Gündem

TÜSİAD Başkanı Yılmaz: İlk sivil anayasa fırsatının kaçıyor olması büyük bir hayal kırıklığıdır

TÜSİAD ve Sabancı Üniversitesi işbirliğiyle düzenlenen 'Demokrasinin Kurumsallaşması ve Sürdürülebilirliği Konferansı'nda yeni anayasa süreci irdelendi, 'kazanan her şeyi yapar' yaklaşımı sorgulandı

27 Kasım 2013 14:23

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)  Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz yeni anayasa sürecinin partiler arasında anlaşmazlıkla sonuçlanmasından "hayal kırıklığı" duyduklarını söyledi. Yılmaz, "Yeni anayasayı oluşturacak olan komisyonun faaliyetinin sona ereceği yönündeki açıklamalar, demokratikleşme sürecine ilişkin umutların yükseldiği bir dönemde karşımıza çıktı. Türkiye’nin ilk kez sivil, demokratik bir anayasa yapma fırsatını kaçırma noktasına gelmesi aslında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır" dedi. Yeni anayasa çalışmalarının canlandırılarak 2015 seçimlerine kadar sonuçlanmasını beklediklerini vurgulayan Yılmaz, tüm siyasi partilerin  2011 genel seçimleri öncesi yeni anayasa sözü verdiklerini anımsatarak  "Türkiye’nin demokratikleşme birikimini yeni anayasayla taçlandırması beklenirdi" görüşünü dile getirdi.

TÜSİAD'ın, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile birlikte düzenlediği "Demokrasinin Kurumsallaşması ve Sürdürülebilirliği Konferansı" İstanbul'da yapıldı. Toplantıda Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Direktörü ve Genel Sekreteri Dr. Thomas  Markert de bir sunum yaptı. Konferansta Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Sibel İnceoğlu ile Atılım Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Levent Köker de "Türkiye'de demokrasinin kurumsallaşması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için yeni anayasada bulunması gereken kurum ve kurallar" başlığı altında birer sunum yaptılar. TÜSİAD Başkan Yardımcısı Haluk Dinçer'in moderatörlüğünü  yaptığı ve Başkan Muharrem Yılmaz'ın "yeni anayasa sürecinin akıbetinden duyduğu hayal kırıklığına katıldığını" vurguladığı bu oturumda, Prof. İnceoğlu ve Prof. Köker, uygulamadan kaynaklanan sorunlar giderildiği takdirde mevcut anayasal düzende bile önemli ilerlemeler sağlanacağını anlattılar.  (T24, Prof. İnceoğlu ve Prof. Köker'in sunum yaptığı oturumu ayrı bir metinle paylaşacak).

 

Keyman: Melez bir demokrasimiz var

 

\

 

Konferansın açılış konuşmalarını İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Fuat keyman ile TÜSİAD Yöetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz yaptı. Keyman, Prof. Şerif Mardin'in 1971 yılında yayımlanan "merkez-çevre" makalesinde Türkiye'de siyaseti anlamanın temel paradigmalarını ortaya koyduğunu anlattı. Makalede, "merkez-çevre veya yöneten-yönetilen arasındaki ilişkide kurumsallaşma, denge ve denetleme sorunu olduğunun" irdelendiğini belirten Keyman, "Türkiye, coğrafyasında daha iyidir, ancak Avrupa ile karşılaştırıldığında geridedir" dedi. Şerif Mardin'in makalesinin üzerinden 40 yıldan fazla süre geçmesine karşın "demokrasinin kurumsallaşması, denge ve denetleme meselesinin temel bir sorun olarak" varlığını sürdürdüğünü vurgulayan Keyman, kurumsallaşma ve denge-denetim sorununun sadece yasama-yürütme-yargı ilişkileri zemininde değil, temel haklar, toplantı ve gösteri hakkı ve basın özgürlüğü gibi alanlarda da yaşandığının altını çizdi. Türkiye'nin Kürt sorununa çözüm arayışında önemli adımlar attığını, ancak diğer alanlara sürece paralel bir yansıma olmadığını kaydeden Keyman, "Melez bir demokrasimiz  var. Biz sivil toplum örgütleri olarak yeni anayasa sürecine desteğimizi devam ettireceğiz" dedi.

