Gündem

TÜSİAD: Siyaset konuştuğumuz için eleştiriyorlar, siyaset değil demokrasi konuşuyoruz

Muharrem Yılmaz: Dünyanın en gelişmiş 25 ülkesi en gelişmiş demokrasisidir. Temelin üzerine çoğunluğun veridği yetkiyi azınlığın haklarını da savunan bir yönetim anlayışı gerekir

17 Nisan 2014 14:45

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Ankara’da Cumhurbaşkanı Gül’ün de katılımıyla toplandı. "Uzun zamandır TÜSİAD olarak yalın bir mesaj vermeye çalışıyoruz" diyen TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, "Türkiye gelişmiş ülkeler seviyesine erişmek istiyorsa, gelişmiş bir demokrasiye de sahip olmak zorundadır. Dünyanın en gelişmiş 25 ülkesi aynı zamanda dünyanın en gelişmiş demokrasileridir" şeklinde konuştu.

Muharrem Yılmaz’ın konuşmasının tam metni şöyle:

Sayın Cumhurbaşkanım,

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Saygıdeğer Genel Başkanı,

Saygıdeğer Milletvekillerimiz, Genel Başkan Yardımcılarımız, Üst düzey bürokrasimizin çok kıymetli temsilcileri,

Kıymetli Konuklar,

Değerli Üyelerimiz,

Şahsım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yüksek İstişare Konseyi Toplantımıza hoşgeldiniz.

Sayın Cumhurbaşkanımız, bizleri onurlandırdınız. Size müteşekkiriz.

Saygıdeğer konuklar, toplantımıza onur verdiniz, katkı sağladınız. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim.

Değerli uzman konuşmacılarımıza da şimdiden başarılar diliyor ve teşekkür ediyorum.

Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli konuklar,

Türkiye on beş aya yayılan bir seçimler dizisinin ilk merhalesini geride bıraktı. 30 Mart yerel seçimlerinin ardından dört ay sonra yeni Cumhurbaşkanımızı ilk kez halkoyuyla seçeceğiz. Bunun ardından da sıra genel seçimlere gelecek.

Bu uzun maratonun ilk etabını oluşturan yerel seçimler; sert siyasi çatışmalar, keskin kutuplaşmalar, vahim yolsuzluk ve devlet içi örgütlenme iddiaları ile maalesef hayli yıpratıcı geçti.

Önümüzdeki dönemi de böyle geçirirsek, demokrasimizi geliştirme konusunu tartışmaya toplumca mecalimiz kalmayacak korkusundayım.

Bu yüzden, yönetim üslubumuzu, demokrasiye verdiğimiz anlamı tartışmak için belki de en uygun zamandayız diye düşünüyorum.

İzin verirseniz, şu soruları sizinle paylaşmak isterim:

Hepimiz, özgür bireylerin yaşadığı, mutlu ve müreffeh olarak yaşadığı Türkiye'yi yaratmak için çalışmıyor muyuz?

Bu hedefe eksik demokrasiyle, yeterince katma değer yaratmayan bir ekonomiyle,  kutuplaşmış bir toplumsal yapıyla ulaşabilir miyiz?  

Uzun zamandır TÜSİAD olarak yalın bir mesaj vermeye çalışıyoruz:

Türkiye gelişmiş ülkeler seviyesine yükselmek istiyorsa, yani refahı artmış, huzurlu ve mutlu bir toplum olmak istiyorsa, gelişmiş bir demokrasiye de sahip olmak zorundadır.

Dünyanın en gelişmiş 25 ülkesi, unutmayalım ki, aynı zamanda en gelişmiş demokrasileridir.

Özlemini duyduğumuz standartlarda bir demokrasinin temelini iyi yetişmiş, yurttaşlık bilinci gelişmiş özgür bireylerin oluşturacağını hepimiz biliyoruz.

Bu temelin üzerine, toplumu bir bütün olarak kucaklayan, çoğunluğun verdiği yetkiyi azınlığın haklarını da koruyarak kullanan bir yönetim anlayışını bina etmek gerekir.

Bu yönetim anlayışını kuvvetler ayrılığı, özerk kurumlar, idarenin tasarruflarının denetime açıklığı, yönetimde şeffaflık, hesap verebilirlik gibi özelliklerle de zenginleştirmeliyiz.

Ve tabi ancak, katılımcı, çoğulcu ve kapsayıcı bir anlayışla da demokrasimizi 21. yüzyılın gerektirdiği derinliğe ulaştırabiliriz.  

Bu beklentileri paylaşmayan, bunlara inanmayan bir siyasetçimiz var mı? Yok.

Bir siyasi partimiz var mı? Bence yok.

Bir aydınımız, bir kurumumuz var mı? Bence yok.

Peki bu temel alanlarda, neden ayrı düşüyoruz?

Bu demokratik standartları sağlayacak kurumsal yapıları güçlü ve itibarlı kılmak hepimizin ayrı ayrı görevi değil mi?

Peki niye yan yana değil de, karşı karşıyayız zaman zaman?

Demokraside sürekliliği kurumlar sağlar.  

