Politika

Türkiye'de yeni siyasi kutuplaşmalar

12 Haziran 2011’de yapılan son Milletvekili Genel Seçiminin sonuçları 2002 ve 2007’deki seçim sonuçlarıyla kıyaslanarak incelendiğinde, Türkiye’de üç yeni siyasi kutup

18 Ağustos 2011 03:00





Ahmet Kardam - Konuk yazar

[email protected]



12 Haziran 2011’de yapılan son Milletvekili Genel Seçiminin sonuçları 2002 ve 2007’deki seçim sonuçlarıyla kıyaslanarak incelendiğinde, Türkiye’de üç yeni siyasi kutuplaşma odağının iyice belirginleştiği söylenebilir. Kendilerini en somut haliyle Eylül 2010’daki Anayasa Referandumu’yla ortaya koyan bu üç odağı, o referandumdaki adlarıyla, “Evetçi”, “Hayırcı” partiler ve Kürt siyasal hareketi (DEHAP-DTP-BDP ya da “Boykotçu”) olarak adlandırabiliriz. “Evetçi” bloğun ana partisi Ak Parti, “Hayırcı” bloğun ana partileri CHP ve MHP’dir. Üçüncü odağı ise, kapatılan DEHAP ve DTP’nin devamı olan BDP temsil ediyor.


2002 milletvekili seçimiyle siyasi yaşama damgasını vurmaya başlayan bu yeni siyasi kutuplaşmanın, 1950-1990 arasındaki geleneksel CHP-DP blokları arasındaki kutuplaşma kadar uzun ömürlü olup olamayacağını bugünden kestirmek kolay değil.



CHP/DP Kutuplaşması (1950-1990)


Türkiye’de ilk çok partili, tek dereceli serbest milletvekili seçimleri 1950’de yapıldı. Bu seçimlerde seçmen esas olarak iki parti (iki kutup) arasında yapabilecekleri bir seçimle karşı karşıya kaldı: Ya Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) oy verecekti ya da Demokrat Parti’ye (DP).


Bu iki partinin ikisi de aynı kökenden—1918 öncesinin İttihat ve Terakki Partisi’nden—geliyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında (1919-1923), bu partiden gelen iki farklı eğilim ittifak halindeydi. Bir yanda, toplumu tepeden inme “üstyapı devrimleri”yle, toplum mühendisliğiyle modernleştirme yanlısı, vesayetçi, radikal laikçi eğilim; öte yanda toplumun İslâmi geleneklerini dikkate alan, daha ılımlı ve muhafazakâr modernleşme yanlısı eğilim. Bu ittifakın hedefi, “kurtuluşu” sağlamak ve “hilafeti düşman esaretinden kurtarmaktı”. Mustafa Kemal önderliğindeki radikal laikçi kanadın, 1923’teki Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, öteki kanadı saf dışı bırakarak Cumhuriyeti ilan edip hilafete son vermesiyle bu ittifak bozuldu. “Kurtuluş” döneminin sembol isimlerinden Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele öncülüğünde, 17 Kasım 1924’de, Millet Meclisi’nde ikinci bir parti kuruldu: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF).


Mustafa Kemal’in “Kurtuluş” döneminde Kürtlere verdiği özerklik sözünün tutulmaması ve bu özerkliği yaşama geçirecek olan 1921 Anayasası hiç uygulanmadan, onun yerine 1924 Anayasası’nın kabulü nedeniyle Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Sait isyanı üzerine Takrir-i Sükûn Yasası kabul edildi ve 5 Haziran 1925 günü de TpCF kapatıldı. Bunu, ikinci partinin lider kadrosunu tasfiye eden 1926 İzmir Suikastı yargılamaları izledi ve 1927 yılından itibaren CHP’nin 1946’ya kadar süren muhalefetsiz Tek Parti İktidarı dönemi başladı.


1950 milletvekili seçimindeki, bir yanda CHP, öte yanda CHP’den kopan bir grubun (Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü, Refik Koraltan, vb.) liderliğindeki DP arasındaki kutuplaşma, Cumhuriyet’in kuruluşunda yaşanan bu siyasi ayrışmanın İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarındaki devamıydı. DP, CHP’nin radikal laikçi ve devletçiliği karşısında ne varsa hepsini şu ya da bu oranda çatısı altında toplayan çok geniş bir muhalefet yelpazesinin temsilciydi.


Türkiye’deki seçmen davranışlarının temel belirleyicisi olan CHP/DP kutuplaşmasının ömrü, 1980’li yılların sonuna kadar, yaklaşık 40 yıl oldu. CHP bloğunun ana partisi olan CHP varlığını 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar sürdürdü. DP bloğunun ana partisi olan DP ise, 27 Mayıs 1960 darbesiyle kapatılınca, 1960 ve 1970’li yıllar boyunca varlığını Adalet Partisi (AP) olarak sürdürdü. 12 Eylül 1980’den sonra ise Doğru Yol Partisi (DYP) adını aldı.


