22 Ağustos 2017 13:19
Gazeteci Uğur Mumcu, 75’ci doğum gününde anılıyor.
Bugün, aracına bomba konularak suikast düzenlenen gazeteci Uğur Mumcu’nun 75. doğum günü. Uğur Mumcu’nun yazıları, konuşmaları dinsel siyasetin ve cemaatlerin devletin her köşesine yerleşmesi konusunda uyarılarla dolu. Suikastından iki gün önce “İmam ve hatip olarak yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar... subay da olacaklar” ifadelerini içeren yazısı; “Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar 30 yıl sonra general olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” değerlendirmesinin olduğu konuşması gibi... İBDA-C’nin dergisi yayın organında cemaatin ilk operasyonlarından biri olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın yargılanması ile ilgili bir yazıda “İslamcı mücadele karşısında panikleyerek verdikleri, vermek zorunda kaldıkları laik telefatı ise zevklerin en büyüklerindendi... Uğur Mumcu... Uğruna geberip can verdiği Batıcı Kemalist rejimin cesedine bile sahip çıkmadığı Uğur Mumcu” ifadelerinin kullanılması ise uyarılarının yerindeliğini gösteriyor.
“Dağ gibi, karayağız birer delikanlıydık.Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar sırıl sırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yasayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşıyarak katıldıkk o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık,
Vurulduk ey halkım unutma bizi…
Yoksullugun bükemedigi bileklerimize celik kelepceler takıldı. Iskence hücrelerinde sabahladık kac kez. Isteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren senetler gibi kullanırdık. Mimardik, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze cicek gibi verdik topluma.Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi.
Fidan gibi genc kizlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, iskencecilerin acımasiz ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genc kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar cicekleri gibi. Utanmadılar insanliklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atildik ey halkım, unutma bizi…
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımızz düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmis doktor kimlikli iskencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmis kocalarımızın taptaze duyularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. Insanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz birakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak firlattik attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Giresun´daki yoksul köylüler, sizin icin öldük. Ege´deki tütün iscileri, sizin icin öldük. Doğu´daki topraksız köylüler, sizin icin öldük. Istanbul´daki, Ankara´daki isciler, sizin icin öldük. Adana´da paramparca elleriyle, ak pamuk toplayan isciler, sizin icin öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Bağımsızlık, Mustafa Kemal´den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı icin kan döktük sokaklara .Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsınn dedik, sokak ortasinda sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi…
Yabanci petrol sirketlerine karsi devletimizi savunduk, kominist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepceyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşında emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi..
Henüz cocukluğumuzu bile yasamamıştık. Bir kadın eline değmemisti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmus ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sephalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. Içimiz titremedi hic. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere…
Asıldık ey halkım, unutma bizi..
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasinda vuranlar, agabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarina ortak olmuslardı, ya da susmuslardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanlarin gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına. Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi…! Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarinda yankılanacak ey halkım, unutma bizi.
Özgürlüge adanmış bir top cicek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz, ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi, unuta bizi…”
Aracına konan bombanın patlaması sonrasında 24 Ocak 1993 tarihinde yaşamını yitiren Mumcu için, 75’nci doğum gününde, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı tarafından gömütü başında etkinlik düzenlenecek. Vakıf, bugün saat 10.30’da, tüm Mumcu dostlarını Cebeci Mezarlığındaki gömütünde buluşmaya çağırdı.
Suikasttan tam iki gün önce 22 Ocak 1993’te Mumcu “İmam-Subay” başlıklı yazısında, Türkiye’nin 15 Temmuz’a ve nasıl gelindiğini adım adım anlatmıştı. Mumcu, imam hatiplerin hızlı yükselişi ile köy enstitülerinin kapatılmasını karşılaştırdığı bir konuşmasında, “Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Bunlar imamhatip olmuyorlar. Yargıç ve savcı oluyorlar, kaymakam oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda vali ilahiyat fakültesi mezunu, emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak” diyerek bugünleri işaret ediyordu.