Devletin, demokrasinin kurumlarının itibarını korumak esastır ve o ülkeyi yönetenlerin de vatandaşların da öncelikli sorumluluğudur.

Hiçbirimiz bu sorumluluğu ihmal edemeyiz.

Demokrasilerin temelinde hukuk vardır, hukuk devleti vardır, hukukun üstünlüğü vardır.

Hukuk bir arada yaşama sözleşmemizdir, ortak kurallarımızdır, yasalarımızdır.

Bireyleri tek tek bağlar, birbirimize bağlanmamız biz olmamız için de vazgeçilmezdir hukuk.

Tam da bu yüzden, hukuka, hukuk devletine sımsıkı sarılmalı ve onun hasar görmesine, örselenmesine izin vermemeliyiz.      

Hukuk devletiyle yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı da birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

Yargı kurumunun toplumun mutlak güvenine sahip olarak çalışması şarttır.

Gelişmiş demokrasiler demokratik kurumları ve ilkeleri güçlendirmek, bireysel hak ve özgürlükleri genişleterek garanti altına almak, daha katılımcı sistemleri oluşturmak için yoğun çaba sarf ediyorlar.

Merkezi yönetimleri güçlü yerel yönetimlerle desteklemenin yollarını araştırıyorlar. Siyaset kültürünü geliştirmeyi, siyasi ahlakı yaygınlaştırmayı, yolsuzluklarla mücadeleyi gönüllü "Davranış Kodları" belirleyerek, benimseyerek ve benimseterek sağlıyorlar.

Türkiye'nin de bunlara ihtiyacı olduğuna itiraz edilebilir mi?

Bunlardan herhangi birini yok sayarak sağlıklı bir demokrasi kurabilir miyiz?

Sağlıklı işleyen bir demokrasi, toplumda bir arada ve karşılıklı saygı içinde yaşamanın, "biz" kavramını yüceltmenin tek yolu değil midir?

Zaman zaman bizi eleştirenler, TÜSİAD’ı eleştirenler "çok siyaset konuşuyorsunuz" diyorlar.

Oysa siyaset ve ekonomi aynı gerçekliğin iki farklı yüzü.

Biz siyaset için siyaset  yapmıyoruz, demokrasiyi konuşuyoruz.

Demokrasi konuşmak da, piyasa ekonomisini konuşmak demek aynı zamanda. Refahın sürdürülebilirliğini konuşmak demokrasiyi konuşmak…

Nitekim, tarihsel olarak, düzgün işleyen, büyüme ve refah üretebilen piyasa ekonomileriyle, başarılı demokrasiler iç içe geçmiş durumdadırlar.

Yavaş ya da istikrarsız demokratikleşme, hızlı büyümek ve refahı yaygınlaştırmak isteyen ülkeleri bu hedeflerine ulaşmakta kısıtlamaktadır.

Bu tespit, Türkiye neden yakın geçmişindeki ortalama yüzde 5-7 büyüme bandından yüzde 2-4 bandına indi ve neden bir süre daha orada kalabileceği şüphesinin cevabını da belki içinde barındırıyor, bize veriyor bir ölçüde…

Elbette, büyümedeki bu sert düşüşün, mikro ve makroekonomik sorunlara, azalan iç ve dış talebe bağlı teknik ekonomik nedenleri de var.

Ve bunların bir bileşkesi olan cari işlemler açığı problemi ve buna bağlı finansman problemimiz de var.

Tasarruf oranlarımız mevcut düzeyde kaldığı sürece bu sorun devam edecek.

Ancak bunun ötesinde siyasi gelişmelere bağlı nedenler de var bu düşüşte.

Dört-beş yıl öncesine kadar dünyada demokratikleşme, makro uyum, reform motivasyonu ve AB'ye uyum bağlamında örnek gösterilen Türkiye, bugün tüm bu başlıklarda geride kalmış gibi hissediliyor.

Son yıllarda demokratikleşme iradesinde eksiklik gözlemler gibiyiz, hatta bunu da duyuyoruz dostlardan.

Demokratikleşme paketleri ya geç, ya da eksik kalabiliyor ve toplumsal motivasyon oluşturamıyor, ekonomide de istediğimiz etkiyi maalesef yaratamıyor.

Yani aslında, yavaş demokratikleşmenin ekonomik büyümesi de yavaş oluyor.

Gene de bu saydıklarımız, düşük büyüme olgusunu açıklamaya yetmeyecek.

Ekonomideki yavaşlamanın bir diğer temel nedeni de, piyasa ekonomisinin üzerinde faaliyet gösterdiği "hukuk zemininde" oluşan hasarlardır.

İşte bu yüzden, biz "hukuk devleti" dediğimiz zaman siyaset konuşmuyoruz aslında.

Ekonominin en temel gereklerinden birine değinmiş oluyoruz.  

Burada, bizi düşük büyümeye doğru iten bir başka etken olarak, tıpkı demokratikleşme alanında olduğu gibi ekonomide de reform iradesinin eksikliğinden söz etmeliyiz.