1950 seçimlerinde seçmen karşısına CHP ve DP olarak çıkmış iki tarihsel siyasi bloğun her biri, özellikle 1960’tan sonraki dönemde, yeni partiler doğurdular. Bu yeni partiler ister doğrudan bir başka partiden kopmuş olsunlar, ister kapatılan bir siyasi partinin devamı olsunlar, ya da ister mevcut partilerin hepsinden ayrı bir siyasi-ideolojik iddia taşısınlar (örneğin sosyalist partiler), seçmen gözünde her zaman ve her şeyden önce bu iki ana siyasi bloktan birine ait olmuşlar, esas olarak bu iki bloğun ana partilerinin oylarını bölmüşlerdir. Bu şu anlama geliyordu: Seçmen, arasından seçim yapmak durumunda olduğu mevcut partileri kafasında ilkin bu iki bloğa göre tasnif etmekte, ilk tercihini bu bloklardan biri lehine yaptıktan sonra oyunu o bloğa ait partilerden birine veriyordu.


Örneğin 1965 seçimlerine katılan Türkiye İşçi Partisi (TİP) esas olarak CHP’nin oylarını bölen bir parti olmuştur. Aynı şekilde, 1960’lı ve 1970’li yıllardaki seçimlere katılmış olan Türkiye Birlik Partisi (TBP) ve Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) de CHP oylarını bölmüşler, “CHP bloğu”na ait partiler olmuşlardır. Türkiye İşçi Partisi’nin—taşıdığı sosyalist kimliğe rağmen—CHP bloğunun dışında farklı bir blok yaratamamış olması ve daha sonraki diğer sosyalist partilerin de bunu başaramamış olmaları ve seçmen gözünde her zaman CHP’nin oylarını bölen “daha soldaki türevler” olarak görülmüş olmaları ayrıca incelenmeyi hakkeden ilginç ve önemli bir olgudur.


DP bloğuna ait diğer partilere gelince… 1980’e kadar, bunların başlıcaları şunlar olmuştur: Yeni Türkiye Partisi (YTP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve bunun Milliyetçi Hareket Partisi’ne (MHP) dönüşmesi, Demokrat Parti (DP-Ferruh Bozbeyli), Milli Selamet Partisi (MSP-Necmettin Erbakan).


Bu iki kutuplu siyasi yaşam 1950-1980 döneminde 10’ar yıl arayla üç askeri darbe yaşadı. 12 Eylül 1980’deki üçüncü darbe sonrasında, DP bloğuna dahil partilerin önderliği, Süleyman Demirel liderliğindeki DYP’den Turgut Özel liderliğindeki ANAP’a geçti. Kapatılan CHP ise, SHP ve DSP olarak ikiye bölündü. Bu iki gelişme, 30 küsur yıllık CHP-DP kutuplaşmasının önem ve anlamını yitirmekte olduğunu gösteriyordu. Ne var ki, seçmen belleğinde derin izleri olan bu gelenekleşmiş kutuplaşmanın yerini henüz belirgin bir başka kutuplaşma almadığı için, 1980’li yıllar boyunca seçmen davranışlarının belirleyicisi gene—bir yanda CHP ve DSP, öte yanda ANAP ve DYP olmak üzere—CHP/DP kutuplaşması olmaya devam etti.


(1950-1990 dönemindeki CHP/DP kutuplaşmasının, bu iki bloğa dahil partilerin, bu kutuplaşma karşısındaki seçmen davranışlarının, iki blok arasındaki oy kaymalarının ve güç dengesi değişikliklerinin ayrıntılı analizi için şu kitaba bakılabilir: A. Kardam ve S. Tüzün, Türkiye’de Siyasi Kutuplaşmalar ve Seçmen Davranışları, Veri Araştırma, Ankara 1998.)



CHP ve DP Bloklarının Dağılması (1990-1999)


CHP/DP kutuplaşması 1990’lı yıllarla birlikte sona ererken, bu kutuplaşmayı temsil eden “CHP bloğu” ile DP bloğu”na dahil parti grupları dağılmaya başladı. Bu gelişme, bir yanıyla, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılıp Sosyalist Sistem’in çöküşüyle birlikte bütün dünyada Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle bağlantılıydı.


Türkiye’de ise, Kürt siyasal hareketinin HEP olarak partileşmesi ve Erdal İnönü liderliğindeki SHP’nin 1991 seçimine HEP adaylarına kendi listesinde yer vererek girmesi… Seçim sonrasında CHP’nin mirasçısı olma iddiasındaki SHP’nin ilk kez üçüncü parti konumuna düşmesi… DP’nin “gerçek mirasçısı” olma iddiasındaki DYP’nin SHP ile koalisyon hükümeti kurması… Bütün bunlar CHP/DP kutuplaşmasının sona erdiğinin resmen ilanı anlamına geliyordu.


Nitekim, 1995’te Erdal İnönü’nün SHP’si Deniz Baykal’ın CHP’sine katılma kararı aldı. SHP’nin 1991 seçimlerinde toplam kayıtlı seçmen kitlesinden tek başına aldığı destek 16,9 iken, 1995 seçimlerinde bu birleşik partinin aldığı destek yüzde 8,8’e düştü ve dönemin son seçimlerinde daha da düşmesiyle CHP parlamentoya giremedi. Buna karşılık, CHP ile bağlarını kopartan Bülent Ecevit’in partisinin (DSP) seçmen desteği 1995’de yüzde 12,1’e, 1999’da ise yüzde 18,5’e çıktı.