Markert: Kazanan her şeyi yapar zihniyeti sorunlu

 
\
 
Avrupa Konseyi'nin aayasa konularındaki danışma organı olan Venedik Komisyonu'nun Direktörü ve Genel Sekreteri olan Dr. Thomas Markert de, "Demokrasinin kurumsallaşması ve sürdürülebilirliğini sağlayacak, işleyen bir anayasal sistemin temel unsurları" başlıklı oturumda yaptığı sunumda Avrupa demokrasilerinde karşılaşılan sorunları özetledi, denge-denetleme, yargının bağımsızlığı ve ademi merkeziyet ilkelerinin önemi üzerinde durdu.
Parlamenter sistemin istikrarsızlığa yol açan sonuçlarını İtalya örneğini de vererek anlatan Markert, bu sorunlara karşı geliştirilen "yapıcı güvensizlik oyu" gibi mekanizmalara işaret etti. "West Minster" ve "Konsensus" modellerini de irdeleyen Markert, eski demokrasilerde siyasi partilerin seçmenleri mobilize etmekte zorlandığını, bu sorunun yeni demokrasiler için de gündemde olduğunu kaydetti.
"İstikrarlı bir demokratik sistemi kurmak bir maratondur, 100 metre yarışı değil" diyen Markert, AB üyesi olmayan ülkelerin yapacağı çok ödev bulunduğunu  vurguladı. Markert, Türkiye'nin ekonomik başarısına atıf  yaparken, "Ekonomik açıdan Türkiye, AB'de değil dünyada en başarılı olmuş ülkelerden birisi. Türk hükümeti uzun süredir yüksek bir güvene mazhar oldu. Büyük bir orta sınıf ortaya çıktı ve toplumda daha yüksek beklentiler oluştu" dedi.
Türk demokrasisinin Orta ve Doğu Avrupa'daki demokrasilerden daha fazla geçmişe sahip olduğunu anlatan Markert, özetle şöyle konuştu:
"Sistemin asker ve üst düzey bürokrasi tarafından gözetim altında tutulması durumu ortadan kalktı, bu iyi bir şey ama burada  bir risk var. Devlet gücü üzerindeki kontrol ortadan kalmış ya da çok azalmıştır. 'Her şeyi kazanan her şeyi yapar' gibi bir durum ortaya çıkar. Mesela, bir parkın dönüştürülmesi belediyenin işidir. Ama bu durum Türkiye'de ulusal bir durum haline geldi. Daha verimli bir hükümet etkinliği olacaksa sorumlulukların ayrılıp bazı şeylerin yerel yönetimlere verilmesi lazım."
ABD tipi başkanlık sisteminde Kongre çoğunluğu ile başkanın farklı partilerden olabildiğini hatırlatırken "Bunu Türkiye kaldırabilir mi" sorusunu yönelten Markert, yetkilerin tek kişide toplanmasının sorunlu olduğunun altını çizdi. Markert, "Yeni demokrasilerde galip gelen, kazanan her şeyi yapabilir' gibi bir zihniyet var. Hükümetler denetim arzu etmiyor. Bu sakınca uzlaşma kültürü ve kurumsallaşmayla giderilebilir" diye konuştu.
 

Yılmaz: Yeni anayasa sözü verildi, sonuç hayal kırıklığı

 
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz, Prof. Keyman'ın sunuşunun ardından yaptığı açılış konuşmasında, 2011 seçimleri öncesinde bütün partilerin yeni anayasa sözü verdiğini hatırlattı, ulaşılan noktanın "hayal kırıklığı" yarattığını söyledi ve 1025 seçimlerine kadar olan yaklaşık 18 aylık zamanda sürecin yeniden canlandırılmasını önerdi.