Katıldığı bir TV programında Nazlı Ilıcak’ın ve Taha Akyol’un sorularını yanıtlayan Uğur Mumcu, “Laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna bugünlere de ışık tutacak şu yanıtı vermişti:
“Bazı gözlemlerimiz var altını çizmek gerekiyor. Opus Dei bir Katolik örgütlenmesinin adıdır. Siyaset, ticaret ve din üçgeni arasında gelişir. Türkiye’de de İslamcı ideolojiye buna benzer yeni bir parasal kaynak bulundu. Türkiye’de özellikle son on yıldır tarikat, siyaset ve ticaret üçgeni var. İslamcı ideoloji veya tarikatlar yasaları aşan bir ayrıcalık sahibi oluyor. Bu nedenle devlet eliyle laiklik yok ediliyor, bunun içinde askeri rejim de var.” Mumcu, 1993 yılında yazdığı bir yazıda ise “Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra general olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” ifadelerine yer verdi.
“Ben Atatürkçüyüm.... Ben, cumhuriyetçiyim... Ben lâikim... Ben antiemperyalistim... Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım... Ben insan hakları savunucuyum... Ben, terörün karşısındayım... Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır.”
“İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?”
“Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar cumhuriyete karşı ayaklanacaklar.”
“Gerçekte vicdan özgürlüğü, gerçekte demokrasi laik toplumda meydana gelir.
Çünkü anti-laik toplumda dince kutsal sayılan kavramlar, siyasal amaçlar için her gün sömürülür. ya da Türkiye’de olduğu gibi Arap sermayesi tarafından Türkiye’de kurulan banka sistemlerinde olduğu gibi mali çıkarlar açısından sömürülür. Bu bir sömürüdür. Mustafa Kemal de dinin gerçek yerine oturtulması, Allah ile kul arasında bir kutsal duygu olarak korunması amacıyla laikliği getirmiştir. İngiliz emperyalizminin, Arap kapitülasyonunun aracı olmaması ve siyasi sömürü aracı olmaması için. “
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.”
“Milliyetçilik, ‘vatan, millet, Sakarya, kan, ırk, bayrak’ edebiyatı mıdır, yoksa ulusun çıkarlarını, onurunu herkese karşı savunmak; yani tam bağımsızlık mıdır? Ülkenin onuru ayaklar altında çiğnenirken, ‘vatan, millet, bayrak’ edebiyatını yani milliyetçiliği sadece kitleleri uyutmak, kandırmak için kullanıp aslında bütün bu değerleri salt kendi siyasal ya da bireysel-sınıfsal çıkarları için kullanmak milliyetçilikse, bunun karşıtı nedir?”
“Biz siyaset bakımından karşıtlarımıza özgürlük tanımazsak birer gizli faşistiz demektir.”
“Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Susanlar da bu insanlık suçlarına katılmış olur.”
“Bu masum insanlar Yahudi de olur, Arap da, Hıristiyan da. Ölenlerde ırk, din ayrımı yapılmaz. Ölen insandır.
"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi...”
“Anneler ve babalar, çocuklarını sokak ortalarında eşkıya çetelerince öldürülsünler diye yetiştirmediler. Bir gün bunların hesabı sorulacaktır. Devlet koltuklarına dayanarak kabadayılık yapanları, sanık sandalyesinde göreceğiz bir gün.”
İmam-Subay!
TBMM Milli Eğitim Komisyonu, harp okullarına giriş koşullarını düzenleyen yasa tasarısını göruşürken verilen bir değişiklik önergesi ile imam-hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girişlerine engel olan madde değiştirilmiş
Bu değişiklik TBMM tarafından da uygun görülürse, harp okullarına önümüzdeki ders yılından başlayarak imam-hatip lisesi mezunları da girebilecekler.
İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar?
Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?
1973 yılında çıkarılan Milli Eğitim Temel Yasası’nın 31. maddesi, liseleri bitirenlerin ancak “yetiştirildikleri yönde” yüksek öğrenim yapacakları ilkesini getirmişti.
Bu madde ne zaman değiştirildi biliyor musunuz?
Atatürkçülük adına yasa düzeninin getirildiği 12 Eylül döneminde!