DYP ile ANAP’ın iki ana partisi haline geldikleri DP bloğundaki dağılma daha da çarpıcıydı. 1995 seçimlerinde, o tarihe kadar DP bloğunun bir alt bileşeni olagelmiş Milli Nizam Partisi’nin devamı niteliğindeki Refah Partisi (RP), DYP ve ANAP’ı geride bırakarak seçimlerin galibi ve Necmettin Erbakan da RP+DYP koalisyonunun başbakanı oldu. 28 Şubat 1997 “post-modern” darbesinin ardından RP kapatıldı. Yerine kurulan Fazilet Partisi’nin (FP) 1999 seçimindeki oyu 5 puanlık bir düşüş göstermiş olmasına rağmen, tutturduğu oy oranı yine de DYP ve ANAP’ın oy oranlarından daha yüksekti.



Yeni Siyasi Kutuplaşmalar (2000’li Yıllar)


CHP ve DP bloklarının 1990’lı yılların ikinci yarısında iyice belirginleşen dağılmalarına, siyasi yaşama damgasını vurmaya aday iki kutuplaşma odağının belirginleşmesi eşlik ediyordu. Bu odaklardan biri, Kürt siyasal hareketinin bağımsız bir aktör olarak siyaset sahnesinde yerini almasıydı. İkincisi de, İslâm referanslı siyasi hareketin, RP’nin yükselişiyle birlikte DP bloğunun bir eklentisi olmaktan çıkıp bağımsız bir siyasi aktör haline gelmeye başlamasıydı.


Kürt siyasal hareketi 1995 ve 1999 seçimlerine HADEP adıyla kendi başına girdi. Tüm kayıtlı seçmenlerden aldığı oy oranı sırasıyla yüzde 3,4 ve yüzde 4,0 oldu. Bu partiyi yeni bir kutuplaşma odağı haline getiren Türkiye genelinde aldığı oy oranı değil, “Kürdistan” diye anılan coğrafyanın “çekirdeğini” oluşturan 16 ilde  ulaştığı oy oranıydı. HADEP’in, Türkiye’deki tüm kayıtlı seçmenlerin yaklaşık yüzde 8’inin yaşadığı bu 16 ildeki oyları 1995’te yüzde 18,4, 1999’da yüzde 22,4 oldu.


1990’a kadar DP bloğunun alt bileşenlerinden biri olan İslâm referanslı siyasi hareketin RP ile siyaset sahnesinde bağımsız bir aktör olarak yer alma süreci 28 Şubat 1997 “post-modern” darbeyle kesintiye uğrayınca, süreci tamamlayan Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti oldu. RP’nin ve ardından Fazilet Partisi’nin kapatılmasından sonra, kendisini “Milli Görüş” çizgisinden belirgin bir şekilde ayıran, Batı dünyasıyla ve dünyanın hızla küreselleşmesiyle uyumlu Ak Parti’nin 2001’de kurulmasıyla ve bu partinin 2002 seçiminde, DP bloğundan gelen bütün diğer siyasi partileri marjinalleştirerek tek başına iktidar olmasıyla, siyasal yaşamın yeni, üç odaklı kutuplaşması elle tutulur hale gelmeye başladı.


2000’li yılların ilk 10 yılındaki siyasi partilerin bu kutuplaşmada tuttukları saflar, 2010 sonbaharında yapılan Anayasa Referandumu ile iyice belirginleşti. 2000-2011 arasında yapılan üç milletvekili seçiminden en az birine katılmış siyasi partilerin, Referandum öncesinde ve sonrasında, kendi tutumlarına ilişkin yaptıkları açıklamalara göre, bu üç odaklı kutuplaşma, Haziran 2011 itibariyle Tablo 1’de görülüyor.


Bu tabloda, Türkiye siyasi yaşamındaki yeni kutuplaşmayı temsil eden üç siyasi bloğu, kolayca anlaşılabilir olması açısından, 2010 Anayasa Referandumu’ndaki tutumlarına göre adlandırmayı tercih ettim. Zaten önemli olan, bu üç bloğun nasıl adlandırılacağı değil, neleri temsil ettikleridir. Soru böyle sorulunca, Türkiye’deki siyasi kutuplaşmaların, üzerinden 88 yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ—esas olarak—cumhuriyetin kuruluşuna bağlı sorunlar etrafında oluştuğu görülüyor: (1) Kürt sorunu (“Boykotçu” cephe); (2) İslâmî gelenekleri dikkate alan ılımlı muhafazakâr modernleşme yanlıları (“Evetçi” cephe); ve (3) her ikisini de reddeden, toplum mühendisliğini savunan, radikal laikçilik ve vesayetçilik yanlıları (“Hayırcı” cephe).



