Zaman gazetesinin akademisyen yazarı Mümtaz’er Türköne, Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki yaşadığı krizleri, ihanetleri, kişisel hesapları ve yönetim kademesindeki çekişmeleri örnek göstererek, bugün aynı hataların yapılmaması gerektiğini belirtti.
İktidarın kullanımını, hukuku ve devletin teamüllerinin kurallara bağlanması gerektiğini ifade eden Türköne, Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda Kaptan-ı Deryâ Ahmet Paşa’nın kişisel çıkarları nedeniyle donanmayı, Osmanlı’nın kara ordusunu yok eden Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya teslim ederek devletin hem ordusuz hem de donanmasız kalmasına neden olduğunu ve devletin çöküşünün hızlanmasının gerçek nedeninin Batı’ya yenilmek değil, kendi valisine yenilmek ve içerideki hainler olduğunu hatırlattı. Türköne, PKK’nın çatışmaları baharda arttıracağını ve bu dönemin kayıpsız geçirilmesi için kişisel hesapların bahar sonrasına bırakılması gerektiği ileri sürdü.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta Doğu ve Güneydoğu’daki sorunların çözümüne ilişkin Mardin’de açıkladığı yol haritası konusuna ilişkin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘’Henüz incelemedim’’ cevabının devletin zirvesindeki uyumsuzluğun göstergesi olduğunu vurgulayan Türköne, ‘’Zirvedeki bu yüksek uyumla, gelmekte olan “bahar”ı nasıl karşılayacaksınız?’’ ifadelerini kullandı.
Türköne’nin bugün (9 Şubat 2016) yayınlanan ‘’Hain Ahmet Paşa'nın hikâyesi’’ başlıklı yazısının tamamı şöyle:
Tarihe “hain” unvanıyla geçen bir donanma komutanı, yani “kaptan-ı deryâ”dır Ahmet Paşa. İhaneti de bayağı büyük bir ihanettir.
Emrindeki koca Osmanlı donanmasını peşine takıp, devletin savaş halinde olduğu Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya, 1839 yılının Temmuz ayında, İskenderiye'de teslim etmiştir. Bu ihanetin tek sebebi, devletin tepesindeki iktidar rekabetidir. II. Mahmud ölünce, 16 yaşında tahta geçen Abdülmecid'in tecrübesizliği güç sahiplerini tahrik etmiştir. II. Mahmud türbesine defnedilirken, Divanyolu'nda hemen karşısındaki Köprülü Kütüphanesi'nde otururken Hüsrev Paşa mührü zorla Rauf Paşa'nın elinden almış, kendini sadrazam tayin etmiştir. “Bu nasıl iştir?” diye soran Valide Sultan'a, Abdülmecid'in “beni hiç karıştırmadılar” dediği nakledilir. Ahmet Paşa, Hüsrev Paşa ile rakiptir. Şeytana uyar, Mehmet Ali Paşa ile anlaşıp, Hüsrev Paşa'yı devirme umudu ile donanmayı İskenderiye'ye götürür. Donanmayı teslim ettiği isyancı Vali'nin, kısa bir süre önce Osmanlı ordusunu Nizip'te imha ettiğini hatırlatırsak ihanetin büyüklüğü daha kolay anlaşılacaktır. Üç kıtaya yayılmış koca imparatorluğun kara ordusu yoktur, donanması ise düşmana teslim edilmiştir. Tanzimat Fermanı, işte bu şartlarda ilan edilmiştir. Batılıların “Hasta Adam” veya “Doğu Sorunu” lafı, Avrupa ile derinleşen uçurumla değil, işte bu Mısır meselesi ile doğmuştur. Hep gerçeğin tersi doğru zannedilir; gerçekte Osmanlı devleti Batı veya Rusya ile girdiği savaşları kaybettiği için değil, kendi valisine yenildiği ve iktidar mücadelesinin ihanete sürüklediği “hain” paşaları yüzünden çöküşe sürüklenmiştir. Tepedelenli vakası, Halet Efendi ihaneti hain Ahmet Paşa ile tarihin seyri değişmiştir.
Hain Ahmet Paşa'nın hikâyesi, kurala bağlanmamış iktidar rekabetinin ve iç politika sorunlarının nasıl ihanete dönüşüp ülkeyi büyük bir tehlikeye sürükleyebileceğini anlatıyor. İktidarlar değişir, yönetenlerin biri gider, biri gelir; ülkenin çıkarları da istikameti de değişmez. Kendinde keramet görenler, devletin ve halkın sırf yönetilmek için yaratıldığı zannına kapılıp, kendisini her şeyin üzerine yerleştirince, iktidar hesabı ülke çıkarının önüne geçer, istikamet kaybolmaya başlar.
Türkiye, Suriye sorunu yüzünden köşeye sıkışmış vaziyette. Dün vekâletle yürütülen iç savaş, bugün büyük devletlerin doğrudan sahaya inmesiyle, etrafa yayılmaya hazır bir yangına dönüştü. PKK'nın Cizre'de ve Sur'da yürüttüğü hendek savaşları, Suriye'deki ateşten sıçrayan yangın toplarından ibaret. Terör örgütü, baharla birlikte bu iki ilçede edindiği tecrübeyi geniş bir coğrafyada kullanmaya hazırlanıyor. Yüzümüzde hissettiğimiz sıcaklık, gelmekte olan yangının işareti. Yangına benzinle gidenlere dikkat. Çözemediği krizleri tırmandırarak iktidarda kalma becerisi göstermenin zamanı değil. Gelen o kadar büyük bir dalga ki, en güçlü siyasî kişiliğin bile bu dalgada kibrit çöpü gibi sürüklenmesi kaçınılmaz olacak.
Çözüm Süreci deyip, PKK'nın sıktığı mermileri şehirlere yığmasına bile bile göz yumanlarla, bugün terörü durduramazsınız. Acziyetten, tescilli gafletten ve ihanetten güçlü bir irade çıkartamazsınız.
Ülkenin Başbakan'ı, Mardin'e gidip bu yangından çıkmak için bir yol haritası ilan ediyor; ülkenin muktedir cumhurbaşkanı “henüz incelemediğini”, “haberinin olmadığını” söylüyor, bu çıkışı değersiz ve anlamsız hale getiriyor. Zirvedeki bu yüksek uyumla, gelmekte olan “bahar”ı nasıl karşılayacaksınız?
1 Mart tezkeresi 13 yıl sonra durup dururken neden gündeme geldi? Bir fikriniz var mı? “Vizyon sahibi” olduğunuzu kime kanıtlıyorsunuz? Yükselen iktidar rekabeti için ABD'ye sempati mesajı göndermenin, “muhatabınız benim” demenin bir maliyeti yok mu? Hatırlayalım, ABD 1 Mart tezkeresinde uğradığı hayal kırıklığının faturasını doğrudan Ordu'ya çıkarmıştı.
Suriye politikasında, tırmanan gerilimde, PKK ile mücadelede devletin zirvesindeki görüş ayrılıklarının ne kadarı sorunların kendisinden, ne kadarı kişisel iktidar hesaplarından kaynaklanıyor?
Keskin bir dönemece giriyoruz. Kişisel rekabete feda edilecek en küçük lüksümüz yok. Bu sefer hukuku ve devletin teamüllerini, iktidarın kullanımını kurallara bağlamak ve savrulmadan bu badireden çıkmak için imdada çağıralım. Herkes yetkisi ne ise onu kullansın. Kişisel hesaplar bahar sonrasına ertelensin.