Kalıcı, yüksek büyümeyi sağlayacak olan mikro-yapısal reform ajandamıza bir türlü odaklanamıyoruz.

Başlatılan reformlar yarım kalıyor ya da uygulamada aksaklıklar çıkıyor.

Piyasaların adil ve şeffaf çalışmasını sağlayacak olan bağımsız düzenleyici kurumlar da etkilerini yitiriyorlar bu süreçte.

İş dünyası olarak, dünyadaki gelişmeler karşısında hızlı tedbir alma gereğini görüyoruz.

Türkiye'nin yüksek büyüme sağladığı yılların koşulları hızla ve lehimize olmayacak şekilde değişmektedir.

Küresel ekonominin yeniden yapılanmasının geciktiği, yeni bir sistemin oluşturulamadığı bu dönemde, teknolojik gelişme ve yüksek katma değerli mal ve hizmet üretme yarışında mesafeleri kapatmak üzere gecikirsek, reformlarımızı yapmakta daha fazla gecikirsek büyük fırsatları kaçıracağımız endişesini duyuyoruz.

Büyümenin temel motoru olması gereken imalat sanayimizin milli gelir içindeki payının on yılda %25'ten %15'e gerilemesinin, büyümemizin sürdürülebilirliği ile ilgili ciddi bir alarm sinyali olduğunu da düşünüyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar,

Ekonominin geleceğini, toplumun refahını piyasa ekonomisinde görüyorsak eğer, bunu ancak küresel ekonomiye entegre olarak sağlayabileceğimizi de kabul ediyoruz demektir.

Bu çerçevede, AB ile ilişkilerimizin ve Türkiye'nin Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı'na katılmasının öneminin altını bir kez daha çizmek isterim.

Ayrıca gelecek yıl G-20 zirvesine Türkiye'nin ev sahipliği yapacak olmasını ülkemizin itibarını yükseltecek bir fırsat olarak değerlendiriyoruz.

TÜSİAD, G-20 bünyesindeki iş dünyası yapısı olan B20'ye yıllardır, en donanımlı ve en etkin desteği vermekte, burada etkin rol oynamaktadır.

Türkiye'nin dönem başkanlığı sırasında, her türlü katkıyı yapmaya mecbur ve hazır olduğumuzu da belirtmek isterim.

Değerli Konuklar,

İmkanlarını ve kaynaklarını doğru değerlendiren, var olan ittifak ilişkilerinin sağladığı derinliği kullanabilen, coğrafi konumunu bir ekonomik rekabet avantajı olarak değerlendirebilen, dünyayla ilişkilerini yapıcı şekilde kurabilen bir Türkiye'nin uluslararası sisteme ciddi katkılar yapabileceğine inanıyoruz.

Demokrasisi oturmuş, çevresiyle ilişkileri normalleşmiş bir Türkiye'ye; laik, demokratik ve ekonomisi değer üreterek büyüyen bir Türkiye'ye dünyanın ihtiyacı olduğu kanısını da taşıyoruz.

Kutuplaşmanın yerini toplumsal mutabakatın almasını sağlamak, toplum olarak ortak paydamızı yeniden tanımlamak, diyalog yollarını açarak enerjimizi kalkınmaya, demokrasimizi derinleştirmeye harcamak zorundayız.

Neredeyse tüm partilerimizin, yüksekliği konusunda mutabık olduğu seçim barajının düşürülmesinin de demokrasimizin çoğulcu niteliğini güçlendirerek toplumsal uzlaşmaya katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

Önümüzdeki iki seçimden sonra seçimsiz geçecek olan 4 senenin, reformlarımızın hayata geçirilmesi ve AB uyumunun kararlı bir şekilde ilerletilmesi açısından önemli bir fırsat oluşturduğunu da düşünmekteyim.

Bu noktada Sayın Cumhurbaşkanım, AB müzakere sürecini başlatan kararın alınmasında gösterdiğiniz olağanüstü çabayı minnetle anmadan geçemem.

Türkiye'nin, başta AB projesi olmak üzere, reform projelerini başarıya ulaştıracak beceriye, birikime ve azme sahip olduğuna her zamanki gibi yürekten, bütün üyelerimiz inanıyoruz.

Ayrıca, yakın tarihimizin en önemli siyasi adımlarından biri olan çözüm sürecinin de sonuca ulaştırılabilmesi umudunu taşıdığımızı ifade etmek isterim.

TÜSİAD, Türkiye'nin iktisadi ve siyasi reform alanlarının hemen hepsinde çalışma yapmış ve görev görmüş bir kurumdur.

Bundan sonra da, Türkiye'yi seven ve güvenen, bu ülkeye yatırım yapan, bu ülkede istihdam yaratan üyeleriyle ve uzman kadrolarıyla, yapıcı eleştiri, öneri ve çalışmalarını ülkemizin yararına sunmaya devam edecektir.

Sayın Cumhurbaşkanım, Saygıdeğer Konuklar,

Sözlerime son verirken, hepinizi bir kez daha ve en derin saygılarımla selamlıyorum. 

 

İlgili Haberler