1950-1990 arasında siyasi yaşama egemen olmuş CHP/DP kutuplaşmasına kıyasla, 2000’li yıllardaki bloklaşmaların “daha yerli yerine oturmuş” bir görünüm verdiği söylenebilir. Birincisi, 1991 seçimlerinde SHP listesinden seçime giren Kürt siyasal hareketi artık ayrı, bağımsız bir blok haline gelmiştir. İkincisi, 1990 öncesinde “CHP bloğu” içinde yer almış olan CHP, DSP ve kendilerine “sol” veya “sosyalist” diyen partiler ile, Demirel’in DYP’sinin devamı olan DP ve MHP, hep birlikte, “Hayırcı” blok içinde saf tutmuşlardır. Dikkat çeken üçüncü bir nokta, 1993’te Türkçülük ile İslâm’ı birleştirmeye çalışan MHP’den kopmuş, İslâm referansı ağır basan Büyük Birlik Partisi’nin (BBP), MHP’nin tersine, “Evetçi” blok içinde yer almış olmasıdır.



Yeni Siyasi Kutuplara Yönelik Seçmen Davranışları (2002-2011)


2002 ile 2011 yılları arasında yapılmış milletvekili seçimlerine katılan siyasi partilerin, 2010’daki Anayasa Referandumu’ndaki tutumlarına göre böyle üç siyasi blok olarak gruplandırılması bize, seçmenlerin bu üç bloğa yönelik tercihlerinde, başka bir deyişle, seçmen davranışlarında meydana gelen değişiklikleri izleme imkânını veriyor.


Tablo 2’de, 2002-2011 arasında yapılmış üç milletvekili seçimi ile 2010 yılındaki Anayasa Referandumu’nda üç bloğun Türkiye genelindeki oy dağılımları görülüyor.


Oy dağılımlarının ayrıntılarına girmeden önce, bu tabloya ilişkin bazı açıklamalar yapmak yararlı olabilir.


1) Tabloda, en son yapılan Haziran 2011 milletvekili seçiminden başlayarak aşağı doğru, en altta 2002 milletvekili seçimleri olmak üzere, 2000’li yıllarda yapılmış üç milletvekili seçimi ve 2010’daki Anayasa Referandumu sonuçları görülüyor.


2) Tablodaki oy oranları, her seçim yılındaki toplam kayıtlı seçmen miktarı 100,0 kabul edilerek hesaplanmıştır. Bir başka deyişle, bu oranlar, seçime katılmayanlar ile geçersiz oy kullananlar dışta bırakılarak hesaplanan ve hangi partinin kaç milletvekili çıkardığını ya da referandumda kimin kazandığını hesaplamakta kullanılan “geçerli oy oranları” değildir. Seçmen davranışları analiz edilirken kullanılması gereken oranlar “geçerli oylar” değil, alınan oyların tüm kayıtlı seçmenler içindeki oranları olmak zorundadır. Çünkü seçime katılıp katılmamak veya –irade dışı bile olsa– geçersiz oy kullanmak da bir “davranış” biçimidir ve hesaba katılmak zorundadır.


3) Tablonun birinci sütununda, seçim yılları yer alıyor.



4) İkinci sütun, “Seçmeyen” seçmenlerin büyüklüğünü gösteriyor. “Seçmeyen”ler, üç ayrı “seçmen davranışı”nın toplamıdır. Bu üç ayrı “davranış” biçimi şunlardır: (a) Oy kullanmama; (b) geçersiz oy kullananma; ve (c) parti listelerine değil, bağımsız adaylara oy verme (2007 ve 2011’de seçimlere bağımsız adaylarla katılan DTP ve BDP adaylarına verilen oylar hariç).


5) Üçüncü, dördüncü ve beşinci sütunlarda, sırasıyla, seçimlere değişik parti adlarıyla katılan Kürt siyasal hareketinin aldığı oylar (DEHAP-DTP-BDP  veya “Boykotçu”), “Evetçi” partilerin aldıkları oylar, ve “Hayırcı” partilerin aldıkları oylar görülüyor.


6) Tabloda, her iki seçim yılı arasında, bir seçimden ötekisine, oy oranlarında meydana gelen düşüş ve artışları gösteren bir “değişim” satırı yer alıyor.


Bu açıklamalardan sonra, tablodaki oy dağılımlarının ayrıntılarına girebiliriz.



2002-2007 seçimleri:


Tablonun en alt satırında yer alan 2002 milletvekili seçiminde, “Seçmeyen”lerin (yani seçime katılmayanların, geçersiz oy kullananların ve bağımsız adaylara oy verenlerin) toplam kayıtlı seçmenler içindeki büyüklüğü yüzde 24,4’tür. O seçimlerde, seçimlere DEHAP ile katılmış olan Kürt siyasal hareketinin aldığı oy oranı yüzde 4,7’dir. Aynı seçimde, başını Ak Parti’nin çektiği “Evetçi” bloğun oy oranı yüzde 32,8; başını CHP ile MHP’nin çektiği “Hayırcı” bloğun oy oranı ise yüzde 38,1’dir. Bu seçimin en dikkat çekici noktası, “Hayırcı” bloğun oylarının o tarihte “Evetçi” bloktan 5,3 puan daha yüksek olmasıdır.