Muharrem Yılmaz'ın konuşması şöyle:

"16 sene önce yayımladığımız Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporunun önsözünde de belirtildiği gibi “ekonomik ve siyasal demokrasinin kurumsallaşması, Türkiye’nin önünde sonunda yaşayacağı zorunlu bir süreç değildir. Ülkenin aydınlık geleceği için demokrasinin tek çıkar yol olduğunu düşünenlerin kesintisiz çabalarının bir ürünü olabilir”. İşte bu anlayış çerçevesinde, Demokrasinin her zaman korunması ve geliştirilmesi gereken bir kazanım olarak anlaşılması gerektiğine inanıyoruz. Demokrasi alanındaki kazanımların kalıcı kılınabilmesi için yapılacak tartışmaların “kurumsallaşma ve sürdürülebilirlik” eksenlerinde tartışılması gerektiğini düşündük."

"Demokrasinin kurumsallaşması, demokratik kurum, kurallar ve teamüllerin yerleşmesini ve istikrar kazanmasını gerektirir. Bu çerçevede erklerin, o ülkenin şartlarına ve tarihi tecrübesine göre belirlenmiş bir sistem içinde birbirleri ile uyumlu ve denge halinde işlemesi çok önemli hale geliyor. Sisteminizi öyle bir tasarlamalısınız ki, toplumunuzun çoğulcu yapısını yansıtsın, sorunları krize dönüşmeden kontrol edebilsin ve çarklar kırılmadançalışabilsin."

 

'Vazgeçilmez unsur ideolojik ve kurumsal çoğulculuk'

Nitekim demokratik sistemlerde “çoğulculuk” ilkesi iki boyutta uygulanır. Bunlardan birincisi, değişik düşünce ve ideolojilerin bir arada bulunması, temsil edilebilmesi, anayasal koruma ve güvence altında olması anlamına gelen “ideolojik çoğulculuk”tur. Diğeri ise siyasal iradeyi ortaya çıkaran ve devlet iradesini ortaya koyan kurum ve organları denetleyen, bir bölümü seçimle işbaşına gelmiş kurum ve organdan oluşan “kurumsal çoğulculuk” boyutudur. Bunlar, günümüzde demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu nedenle, geleneksel kuvvetler ayrılığını temel alan denetim ve denge mekanizmalarının yanı sıra, sivil toplum örgütleri, basın-yayın kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, kamu denetçisi(ombudsman) gibi özerk kurumlar da anayasal güvence altında olmalıdır. Demokraside devletin kurumsal yapısı hukuk devleti üzerine inşa edilir. Hukuk devleti insan haklarına dayalı, bunları koruyan, güçlendiren ve kendisi de koyduğu kuralla bağlı olan devlettir. Hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmazı ise, devletin tüm işlem ve eylemlerinin bağımsız yargının denetimine tabi olmasıdır." 

"Demokrasinin nüvesi bireydir ve bu noktada Demokratikleşme süreci, kişinin birey olması sürecidir, desem her halde yanlış olmaz. Ve bireyin hak ve özgürlüklerinin dokunulmazlığının ve bireyin devlet ve toplum baskısından korunmasını, demokrasinin olmazsa olmazı olarak gördüğümüzü belirtmek isterim."

"Unutmayalım ki, demokratikleşmenin başarıldığını düşündüğümüz gün dahi, bu dosya kapanmayacak, önümüzde hep daha iyiyi arama görevi duracaktır. Toplumsal gelişmişlik düzeyini sürekli yükselterek, bireyin daha eğitimli, daha nitelikli kılınması ve bireyin demokrasi kültürü içerisinde olgunlaşması, demokrasi talebini canlı tutacaktır, sürdürecektir. Demokrasiyi sürdürülebilir kılacak olan unsurlardan biri, bireyin demokrasi bilincidir. Hiç şüphesiz demokrasinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında, siyasi aktörlerin uzlaşma niyetine sahip olmaları, demokrasi kültürünü geliştirme iradesine sahip olmaları da önemlidir ve buna uygun bir siyasi dil kullanmaları da kolaylaştırıcı bir unsurdur. Bu anlamda siyasetçilere, kendi ideolojilerini savunurken üsluplarının gerilime sebep olmamasına özen gösterme görevi de düşmektedir."

