Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, Suriye’de başlayan iç savaş öncesi Türkiye’ye okumaya gelen Suriyelilerden harç parası alındığını söyledi.
Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’ta “Bayırbucak’ın çocuklarıyla…” başlığıyla yayımlanan (1 Aralık 2015) yazısı şöyle:
Geçtiğimiz cumartesi günü, 2023 Kuşağı Hareketi'nin bir etkinliğinde konuşma yapmak üzere Eskişehir'de idim. Programın sonunda, üniversite yıllarımdan ağabeyim Musa Karataş ile buluştuk. Musa abi 'seni derneğe götürmeye geldim. Bayırbucak'ın çocukları seni bekliyor' dedi.
Önce dernekten, yani Yunus Emre Uluslararası Öğrenci Derneği'nden başlayayım anlatmaya… Eskişehir'de okuyan 2.000'e yakın yabancı öğrencinin 500'ünün sürekli, 1.000'i aşkın öğrencinin de aralıklarla gelip gittiği, din ya da millet ayırmadan yabancı öğrencilerin her türlü derdine, sıkıntısına yetişmeye çalışan bir dernek burası. Başta Musa Karataş olmak üzere 3-4 kişilik dev kadroları ile hizmet veriyorlar. Tabii ki gönüllülük esasıyla çalışıyorlar ve tabii ki bu hayırlı hizmetin karşılığında devletimizin konuyla ilgili kurumlarından aldıkları, alabildikleri tek bir kuruş yok. 'Elhamdülillah, kasamızda 4-5 ayın kirasını ödeyebilecek kadar bağış parası var. Gerisi Allah kerim' diyerek özetliyor durumu dernek çalışanları.
YUDER'den içeri girdiğimizde çoğu Bayırbucak'tan, geri kalanı Halep'ten 15 kadar Türkmen delikanlısı ile tanışıyorum. Eskişehir'deki üniversitelerde okuyor tamamı. Aralarında herhangi bir yakın akrabası cephede olmayan yok. Şehit ya da gazi yakını olmayan da… Ailelerinin kadınları ve çocukları genellikle çadır kentlerde yaşıyorlar.
Bayırbucak'taki durumu konuşuyoruz. Söyledikleri şey çok net: '20 yıl da sürse, 200 yıl da sürse direneceğiz bu zalime. Orası bizim vatanımız ağabey. Son ferdimiz canını verene dek sürecek cihadımız.'
Delikanlıların yüzlerine bakıyorum. En küçük bir bezginlik, yılgınlık, korku emaresi arıyorum. Bulamıyorum. Hepsi büyük bir vakar içerisinde…
'En çok üzüldüğümüz şey, Türkiye'de birilerinin bizi terörist gibi göstermeye çalışması ağabey' diyor biri. Bir başkası 'hiçbir insaf emaresi göstermiyor bazıları. Görevli gibi çalışıyorlar' diyor. Aklıma Fehim Taştekin'in bir yazısından cümleler geliyor. Şöyle diyordu değil mi insafına kurban olduğum büyük Ortadoğu uzmanımız: 'Varil bombası en küçük silah, yerli üretim, maliyeti düşük. Ordu bu yüzden tercih ediyor. Bombalar militanların toplandığı bölgelere atılıyor. Elbette siviller de ölüyor. Ama sadece kadınları ve çocukları gösteriyorlar, militanları gizliyorlar.'
'Çözüm ne abiler? Çözüm nerede?' diye soruyorum. Son derece makul bir cevap geliyor: 'Çözüm, Suriye'deki bütün direniş cephelerini tek bir komutan, tek bir lider üzerinden birleştirebilmek ağabey. O zaman Esed'i de, İran'ı da, IŞİD'i de, Rusya'yı da söker atarız. Direnişin parça parça olması, direnişçilerin birbirleriyle de mücadele etmeleri en büyük sıkıntı. Bir ortak mücadele verilmeli. Bir lider bulunmalı Suriye cihadına.'
Ardından 2004-2011 arasında sıcaklaşan Türkiye-Suriye ilişkilerini ve bunun Suriye Türkmenlerine faydasını konuşuyoruz. Bu yakınlaşmanın sadece Türkmenleri değil, Sünni Arapları ve Kürtleri de çok rahatlattığını anlatıyorlar.
Her zaman söylüyorum. Suriye'deki savaşı ve bugünkü mevcut durumu isteyecek son ülke Türkiye idi 2011'de. Muazzam bir yakınlaşma içerisinde idi iki ülke. İki ülkenin yakınlaşmasının tüm Arap coğrafyasını yakından etkileyen sonuçları oluyordu, daha da olacaktı. Suriye'deki durumun Suriye'den sonra en çok Türkiye'yi etkilemesi tam da bu yüzdendir. Türkiye'nin ortaya koyduğu vizyonu da yerle bir eden bir savaşla karşı karşıya kaldık. Son ana kadar savaşın çıkmasına bütün gücüyle engel olmaya çalışan Türkiye ile savaş çıktıktan sonra insani ve ahlaki bakımdan durması gereken yerde duran aynı Türkiye'dir.
'Peki, Türkiye'den beklediğiniz şeyler neler?' diye soruyorum son olarak. Delikanlılar, Türkiye'nin yapabileceği her şeyi fazlasıyla yaptığını düşünüyorlar. Türkiye'nin gücünün de, güçsüzlüğünün de farkındalar.
'Sana bir not olsun ağabey' diyor eczacılık okuyan bir delikanlı, 'savaştan önce okullarına kaydolan Suriyelilerden harç alıyor devlet. Zaten elde yok avuçta yok. Çok zor buluyoruz harç parasını. Bunu bir halletseler çok güzel olacak.'
Tek tek yüzlerine bakıyorum ayrılırken… Denizli'den, Antalya'dan, Yozgat'tan, Erzurum'dan çocuklar görüyorum karşımda. 'Bayırbucak ile Ankara'nın hiçbir farkı yoktur' cümlesinin ne kadar doğru, ne kadar isabetli bir cümle olduğunu düşünüyorum o güzel yüzlerine bakarken.
'Siz' diyorum, 'siz bizim iyilerimizsiniz. Elde silah, ümmetin izzet ve şerefini koruyan sizlersiniz. Keşke sizin için daha güzel, daha doğru, daha etkili şeyler yapabilsek.'
Ne diyordu Platini: 'Bu çocukların yüzlerine iyi bak oğlum İsmail. Belki öteki dünyada 'en azından yüzlerini görmüştüm' diyerek savunursun kendini.'