Bir sonraki seçimde (2007) “Seçmeyen”lerin oranı 5,0 puan azalarak 19,4’e, Kürt siyasal hareketinin (DTP) oyları 1,6 puan azalarak 3,1’e düşerken, “Evetçi” bloğun oyları 7,2 puan artarak yüzde 40,0’a yükselmiştir. 2007 seçimlerinde “Hayırcı” bloğun oylarında da düşüş vardır. Ama bu düşüş sadece 0,6 puandır. Şu halde, “Evetçi” bloğun, özellikle Ak Parti’nin 2007 seçiminde sağladığı oy sıçramasının kaynağı “Hayırcı” blok değildir. “Evetçi” blok 2007’de “Hayırcı” bloktan kendisine sadece 0,6 puan kaydırabilmiş; geriye kalan 6,6 puanlık artışının 5,0 puanını “Seçmeyen”lerdeki azalmadan, 1,6 puanını da Kürt siyasal hareketinden almıştır.


“Seçmeyen”lerdeki azalmanın nedeni, seçimlere katılma oranındaki artıştır. 2002 seçimlerinde sandık başına gitmeyen seçmenlerden önemli bir kesim 2007’de sandık başına gitmiş ve oylarını özellikle Ak Parti’ye vermişlerdir. Kürt siyasal hareketindeki Ak Parti lehine 1,6 puanlık düşüşün nedeni ise, Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılındaki Diyarbakır konuşmasında, “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyerek Kürtlere verdiği umuttur.



2010 Anayasa Referandumu:


Eylül 2010’da yapılan Anayasa Referandum’u sonuçlarını 2007 ve 2011 milletvekili seçimleriyle kıyaslamakta karşılaşılan temel bir zorluk var. Bu zorluk, Kürt siyasal hareketinin bu referandumda seçmenleri referandumu boykot etmeye çağırmış olmasından kaynaklanıyor. 2010 referandumunda sandık başına gitmeyen veya gitse bile geçersiz oy kullananların toplam oranı (yani “Seçmeyen”lerin büyüklüğü) yüzde 24,3’tür. Bunun ne kadarının BDP’nin “Boykot” çağrısına uyan seçmenlerden, ne kadarının bu çağrıya uyma niyeti olmadan sandığa gitmeyen veya geçersiz oy kullanan seçmenlerden oluştuğunu bilmek mümkün değil.


Bununla birlikte, benim, referandumdan yaklaşık 1,5 yıl kadar önce yapılmış (Mart 2009) İl Genel Meclisi Seçimi sonuçları ile Anayasa Referandumu sonuçları üzerinde yaptığım bir çalışma, DTP’nin, 2009 İl Genel Meclisi Seçimi’nde kendisine oy veren seçmenlerini referandumu boykot etmeye ikna edebildiğine işaret ediyordu (bak. http://bianet.org/bianet/siyaset/124776-boykot-cagrisi-cekirdek-illerde-yuzde-yuz-basarili-oldu). Kürt siyasal hareketinin (DTP) 2009’daki İl Genel Meclisi Seçimi’ndeki oy oranı yüzde 4,7’ydi. Eğer 2010’da yapılan Anayasa Referandumu’nda bu gücünü koruduğu doğruysa, o zaman 2010 referandumundaki toplam “Seçmeyen”ler bloğu içinde Kürt siyasal hareketinin (“Boykot” çağrısının) ağırlığının yüzde 4,7; sandığa “Boykot” çağrısı dışında gitmeyen seçmenlerin büyüklüğünün de yüzde 16,6 olduğu tahmininde bulunulabilir. Bu varsayımdan hareketle, Tablo 2’de, 2010 referandumundaki yüzde 24,3’lük “Seçmeyen”leri bu şekilde ikiye ayırdım ve bu rakamları yüzde (19,6) ve yüzde (4,7) olarak parantez içinde gösterdim.


2010 Anayasa Referandumu sonuçlarının, bu varsayım temelinde, 2007 milletvekili seçimi sonuçlarıyla kıyaslanması şunları gösteriyor:


1) Eğer Kürt siyasal hareketinin Anayasa Referandumu’ndaki “Boykot” çağrısına uyan kitlenin büyüklüğünün DTP’nin 2009 İl Genel Meclisi seçiminde aldığı oy oranı kadar olduğu biçimindeki varsayımımız doğruysa, referandumdaki “Seçmeyen”lerin büyüklüğü 2007 seçimlerine kıyasla sadece 0,2 puanlık bir artış göstermiş, yani aşağı yukarı aynı kalmıştır. Eğer artış varsa ve bunun büyüklüğü de 0,2 puansa, bunun kaynağı “Hayırcı” bloktur.


2) Yine aynı varsayıma göre, Kürt siyasal hareketinin 2007’de Ak Parti’ye kaptırdığı 1,6 puanlık oyu 2010 referandumunda geri aldığı söylenebilir.


3) Ak Parti’nin başını çektiği “Evetçi” bloğun oyları 2010’da (2007 seçimlerine kıyasla) 3,8 puanlık bir artışla, yüzde 43,8’e yükselmiştir. Fakat, bu artışın BDP’ye geri dönen 1,6 puana rağmen sağlandığı hesaba katıldığında, “Evetçi” oylardaki artışın sadece 3,8 puan değil, 3,8 + 1,6 = 5,4 olduğu görülür.


