İnsan Hakları İzleme örgütü HRW tarafından yayınlanan raporda, özellikle 2009 yılından bu yana İran'dan kaçan aktivistlerin sayısındaki artışa dikkat çekiliyor.
Raporun çarpıcı taraflarından biri de Türkiye'nin gittikçe daha fazla kişi için bir adres haline gelmesi.
Rapora göre, "Yeni sığınma talepleri en çok Türkiye'ye yapılıyor ve 2009 ile 2011 yılları arasında bu ülkeye sığınma talebinde bulunanların İranlıların sayısı yüzde 72 oranında arttı."
Raporda ayrıca Türkiye hükümetinin BM'nin İran'daki insan haklarının durumuna ilişkin özel raportörü Dr. Ahmet Şehid'in Türkiye'ye girmesi yönündeki talepleri reddettiği söyleniyor.
Ahmet Şehid'in Türkiye'deki İranlı sığınmacılarla görüşmeler yapmak için görevlendirildiği belirtiliyor. Şehid, BM İnsan Hakları Komisyonu'na bağlı çalışıyor.
Bunun yanında örgüt, Türkiye tarafından kabul edilen İranlıların hayat şartlarının zor olduğunu vurguluyor. Çalışma izinlerinin olmaması, sığınma işlemlerinin uzun sürmesi, her yıl vermek zorunda oldukları 'toprak parası', yeterli sağlık hizmeti alamamaları, sığınmacıların en önemli sorunları arasında görülüyor.
'İran'da 'basın' çok siyasi bir kelimedir'
2005'te Türkiye'ye gelen, bir süre başka ülkelerde kaldıktan sonra 2007'den itibaren İstanbul'da yaşayan fotoğrafçı ve yönetmen Said Nasiri'nin anlattıkları da raporu doğruluyor.
Nasiri hayata geçireceği projelerin hazırlık aşamasında Türkiye'deki İranlı sığınmacıların durumlarını yakından izlemiş. Pek çoğu ile birebir görüşmüş.
Onların sorunlarını konuşmadan önce hem kendi hikayesini hem de İran'dan bu kadar çok insanın kaçmasının nedenlerini anlatıyor.
İran'da Cumhurbaşkanı Sarayı'nın özel fotoğrafçısıyken Mahmut Ahmedinejad'ın 2005 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından işsiz kalmış: "Bir sürü siyasi nedenlerden dolayı ekibi değiştirdiler."
İran'da foto-muhabir olarak gazetecilik de yapan Nasiri, "Basın kelimesi çok siyasi bir kavramdır İran'da. Hangi dergide çalıştığın, hangi cephede yer aldığını ifade eder. Saray'da yeni ekip gelince daha önce orada çalışan herkes işsiz kaldı. Aşağı yukarı 40 gazete kapandı 2005-2006 arası. Yaklaşık 1800 kişi işinden atıldı" diyor.
Faili meçhulleri gören üçüncü nesil
2005 yılından itibaren yazarlara karşı zincirleme faili meçhul cinayetler başladığını anlatıyor ve şunu ekliyor: "Kayıtlı sayı 14 kişi ama 100'ün üzerinde faili meçhul cinayet oldu."
İran'dan Türkiye'ye kaçışın "adı konmamış bir gelenek olduğunu" anlatıyor Naziri. Bahai dininin kurucusundan, Humeyni'ye kadar pek çok kişinin İstanbul'a kaçtığını anlatıyor.
Özellikle İran'da büyük tutuklamaların olduğu ve binlerce kişinin idam edildiği 1981-85 dönemi arasında solcuların Ankara ve İstanbul'a yerleştiğine dikkat çekiyor.
2009'daki "göç dalgasını" tetikleyen ise İran'daki 2009 seçimleri öncesinde yaşanan ve "yeşil devrim" girişimi olarak anılan dönemde ortaya çıkan yeni ortam olmuş.
