Mehmet Altan*
The New York Times, önceki gün, Amerikan yönetiminin ‘IŞİD’in para kaynaklarını kurutma planını Türkiye’nin engellediğini’ iddia eden bir haber yayınladı.
Haberde, IŞİD’in karaborsa olarak sattığı petrol için en büyük pazarlarından birinin Türkiye olduğu belirtiliyordu. ABD’li uzmanlara göre IŞİD’in bu kaynaklardan elde ettiği gelir günde 1 ila 2 milyon dolar arasında. IŞİD’in sadece Irak’ta elinde tuttuğu bölgede günde 25 ila 40 bin varil petrol üretiliyor. Bunun da karaborsada ederi 1,2 milyon dolar. Aynı uzmanlara göre bu karaborsanın başlıca pazarlarından biri Türkiye’nin güney koridoru ve Türkiye giderek bu kayıt dışı ekonominin bir parçası oluyor. Ancak Türk yetkililerin işbirliği yapmaktaki gönülsüzlüğü yüzünden bu kaçakçılık şebekeleri kontrol altına alınamıyor.
New York Times’a konuşan bir uzman, “Türkler görmezden geliyor çünkü ucuz fiyat işlerine geliyor. Hiç kuşkum yok ki bu işten para kazanan Türklerin sayısı da az değil. Hatta bunlara hükümet yetkilileri de dâhil olabilir” diyor.
Irak’taki Amerikan hava saldırılarının bir sonraki hedefinin Türkiye’ye petrol taşıyan IŞİD tankerleri olabileceği de söylenmekte...
Bunları sadece Amerikalılar söylemiyor, bölgeye giden her gözlemci de doğruluyor.
IŞİD ile petrol kaçakçılığında ortaklık yapan bir NATO ülkesi olabilir mi?
Tam bu noktada sorulan soru isabetlidir:
‘Türkiye, Avrupa Birliği’nin demokrasi standartlarında ilerleyen ve radikal yapılarla mücadele eden Müslüman çoğunluklu bir ülke mi olacak?
Yoksa...
Burnunun dibinde türeyen radikal yapılarla yakınlaşan, gittikçe İslamileşen, NATO’nun Katar’ı haline gelecek bir ülke mi?’
***
IŞİD ile petrol kaçakçılığında ortaklık eden, Cidde bildirisine imza atmayan, Müslüman Arap ülkelerinin dışladığı Müslüman Kardeşler’e ev sahipliği yapmaya soyunan bir zihniyet, buraları dünya değerlerinden kopartarak kendine benzetmek isteyebilir.
Ama buna uluslararası sistemin ve halkın tahammülü ne kadar olur?
Ayrıca ‘NATO’nun Katar’ı’ olmamıza ekonomik koşullarımız ne kadar elverir?
Mısır’daki darbe sonrasında kendisine sığınan Müslüman Kardeşler’i sınır dışı eden Katar’ın bile değişmesi bir yana, Türkiye Katar’ın petrol ve doğalgazına sahip olmadığı gibi bir de kronik cari açığı var.
Uluslararası kredi derecelendirme şirketi Fitch, Türkiye ekonomisinin yeniden dengelenmesinin giderek zorlaştığı uyarısını daha yeni yaptı.
***
Bizler uluslararası sistemin, ekonominin, evrensel değerlerin altını çize duralım, siyasi iktidarın yolsuzluk ve rüşveti yargıdan kaçırmaya çalışması yüzünden buralar ivmesi artan bir şekilde ‘Vahşi Batı’lılaşıyor.
ABD’nin eski Ankara Büyükelçisinden en saygın gazete ve dergilere, tüm gelişmiş dünya var gücüyle bu nedenle alarm çanlarını çalıp duruyor.
Nitekim TİB’e mahkeme kararı olmaksızın internete erişimi engelleme yetkisi veren yasal düzenleme için AB’nin üst düzey bir yetkilisi ‘Vahşi Batı Kanunları’ deyimini kullanıyor.
***
Sadece demokrasi ve hukukun yok edilmesiyle değil, trafikte salkım saçak ölen insanlarımızla, oturulan çay bahçesinde aldırmazlık nedeniyle göçüp gidenlerle, öldürülen kadınlarla, katil doğmuşların sessizliğinde katledilen işçilerle de tam bir ‘Vahşi Batı’...