4) Anayasa Referandumu’nda “Hayırcı” blok, 2007 seçimlerine kıyasla, 5,6 puanlık bir kayba uğramıştır. Bunun 0,2 puanı—yukarıdaki tahminimiz doğrultusunda— “Seçmeyen”lere gittiyse, geri kalan 5,4 puanı “Evetçi” bloğa gitmiştir. Bunun ne kadarının MHP oyları, ne kadarının CHP ve diğer “Hayırcı” blok partilerinin oyu olduğunu tespit etmek mümkün değildir.


2010 Referandumu’ndan 2011 Seçimlerine


Haziran 2011’deki milletvekili seçimi sonuçlarının 2010’daki Anayasa Referandumu sonuçlarıyla kıyaslanmasından şu ilginç sonuçlar çıkıyor:


1) BDP’nin bu seçimdeki oy oranı yüzde 5,0 olmuştur. Eğer 2010’daki referandumda “Boykot” çağrısına uyan seçmenlerin oranının DTP’nin 2009’daki İl Genel Meclisi seçiminde aldığı oy oranıyla (yüzde 4,7) aynı olduğu biçimindeki varsayımımız doğruysa, Kürt siyasal hareketi 2010’dan 2011’e oylarını sadece 0,3 puan artırabilmiş demektir ve bu artışın kaynağı “Seçmeyen”lerdeki 4,2 puanlık düşüştedir.


2) 2011 seçiminde katılım oranı, 2010 referandumuna kıyasla önemli bir artış gösterince, “Seçmeyen”ler oranı 4,2 puan düşmüştür.


3) Tablo 2’de, 2011 seçiminde başını Ak Parti’nin çektiği “Evetçi” bloktaki oy artışının sadece 1,0 puan olduğu gözüküyor. Ama bu bloktaki gerçek artışı görebilmek için “Hayırcı” bloğun oylarındaki 2,9 puanlık artışı dikkate almak gerekir. “Hayırcı” bloktaki bu artışın kaynağı, nedenini aşağıda açıklayacağımız gibi, “Seçmeyen”ler değil, “Evetçi” bloktur. Bir başka deyişle, “Hayırcı” blok 2010 referandumunda “Evetçi” bloğa kaptırdığı toplam 5,6 puanlık oyun 2,9 puanını 2011 seçiminde geri almıştır. Dolayısıyla, 2011 seçim sonuçları tahlil edilirken, önce bu 2,9 puanı “Evetçi” bloğun başlangıç oy oranından, yani 2010’daki yüzde 43,8’den düşmek gerekir. O durumda, “Evetçi” bloğun başlangıç oyu 43,8 – 2,9 = 40,9 olur. 2011 seçimi sonucunda bu blok oylarını yüzde 44,8’e çıkarttığına göre, sağladığı brüt oy artışı 1,0 puan değil, 44,8 – 40,9 = 3,9 puandır ve bunun kaynağı “Seçmeyen”lerdeki 4,2 puanlık düşüştür. Geriye kalan 0,3’lük fark BDP oylarındaki artışın kaynağıdır.


4) 2011 seçiminde “Hayırcı” bloğun—2010 referandumuna kıyasla—oy oranında sağladığı 2,9 puanlık artışın kaynağının neden “Seçmeyen”lerdeki düşüş (yani seçime katılım oranındaki artış) olamayacağının açıklamasına gelince… Türkiye’de, seçime katılım oranında artış olduğu her seferinde, sandığa dönen seçmenler her zaman yükseliş halindeki partiye/partilere oy verirler. Bu neredeyse bir “yasa”dır. Bu “yasanın” işleyişi, 1950-1990 dönemindeki seçimler analiz edildiğinde de görülür. O döneme ilişkin analizler, CHP’nin ve SHP’nin “Seçmeyen”lerden kendisine ancak iki seçimde oy kaydırabildiğini göstermektedir: 1977 seçiminde ve 1987 seçiminde. CHP bloğunun yükseliş halinde olabildiği seçimler yalnız bu ikisidir (A. Kardam ve Sezgin Tüzün 1998, s. 49). 2011 seçiminde de “yükseliş halinde” iki parti vardır: Ak Parti ve BDP. Bu seçimde “Seçmeyen”lerdeki azalıştan pay alan bu iki parti olmuştur.


5) Son olarak “Hayırcı” bloğun iki ana partisinden biri olan MHP’nin durumunu kısaca değerlendirmek ilginç olabilir. Bu partinin 2007 seçimindeki oy oranı yüzde 11,7’ydi. 2010’daki Anayasa Referandumu’nda MHP seçmenlerinden önemli bir kesimin “Evetçi” bloğa kaydığına ilişkin iddialar vardı. Fakat bunun büyüklüğü tam olarak bilinmemektedir. 2011 seçimi öncesinde de, bu parti yöneticileri hakkındaki “kasetler”le MHP oylarını Ak Parti’ye “kaydırma operasyonu” yapıldığı iddia ediliyordu. Referandum sırasında ne kadar MHP oyu “Evetçi” bloğa kaydıysa, bu parti yitirdiği o oyların neredeyse tamamını 2011 seçiminde geriye almış olmalıdır, zira MHP’nin bu son seçimdeki yüzde 11,1’lik oy oranı 2007’deki yüzde 11,7’lik oy oranından sadece 0,6 puan düşüktür. Yani bu parti, 2011 itibariyle, 2007’deki gücünü esas olarak korumuştur.