 

'Akademia ve yurttaşlarımızı nasıl yeniden motive edeceğiz?'

 

"Türkiye’nin demokratikleşme sürecine baktığımızda bu meseleyi bütüncül bir şekilde ele alamadığımızı görüyoruz. 1982 Anayasası'nın ilk kapsamlı ve ciddi değişikliğinin yapıldığı 1995 yılından beri, hatta 90’ların başındaki o meşhur 141, 142, 163. madde değişikliklerinden beri, sayısız anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ değişikliği yaptık. Yani daha demokratik olma yolunda mevzuat temelinde çok şeyi denedik. Bu aşamadan sonra Türkiye’nin demokratikleşme birikimini yeni anayasayla taçlandırması beklenirdi. TBMM’deki tüm siyasi partiler, 2011 genel seçimleri öncesi yeni anayasa sözü vermişlerdi. Tüm partilerin katılım ve eşit temsili ile kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu, kurulduğu günden itibaren toplumdaki yeni anayasa beklentisinin canlı tutulmasını sağlamış ve bu beklentinin karşılığı olarak toplumdan da büyük itibar görmüştü."

"Yeni anayasayı oluşturacak olan Komisyonun faaliyetinin sona ereceği yönündeki açıklamalar, demokratikleşme sürecine ilişkin umutların yükseldiği bir dönemde karşımıza çıktı. Türkiye’nin ilk kez sivil, demokratik bir anayasa yapma fırsatını kaçırma noktasına gelmesi aslında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu tıkanıklık hiç de azımsanacak, geçiştirilecek bir tıkanıklık değildir; parti temsilcilerimiz bu tıkanıklığı birbirlerinin tutumları ile ilişkilendiriyorlar… Hatta süreci 18 ay sonra yapılacak olan genel seçim sonrasında oluşacak olan meclise devretmeye yönelik değerlendirmeler de duyuyoruz. Bu tutumlar maalesef demokratik standartlar için atılacak adımların samimiyetini, gerçekliğini ağır bir şekilde sorgulatmaktadır. Son 6 yıl içinde arzulanan yeni bir anayasanın neredeyse her boyutu tartışıldı, akademianın tüm değerli temsilcileri, kurumları, STK’lar bu sürecin bir parçası oldu… Şimdi yeni anayasa için başa mı dönüyoruz? Yeniden akademia’yı, kurumları, yurttaşlarımızı nasıl heyecanlandırarak motive edeceğiz? Sormak isterim: eğer yeni bir Anayasa ihtiyacımız yok idiyse, niye toplum bu denli bu konuyla bu kadar uzun meşgul edilmiştir?"

"Tüm konularda kısa vadede uzlaşma sağlanmasının zorluğunu kabul ederek, Komisyonun ve belki de partilerimizin kaygılarımızı gidermesini beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Bugün ülkemizi geriye götürdüğünü düşündüğümüz gündemler yerine, geleceğimize ışık tutacak bir 21. YY anayasasını tartışıyor olmayı tercih ederdim. Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacının gelecek dönem parlamentolarına bırakılmamasını ve 24. Dönem TBMM tarafından yakalanmış bu fırsatın önümüzdeki 1,5 yıl içinde en iyi şekilde değerlendirilmesini diliyoruz. TBMM’nin üstlendiği bu sorumluluğu devredeceği bir kurum, kuruluş yoktur. Süreci ertelemek ise, korkarım sadece zaman kaybetmek anlamına gelecektir."