Bu madde, 16 Haziran 1983 günü değiştirilerek maddedeki “yetiştirildikleri yönde” yüksek öğrenim yapmaları koşulu kaldırıldı.
Cumhurbaşkanı Evren ve Milli Güvenlik Konseyi, sabah akşam “Atatürk, Atatürk” diye diye Atatürk’ün “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nu rafa kaldırarak imam-hatiplilere yüksek öğrenim kapılarını açtılar.
Bugün, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan toplam personelin ancak yüzde altısı yüksek okul çıkışlı.
Neden, İlahiyat fakülteleri ile yüksek İslam enstitülerini bitirenler din adamı olarak çalışmıyorlar?
Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki toplam personel sayısı bugün 70 bini aştı.
Bu 70 bin 99 personelin ancak 39 bin 907’si imam-hatip liseleri çıkışlıdır.
Demek ki imam-hatip liselerini bitirenler, yetiştirildikleri ve yararlı olacakları alanda çalışmıyorlar.
Peki ne yapıyorlar?
Hukuk fakültelerini bitirip savcı ve yargıç, hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerini bitirip polis müdürü ve kaymakam oluyorlar.
Yarın ya da öbürgün vali de olacaklar...
Bugüne kadar imam-hatip liselerini bitiren 433.277 kişi var. Diyanet İşleri’nde çalışan imam-hatipli sayısı 39 bin.
İmam-hatip liselerini bitiren her 10 kişiden bir kişi Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev alıyor.
Üstelik, mesleki ve teknik öğrenim liselerinde öğrenci sayısı artışı yüzde 374, imam-hatip liselerinde yüzde 1.246 olmuştur.
Genel liselerde öğrenci sayısı son yirmi yılda 3 kat, meslek liselerinde 4.9 kat, imam-hatip liselerinde yüzde 13.4 kat artmıştır!
Bu artışa karşın Diyanet İşleri Başkanlığı’nda ilkokul mezunları imam ve hatiplik yapıyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda imam-hatip lisesi çıkışlılar yerine çalışan ilkokul çıkışlıların sayısı 18 bin 362’dir.
İmam ve hatip olarak yetiştirilenler emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, bu yasa değişikliği TBMM’den de geçerse subay da olacaklar, hiç din eğitimi görmemiş ilkokul mezunları da imam ve hatiplik yapıp camilerde vaaz verecekler!
Bunda bir yanlışlık, bir çarpıklık yok mu?
İmam-hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden art arda imam-hatip okulları açılıyor? Neden bu okullardaki öğrenci sayısı her yıl bu kadar artıyor?
İmam-hatip lisesi mezunları neden yetiştirildikleri alanlar dışındaki işlerde görevlendiriliyor?
Eskiler, “Camiye, kışlaya, mektebe siyaset sokulmaz” derlerdi.
Bu yasa tasarısı TBMM’den geçerse camilere ve okullara sokulan dinsel siyaset, kışlalara da sokulmuş olacak.
Türkiye’de son yıllarda siyaset, ticaret İle tarikatlarla iç içe gelişiyor.
Dinsel siyaset, 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. Ellerinde yayın organları, yayınevleri, televizyon kanalları ve arkalarında da her gün bu gazetelere reklamlar veren Suudi kökenli İslam bankerleri var.
1983 yılında Milli Eğitim Temel Yasası’nı değiştirdiler, bugün Harp Okulu Yasası’nı...
İmam-hatiplilerin harp okullarına girmelerini isteyen” Atatürk’ün partisi CHP’nin Genel Sekreteri başta olmak üzere bu uğurda çaba gösterenler doğrusu büyük başarı elde ettiler.
Yaşa var ol Harbiye/Selamünaleyküm sivil toplum!
Maşallah ikinci cumhuriyet/ Ruhuna el fatiha laiklik...
(Suikasttan 2 gün önce yayımlanan yazısı. 22 Ocak 1993)
Türkiye'de araştırmacı gazeteciliğin öncülerinden sayılan Uğur Mumcu, özellikle silah kaçakçılığı, terör ve Papa 2. Jean-Paul'e yönelik suikast girişiminde bulunan, gazeteci Abdi İpekçi suikastı hükümlüsü Mehmet Ali Ağca üzerine çalışmalarıyla da uluslararası ün kazanmıştı.
