonu olmayan, sürekli gelişim gerektiren bir süreçtir. Bazen ufak bir jest, büyük bir anayasa paketinden fazla anlam taşır. Yeni anayasa meselenin nihai çözümü için önemli bir zemindir, bu fırsatı heba etmemeliyiz.
'Uludere kardeşliğin miladı olacaktır'Uludere, güvenlik politikalarını etkiler mi?PKK'nın amacı, bu olay üzerinden güvenlik politikalarında bir gedik açmak ve devletin mücadele azmini kırmaktır. Güvenlik politikaları bir ihtiyacın gereğidir ve aynen sürecektir. PKK terörü olduğu sürece ve bölge halkı terör örgütünün baskısına maruz kaldığı müddetçe terörle etkin mücadele de sürmek durumundadır.
Nasıl Habur'dan sonra yaşananlar bir süreci havaya uçurduysa, nasıl Silvan saldırısı yeni süreçleri tetiklediyse, Uludere'nin de yeni bir süreci başlatıp başlatmayacağı üzerinde durulabilir. Habur'da bir siyasi sürecin akamete uğratılması gibi, Uludere'de de bir mücadele sürecinin boşa çıkarılması istenmektedir. Ancak Uludere kerdeşleğin miladı olacaktır.
PKK ve BDP'nin hedefi bu mu?Uludere olayı üzerinden devam etmekte olan terörle mücadelenin akamete uğratılacağını düşünenler yanılırlar. Son dönemde izlenen strateji başarılıdır ve devam edecektir. Bugün uygulanan güvenlik politikalarını 90'lı yıllardakiyle benzeştirmeye çalışmak boştur. Bugün nizami, hukuk içinde, insani perspektifi kaybetmeyen bir mücadele stratejisi izleniyor. Canlı yakalanan örgüt üyeleri görüntüleri, askerin ve polisin örgüt mensuplarını ikna çabaları, şefkat ve merhametin kaybolmadığı operasyon görüntüleri farklı bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Rahatsızlığın bir kaynağı da budur. Güvenlik politikalarının öne çıkmasını kendi açısından leyhe çevirmek isteyenlerin başında PKK gelmektedir. Çünkü 90'lı yıllarda devlet vurdukça PKK büyümüştür. Ama bu kez öyle olmamaktadır. Ne faili meçhuller yaşanıyor, ne köy boşaltmalar, ne yok etmeye endeksli operasyonlar...
'KCK operasyonları bölgede korku imparatorluğunu yıkıyor'
KCK operasyonları BDP'yi ya da Kürtleri örgütten özgürleştiriyor mu?KCK operasyonları, hukukun gereği olarak yapılmakta ve PKK'nın kurmaya çalıştığı tahakküm düzenini ve korku imparatorluğunu yıkmaktadır. Bundan hoşnut olanlar veya gönüllü şekilde bu esarete girmek isteyenler elbette olabilir ama devletin görevi vatandaşını her türlü baskı ve tehditten korumaktır. Silahlı bir örgütün bölgede otorite ve hakimiyet kurma girişimine göz yumulabilir miydi? Bölge halkı KCK'nın zulmünden bıkmıştır ve KCK'nın masum bir yapılanma olmadığı Türkiye toplumunun çoğunluğu tarafından doğru bir şekilde algılanmıştır. Anketlere göre KCK operasyonlarına halk desteği çok yüksektir.
'Kişiler cezalandırıldmalı'BDP'nin kapatılması gündemde. Parti kapatılmasının, kişiler yargılansın görüşünün dayanağı ne? Ya da BDP'lilerin çoğu hakkında dava açılırsa ne olacak?AK Parti'nin ilkesel duruşu, tüzel kişiliklerin değil gerçek kişilerin cezalandırılması, yani partilerin kapatılmaması yönündedir. Bununla birlikte parti kapatılmasıyla ilgili kriterler Avrupa'da da vardır. Türkiye'de ise parti kapatmayı zorlaştıran anayasa değişikliği, diğer partilerin destek vermemesi sebebiyle hayata geçirilememiştir. Şu an parti kapatılmasını gerektirecek haller bellidir. Biz partiler kapatılmasın diyoruz ama bazı partiler hukuk sistemine meydan okur gibi davranışlar sergiliyorlar. Böyle bir durumda meseleyi değerlendirme mercii yargıdır. Dava açılan kişilerin sayısı hukuki mevzuatı askıya alır mı ya da çok sayıda kişi terör örgütünü sahiplenirse o örgüt meşru hale gelir mi?
'2014'te kararı toplum verecektir'Cumhurbaşkanlığı meselesiyle ilgili tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz. Sayın Abdullah Gül'ün siyasete dönmeyebileceğine dair söylemleri oldu?
Sayın Cumhurbaşkanımız'ın bulunduğu konum gereği farklı bir söylem ortaya koyması mümkün müdür? Halen Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan bir kişiyi bu tür polemiklerin içine çekmeye çalışmak çok yanlış olur. Zamanından önce bu meseleyi tartışmaya açmanın iyi niyetli bir girişim olmadığını düşünüyorum. Vakti zamanı gelince bu mesele değerlendirilir ve karar verilir.
Bu tarih 2014 müdür?Öyle olduğunu düşünüyorum.
Sayın Erdoğan da, Sayın Gül de bugüne kadar hiçbir konuyu kişiselleştirerek değerlendirmemiş ve şahsi mesele olarak görmemiştir. Kendisini aşan bu şahsiyetleri yeni sınavlara tutmaya çalışmak boştur. Ayrıca topluma mal olmuş kişilerin kararları, kişisel tercihlerin ötesinde toplumsal talep ve hissiyatla alakalıdır. AK Parti teşkilatının ve toplumun umumi efkarı istikameti belirler, bu isimler de ortak aklın yüklediği sorumluluktan hiçbir zaman kaçmamışlardır.