Yaşananları şöyle anlatıyor: "O dönemde Lezbiyen Gey Biseksüel Transgender (LGBT) hareketi ortaya çıktı. Daha önce de varlardı ama çok az sayıda kişi sokakta görünüyordu. Feministler, sol görüşlü öğrenciler daha aktif hale geldi. 1984'ten itibaren sol tamamen temizlenmiş durumdaydı. Ama solcu öğrenciler de sokağa çıktılar yıllardan sonra ilk kez 2009'dan sonra. Bu eylemlerde büyük tutuklamalar oldu. Böylece yeni göç sezonu başladı..."
2009'da gelenlere 6 kentte yaşama izni var
Nasiri 2009 yılından itibaren gelenlerin Ankara ve İstanbul'da yaşama izni olmadığını söylüyor. Yaşayabilecekleri 6 şehir belirlenmiş. Depremden önce en büyük merkezlerden biri Van'mış. Ama buradaki sayı depremden sonra azalmış. Diğer kentler ise Nevşehir, Kayseri, Niğde, Konya ve Eskişehir.
Farklı gruplar farklı şehirlere yerleştirilmiş. Örneğin LGBT'liler Kayseri'de yaşıyor. İnsan hakları aktivistleri ve feministler ise çoğunlukla Konya'da.
Burada yaşayanların durumunu sorduğumuzda Nasiri, "Bunların hayat şartları çok zor" diyor. Çünkü, "Banka hesabı açamıyorlar. İş bulamıyorlar. Çünkü çalışma izinleri yok. Burada dil öğrenme imkanları yok."
Bunun yanında bir de sığınmacılardan alınan 'toprak parasına' dikkat çekiyor: "Her yıl devlete para veriyorlar. Bir de geçici kimlik için para veriyorlar. Büyük paralar değil bunlar. 100-200 dolar gibi bir şey. Ama çalışma izni olmayan sığınmacılar için her para büyük para."
Nasiri İran'dan kaçan pek çok kişinin ya zaten varlıklı olmadığını ya da parası olanların her şeylerini Türkiye'ye gelebilmek için harcadıklarını söylüyor. Bu nedenle çalışma izni olmamasının büyük bir sorun olduğuna dikkat çekiyor.
Sağlık sorunlarının çözümü zor
Bir başka sorun ise, sığınmacıların yerleştirildikleri şehirden çıkma izinlerinin olmaması. Her hafta karakola gidip imza atmak zorundalar. Bunun yarattığı en büyük olumsuzluk ise sağlık sorunu olanların, kentte yeterli hizmet alamamaları. "Durumu çok ağır olanlar var ve başka şehirde bir hastaneye gitmek istediklerinde şehirden çıkamıyorlar" diyor Nasiri.
Bunun yanında sığınmacıların kabul edilmesine ilişkin sürecin uzunluğundan bahsediyor. "Gelenler önce Birleşmiş Milletler ofisine gidiyor. Normalde 2 hafta içinde ilk görüşme için tarih verilmesi gerekiyor. Bu süre 8 aya çıkmış durumda."
Her şeyini geride bırakan bir kişi için bu 8 aylık belirsizlik sürecinin çok zor olduğunu anlatıyor.
Daha sonra dosyalama süreci başlıyormuş. Bu dönemin de çok uzun sürdüğünü söylüyor. Hatta bazılarının burada bu koşulda yaşamaya dayanamayıp, hapis yatmayı göze alarak İran'a döndüğünü anlatıyor. Fakat bunu yapamayacak olanlar var: "Adı duyulmuş gazeteci, yazarlar ve sanatçılar var. Onlar dönemiyorlar. Üstelik muhalif ve aktivist bir kişiyi bu kadar uzun süre böyle arada derede bırakmaları da çok kötü."
Nasiri, bütün bunlara rağmen, Türkiye'nin yaşamak için iyi bir ülke olduğunu söylüyor ve bunu şöyle açıklıyor: "Ortak noktalarımız var. Uzun senelerin ürünüdür bence. Biz aramızda Mevlana'dan, Ömer Hayyam'dan bahsedebiliriz. Biz Aziz Nesin'i, Nazım Hikmet'i, Can Yücel'i biliyoruz, okuduk. Sadık Hidayet'i burada tanıyorlar. Ben her şeye rağmen kötü bakmıyorum."
BBCTürkçe