Kültür-Sanat

Üç filmde 30 yıllık sorun

Altın Portakal'da Kürt açılımı yorumlarına neden olan filmlerin yönetmenleri bu yaklaşımı biraz abartılı buluyor.

18 Eylül 2009 03:00

Antalya Film Festivali'nde bu yıl Kürt sorunuyla ilgili Miraz Bezar'ın Min Dit, Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın yönettiği İki Dil Bir Bavul ve Çayan Demirel'in çektiği 5 No'lu Cezaevi filmlerinin Altın Portakal yarışında yer alması 'Festivalde Kürt açılımı' şeklinde yorumlandı.

Jüri üyeleri, festivali düzenleyenler ve kamuoyu bu gelişmeyi büyük bir coşkuyla karşılandı. Bu coşkuda elbette Ankara'nın Kürt sorunuyla ilgili demokratik açılım çalışmalarını yoğunlaştırmasının da etkisi büyük. Üç film de 80'lerden günümüze Kürt sorununa yaklaşımla ilgili fikir veriyor.

Belgesel yarışmasında yer alan Çayan Demirel'in 5 No'lu Cezaevi, 12 Eylül askeri darbesinden 1984'te kadar geçen süreçte otuz dört tutuklunun ölümüne, yüzlerce tutuklunun sakat kalmasına neden olan Diyarbakır 5 No.'lu Cezaevi'ni anlatıyor. Dönemin askeri yetkilileri bu cezaevini 'askeri okul' olarak tanımlarken, tutukluların 'vahşet dönemi' diye adlandırdığı 1980-1984 yıllarında cezaevinde yaşananlar tanıkların anlatımıyla izleyici karşısına geliyor.

 Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda yer alan Miraz Bezar'ın yönettiği Min Dit anne ve babasını kaybeden iki çocuğun gözünden 90'lı yıllarda Diyarbakır'da yaşananları konu alıyor. Adana Film Festivali'nde Yılmaz Güney Özel Ödülü alan, Nuri Bilge Ceylan'ın "Herkesin izlemesini çok istiyorum," dediği İki Dil Bir Bavul ise 2000'ler Türkiye'sinde Güneydoğu'daki bir köyde Kürt çocuklara Türkçe öğretmeye çalışan öğretmenin yaşadıklarını beyazperdeye yansıtıyor.

Sansürden yarışmaya


Üç filmin yönetmenleri eserlerinin festivale kabul edilmesinden oldukça memnunlar. Fakat filmlerinin Kürt sorunuyla ilgili olduğu için festivale kabul edildiklerini düşünmüyorlar. Filmleri seçen ön jürilerin yapımların kalitesine göre karar verdiğini belirtiyorlar. Onlar da Kürt sorununun çözümüyle ilgili Türkiye'de yaşanan gelişmelerden memnunlar ama yine de çeşitli kaygıları var. Lakin Kürt sorunuyla ilgili geçmiş dönemlerde çekilen filmlerin sansürlenmesine ilişkin örnekleri hatırlatıp Türkiye'de önemli bir gelişme yaşandığını belirtiyorlar.

Kürtçe konuşmak bile yasaktı


Çayan Demirel (5 No'lu Cezaevi): 2009 yılı itibariyle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Kürtçe filmin 46 yıldır yapılan Altın Portakal Film Festivali'ne seçilmesi aynı zamanda Kürtler'in bu coğrafyada yaşadığı süreci yansıtan bir durum aslında. Çok kısa süre öncesine kadar bırakın Kürtçe film yapmayı Kürtçe konuşmanın bile yasak olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Filmleri film gibi izlemek gerekir, siyasetin bir malzemesi olarak görmemek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü biz sanatla iştigal eden insanlarız siyasetle değil. Dolayısıyla bunu bir açılım içine sokmanın doğru olmadığını düşünüyorum.

Eskiden filmler görmezden gelinebiliyordu


Orhan Eskiköy, Özgür Doğan (İki Dil Bir Bavul): Altın Portakal açısından bakacak olursak Kürt sorununun artık açık açık devlet ağzıyla da konuşuluyor olması ön seçicileri de festival organizasyonunu da rahatlattı. Herkesin üzerinde bir baskı vardı Kürt sorunu ile ilgili konuşma konusunda. Eskiden film iyi bile olsa görmezden gelinebiliyordu. Bunu da anlamak lazım. 12 Eylül'ün hayaleti dolaşıyor üzerimizde. İnsanlar fikirlerini kamuoyuyla paylaşırken kendilerini kontrol etmek zorunda kalıyorlar. Sanat bu korkuları aşması için bireylere cesaret verir.

Filmi çektiğimde kürt açılımı yoktu

Miraz Bezar (Min Dit): Filmimin Antalya'da yarışacak olmasına çok sevindim. Önemli bir aşama. Filmi 2007'de çektim. Gerçi o zamanlar Kürt açılımı diye bir olgu yoktu. Ön jürinin de filmi kalitesine bakarak seçtiğini düşünüyorum. Diyarbakır'da günlük hayatta ne kadar Kürtçe kullanılıyorsa o oranda filmde Kürtçe'nin ağırlığı var. Kabaca filmin yüzde 60'ı. Şimdilik filmle ilgili konuşmayı da pek tercih etmiyorum. Filmi insanlar festivalde izleyince çok konuşacak vaktimiz olacak.