Uğur Mumcu, bu konulardaki araştırmalarından biri sırasında, Aralık 1984'te yolu Londra'ya düşmüş, dinleyici istek programı ''Sizlerle Başbaşa'' için de BBC Türkçe stüdyolarında, Nuri Çolakoğlu ve Ayça Abakan'ın konuğu olmuştu.
BBC Türkçe Servisi, Mumcu’nun anısına o söyleşiyi resmi web sitesinde tekrar yayınlamışlardı.
İşte Uğur Mumcu’nun sesinden kendi hayatı:
Uğur Mumcu kimdir?
22 Ağustos 1942, Kırşehir doğumlu olan Uğur Mumcu ilkokulu Ankara Devrim İlkokulunda ve ortaokulu Ankara Bahçelievler Deneme Lisesinde okumuştur. Uğur Mumcu 1961’de başladığı üniversite eğitimini avukat olmak üzere başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde 1965’te tamamladı. Henüz öğrenciyken 26 Ağustos 1962'de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Türk Sosyalizmi” başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü’nü aldı. 1963’te fakültede öğrenci derneği başkanı seçildi. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta’nın asistanı olarak çalıştı.
Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı “ordu uyanık olmalı” sözleriyle, “orduya hakaret etmek” ve “sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak” suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alındı. Mamak Askeri Cezaevinde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kalan Mumcu, bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkûm edildi. Fakat bu karar Yargıtay tarafından bozuldu ve Mumcu serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra askerliğini yedek subay olarak yapması gerektiği hâlde, 1972-1974 yılları arasında Ağrı’nın Patnos ilçesinde, resmî tanımıyla “sakıncalı piyade eri” olarak tamamladı. Patnos’ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi.
1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. “Gözlem” başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 1977’de Sakıncalı Piyade ve Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlandı. Ertesi yıl, Sakıncalı Piyade adlı yapıtını Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarladı. Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosunda tam 700 kere sahneledi. 1978’de, ünlünün yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini, bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı Büyüklerimiz yayımlandı.
1981’de terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör yayımlandı. Aynı yıl, Mehmet Ali Ağca'nın Papa'yı öldürme girişiminden sonra Ağca üzerine inceleme ve araştırmalarını yoğunlaştırdı.
1987’de araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve 12 Eylül adlı kitapları; 1991’de en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı.
1991 yılında İlhan Selçuk ve yaklaşık seksen Cumhuriyet gazetesi çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat – 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet gazetesinde yazan Mumcu, Cumhuriyet gazetesindeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü.
Uğur Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde “Mossad ve Barzani” isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve Mossad arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi:
“Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında?” “Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitirdi. Suikastın hemen ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanların hiçbir delil bulamadığı, patlamayla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü iddia edilmiştir.
Suikastı; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi. Suikastın arkasında Mossad'ın ve kontrgerillanın olduğu da iddia edilmiştir. Ergenekon Davası sanıklarından Ümit Oğuztan, iddianamede yer alan ifadesinde Mumcu'nun, seri numarası silinmiş ve Kürdistan Demokratik Partisi lideri Celal Talabani'ye götürülen silahlarla ilgili araştırması nedeniyle öldürüldüğünü iddia etti. Ayrıca ağabeyi Ceyhan Mumcu kendi yaptığı araştırmada ölümüne yakın bir süre içerisinde Mossad ve Barzani ilişkisi ortaya çıkınca İsrail büyükelçisinin ısrarla kardeşi Mumcu'yla bire bir olarak görüşmek istediği, ancak Uğur'un tek görüşmeyi kabul etmemesine rağmen görüşmenin yapıldığını belirtmiştir.
Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'yu ziyaretleri sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu”nu belirterek adeta namus sözü verdiler (1993). Suikastın failleri yakalanamamıştır.
© Tüm hakları saklıdır.