Ne var ki IŞİD’in kaçakçı ortakları, kendilerine uygun bir ‘çete hukuku ve yargı sistemi’ oluşturma peşindeler...
Hevenk hevenk suçları yargılanmasın istiyorlar, hatta işlenen suçların peşine düşen devleti yargılayacak bir çete hukuku sistemi hedefliyorlar.
***
Oyuncak Başbakan Davutoğlu, “inşallah bu ülkede bir daha hiçbir başbakan, herhangi bir mahkeme karşısında hesap verme zorunluluğunda kalmayacak. Hesap vereceği makam, onu o iktidara getiren milletin tam kendisidir ve Allah’ın huzurudur” diyor.
Yani, yönetenler kanırta kanırta suç işleseler de Türkiye’de yargılanamayacak. Bu muhteşem mantığa göre anayasal düzen, hak hukuk, mevzuat, hukukun üstünlüğü sizlere ömür...
Demokratik dünya da zaten bu yaklaşıma ‘Vahşi Batı’ diyor.
***
Yargıtay’ın, ‘insanlığa karşı suçlar ile kamu görevlilerinin işlediği işkence ve yaşam hakkı ihlali suçlarında zamanaşımının işlemeyeceği’ kuralının sadece 7 Mayıs 2004’ten sonra işlenen suçlarda geçerli olacağına karar verdiği Türkiye’de 12 Ekim’de Hâkimler ve Savcılar Yüksek kurulu seçimi var.
‘Hükümet, Yargıda Birlik Platformu ile yargıya doğrudan müdahale mi ediyor’ sorusuna da HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur şöyle cevap veriyor:
“Seçimin eşit şartlarda gitmesi gerekiyor. Ama seçim eşit şartlarda yapılmıyor. Bir yanda devletin imkanları kullanılıyor. Bir yandan da insanlar bireysel olarak kendilerini tanıtmaya çalışıyorlar. Bunu tabii ki doğru bulmuyorum. Elbette destekleyebilirler, gönül verebilirler, çalışabilirler ama bunu yaparken, devletin imkânlarını kullanmamalılar. Nitekim dün Facebook’ta paylaşıldı. Yargıda Birlik Platformu’nun imzaladıkları etik sözleşme resmi posta ile adliyelere gönderilmiş. Herhalde etik sözleşme 13 Ekim’den sonra yürürlüğe girecek. Henüz etik sözleşmenin zamanı gelmedi ki resmi posta ile bakanlığın postası ile gönderiliyor. Bunlar doğru değil, şık değil.”
17-25 Aralık sürecinde ‘sivil darbe’ yapan ve mahkemede hesap vermemek için sulh ceza mahkemeleriyle yandaş yargı sistemi oluşturan siyasal iktidarın var gücüyle taraf olarak girdiği bir HSYK seçiminden sizce ne amaçlanır?
***
Belki de soruyu şöyle sormak gerek:
‘Türkiye, Avrupa Birliği’nin demokrasi standartlarında ilerleyen ve radikal yapılarla mücadele eden Müslüman çoğunluklu bir ülke mi olacak?
Yoksa...
Sürekli dini sömürerek İslamileşen, Başkan Baba’nın çiftliği, bir vahşi batı ülkesi mi?’
Ya da daha kestirmeden ‘IŞİD mi, AB mi?’
Cevap geçen haftaki Amerikan Alman Marshall Fonu’nun her yıl gerçekleştirdiği ‘Transatlantik Eğilimler Anketi’nden geldi:
Anket, Türkiye’de Avrupa Birliği’ne verilen desteğin son dört yıldır ilk kez yüzde 50’nin üstüne çıktığını ortaya koydu.
Katılımcıların yüzde 53’ü yeniden Türkiye’nin AB üyeliğinin iyi olacağı noktasına geldi. Siyasal İslam’ın ne menem bir şey olduğunu görenler can havliyle AB’ye sığınıyor. Çok haklılar çünkü arkadan IŞİD geliyor...
*Bu yazı gazete360.com'dan alınmıştır