2000’li Yıllara Toplu Bakış


“2000’li yıllara toplu bakış” derken, 2002 seçimlerinden 2011 seçimlerine kadar, yeni siyasi kutuplaşmanın üç siyasi bloğunun nereden nereye geldiğine bakmayı kastediyoruz. Bu toplu bakıştan çıkan sonuçları Tablo 3’te izlemek mümkün.

 

Bu tablodaki “Seçmeyen”leri, DEHAP-DTP-BDP’yi ve “Evetçi” blok ile “Hayırcı” bloğu ayrı ayrı mercek altına yatıralım.



“SEÇMEYENLER”


Daha önce belirtildiği gibi, “Seçmeyen”ler grubu üç alt gruptan oluşmaktadır: (1) Sandık başına gitmeyenler (katılmayanlar); (2) geçersiz oy kullananlar (geçersizler); ve (3) parti listelerine değil, bağımsız adaylara oy verenler (bağımsızlar).


Bu üç alt grubun 2002-2011 arasındaki dokuz yılda ayrı ayrı gösterdiği değişim Tablo 4’te görülüyor. “Seçmeyen”ler grubunun toplam büyüklüğü 2002’de yüzde 24,4 iken, 2011’de yüzde 15,4’e düşerek 9,0 puanlık bir azalma göstermiştir. Bu 9,0 puanlık düşüşün 8,1 puanı seçime katılmayanların (sandık başına gitmeyenlerin) büyüklüğündeki azalmadan ileri gelmektedir. Geçersiz oylar ile bağımsız adaylara verilen oyların oranındaki azalmanın toplamı sadece 0,9 puandır.


Aşağıda görüleceği gibi, “Seçmeyen”ler grubundaki toplam 9,0 puanlık azalmanın 0,3 puanı Kürt siyasal hareketine, geriye kalan 8,7 puanı Ak Parti’ye gitmiştir.



KÜRT SİYASAL HAREKETİ (DEHAP-DTP-BDP)


Kürt siyasal hareketinin 2002’de yüzde 4,7 olan oy oranı (DEHAP) dokuz yılda sadece 0,3 puan artarak, 2011’de ancak yüzde 5,0’a (BDP) ulaşabilmiştir (bak. Tablo 3). Kürt siyasal hareketinin oy oranının yaklaşık yüzde 5’e takılıp kalmış olması, ayrıntılı olarak ele alınmayı hakkediyor. Bunu başka bir yazıda yapmaya çalışacağım.



“EVETÇİ” BLOK


“Evetçi” bloğun toplam oyları 2002’de yüzde 32,8 iken, dokuz yılda 12,0 puan artarak yüzde 44,8’e yükselmiştir. Bu blokta yer alan beş partinin her birinin oy oranlarındaki değişimler Tablo 5’te görülüyor.



Bu beş partiden Saadet Partisi (SP), Anavatan Partisi (ANAP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) dokuz yılda oy yitirmişlerdir. Bunların toplam oy kaybı 4,9 puandır. SP’nin yitirdiği 0,8 puan oyun 0,7 puanının 2011 seçiminin arifesinde kurulan Halkın Sesi Partisi’ne (HAS) gittiği varsayılacak olursa, geriye kalan 4,2 puan Ak Parti’ye kaymıştır.


“Evetçi” bloğun ana partisi olan Ak Parti’nin oy oranının 2002-2011 arasında 16,2 puan arttığı görülüyor. Bu artışın 4,2 puanını kendi bloğu içinde yer alan diğer üç partinin seçmenlerinden almıştır. Geriye kalan 12,0 puanın kaynakları “Seçmeyen”lerdeki azalma (8,7 puan) ve “Hayırcı” bloktan kendisine kaydırdığı oylardır (3,3 puan). Böylece, Ak Parti’nin 2002-2011 arasındaki 16,2 puanlık oy artışının kaynaklarının dağılımı şöyle olmaktadır:



Bu dağılım, Ak Parti’nin oylarını daha da artırmanın sınırlarına çok yaklaşmış olabileceğini düşündürüyor. Çünkü, birincisi, “Evetçi” bloğun diğer partilerini zaten yeterince eritmiş bulunuyor. İkincisi, aşağıda görüleceği gibi, “Hayırcı” bloktan kendisine kaydıracağı önemli bir oy potansiyeli de kalmamış gibidir. O bloktaki tek potansiyel kaynak CHP ve MHP seçmenleridir ki, olağandışı gelişmeler olmadıkça, bu iki partiden Ak Parti’ye oy kayması pek mümkün gözükmüyor. Bu durumda, Ak Parti için geriye tek gerçekçi potansiyel oy kaynağı olarak “Seçmeyen”ler grubu kalıyor.


O zaman soru şu oluyor: Seçimlere katılım oranı daha ne kadar yükselebilir? Yani, “katılmayan”lar oranı nereye kadar düşebilir? 2011’deki son seçimde bu oran yüzde 12,8’e kadar gerilemiş bulunuyor. Geçmiş seçimlere bakıldığında, “katılmayan”lar oranının 1983 ve 1987 seçimlerinde yüzde 7,7’ye ve yüzde 6,7’ye kadar düştüğü görülüyor. Bir sonraki seçime kadar—diğer değişkenler sabit kalır ve Ak Parti şimdiye kadarki performansını koruyabilirse—bu partinin “katılmayan”lardan kendisine kaydırabileceği yaklaşık 5,5 puanlık bir ek teorik oy potansiyeline sahip olduğu düşünülebilir. Ama tersi olur da “katılmayan”lar sayısı artarsa, bunun en önemli kaynağı büyük bir olasılıkla Ak Parti’ye küsen seçmenler olacak ve bu partinin oy oranı düşecektir.


“HAYIRCI” BLOK


“Hayırcı” bloğa dahil 19 partinin oy oranlarının 2002-2011 arasında gösterdiği değişim Tablo 6’da görülüyor. Bu bloğun 2002 yılında sahip olduğu yüzde 38,1’lik oy oranını dokuz yılda sadece 3,3 puan azalarak 34,8’e gerilemiştir. Ama bu gerilemenin nedeni CHP ve MHP oylarındaki azalma değil, bu ikisi dışında kalan diğer partilerin yitirdikleri oylardır. Hem bloğun kaybettiği oyların sadece 3,3 puanla sınırlı kalmış olması, hem de bu kaybın CHP ve MHP dışındaki partilerden kaynaklanması, “Hayırcı” bloğun azımsanmayacak bir direnç gücüne sahip olduğunu göstermektedir.


Bloğun iki ana partisi olan CHP ve MHP, geride kalan dokuz yılda, zayıflamak bir yana, oylarını önemli oranlarda artırmışlardır. 2002’de oy oranı yüzde 14,8 olan CHP’nin oyları 7,3 puan artarak 2011’de yüzde 22,1’e çıkmıştır. MHP oyları da 4,7 puan artarak, yüzde 6,4’ten yüzde 11,1’e yükselmiştir. Bu iki partinin birleşik oylarındaki toplam 12,0 puanlık artışın kaynağı, aynı bloğa dahil diğer partilerin kaybettikleri oylardır. Ak Parti nasıl “Evetçi” bloktaki diğer partileri eritip marjinalleştirdiyse, “Hayırcı” blokta da aynı şeyi CHP ve MHP yapmışlardır.


“Hayırcı” blokta, CHP ve MHP dışında kalan 17 partinin dokuz yılda kaybettikleri oyların toplamı 15,3 puandır. Bu oyların 3,3 puanı Ak Parti’ye kayarken, geriye kalan 12,0 puanı CHP ve MHP’ye gitmiştir. Haziran 2011 seçimi sonunda, bu bloktaki CHP ve MHP dışındaki tüm partilerin toplam oy oranları topu topu yüzde 1,6 gibi komik bir düzeye inmiştir. Ama bu durum aynı zamanda—mevcut parametrelerde olağandışı gelişmeler olmaz ve mevcut üç blok arasındaki kamplaşma keskinliğini korursa—CHP ve MHP oylarının toplamının yüzde 35 gibi bir orana sabitlenmiş olabileceğine işaret etmektedir.

*

Sonuç olarak söylenebilecekler şunlar olabilir:

1950 milletvekili seçimleriyle başlayan CHP/DP kutuplaşması, 1990’a kadar, 40 yıl sürmüş, 1990’lı yıllarda bu iki bloğun dağılmalarına eşlik eden geçiş süreci 2002 seçimiyle noktalanmış ve o seçimle birlikte eski kutuplaşmanın yerini “Kürt siyasal hareketi”/”Evetçi”/”Hayırcı” kutuplaşması almıştır. Ama bu, esas olarak, siyasi blokların sayısındaki artıştan ve blokların egemen partilerindeki ve bileşimlerindeki farklılaşmadan ibaret bir değişikliktir. Siyasi blokları yaratan temel etmen Cumhuriyet’in kuruluşundaki temel sorunlar olmaya devam etmektedir: Kürt sorunu, İslâm sorunu, Alevi sorunu, askeri ve bürokratik vesayetçilik, toplum mühendisliği, vb. Bu sorunlar demokratik yollardan, sivil siyasete, karşılıklı müzakereye ve rızaya dayalı çözümlere kavuşturulamadığı takdirde, ister bugünkü siyasi gruplaşmalar biçiminde olsun, isterse onun yerini başka gruplaşmalar alsın, varoluş nedenleri değişmeyen, birbirini “yok etmeye yeminli” siyasi kutuplaşmaların sonu gelmeyecek gibi görünüyor.


[1] “Çekirdek İller”: Hakkari, Şırnak, Diyarbakır, Batman, Mardin, Van, Muş, Siirt, Ağrı, Iğdır, Bitlis, Bingöl, Tunceli, Kars, Şanlıurfa, Ardahan.