Gündem

Türkiye'de 3 dil yok oldu 15'i tehlikede

UNESCO'nun 'Anadili Günü' dolayısıyla yayımladığı rapora göre Türkiye'de üç dil yok oldu, 15'i de tehlikede.

26 Şubat 2012 08:07

T24- UNESCO'nun 'Anadili Günü' dolayısıyla yayımladığı rapora göre Türkiye'de üç dil yok oldu, 15'i de tehlikede. Dillerin kaybolmasının sebeplerinden biri, 'bilenlerin konuşmaktan vazgeçmesi'.

Radikal'de Çağıl M. Kasapoğlu'nun yazısına göre, BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) 21 Şubat Dünya Anadili günü öncesinde yayımladığı ‘Tehlike Altındaki Diller Atlası birçok kültürün yalnızlaşıp yok olduğunu hatırlatıyor bize. Rapora göre, dünyada konuşulduğu tahmin edilen 6 bin dilin yüzde 43’ü kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya, bu rakamın yüzde 3’ü de 1950’den bu yana hiç konuşulmuyor. Kesin bir rakam verilemese de Avrupa ve Asya’da 75, ABD’de ise son iki yüzyılda en az 115 dilin kaybolduğuna inanılıyor.


Araştırma, Türkiye’de de 3 dilin yok olduğunu, tam 15 dilin de tehlikede olduğunu ortaya koyuyor. Yaklaşık 30 dilbilimcinin araştırmasına dayandırılan raporda, Türkiye’de en çok Konya’nın Sille Köyü’nde konuşulan ve en son 2005’te duyulan Kapadokya Yunancası, Marmara Bölgesi ve Kafkaslar’da yaygın olan Ubıhça ve kökü Diyarbakır, Lice’deki Kamışlı Köyü’ne dayanan Mlahso Anadolu topraklarından silindi.


Siirt kökenli ve 1999’a kadar yalnızca 1000 kişinin konuştuğu Hertevin dili de kaybolmaya yüz tutmuş. Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan ve Makedonya’da duyulan Gagavuzca, Doğu Anadolu’daki Süryaniler ve İsveç ile Almanya’ya göç edenlerle birlikte 50 bin kişinin konuştuğu Turoyo ve Türkiye’de yaşayan Yahudilerin dili Ladino ciddi anlamda tehlike altında.


‘Kesinlikle tehlike altında’ olan diller ise bir hayli fazla: İstanbul ve Hatay’ın Samandağı bölgesindeki Vakıflı Köyü’nde yaklaşık 50 bin kişinin konuştuğu Batı Ermenicesi; Kuzey Irak, İran’ın batısı ve Türkiye-Suriye sınırında 240 bin kişinin konuştuğu, göç nedeniyle Türkiye’de bileni kalmayan Süryaniceye yakın Suret; Doğu Karadeniz kökenli ve 300 bin kişinin konuştuğu Pontus Yunancası; 130 bin kişinin konuştuğu Lazca; Türkiye’nin kuzeydoğusu ile Gürcistan ve Orta Asya’da duyulan Hemşince; 31 bin kişinin bildiği Abazaca ve Çingenelerin dillerinden Romani, bu kategoride gösteriliyor.


Türkiye’deki diyasporayla beraber, Rusya, Gürcistan, Ortadoğu ve Batı Avrupa’da 125 bin konuşanın olduğu Abhazca, Türkiye, Rusya, Makedonya, Ürdün, İsrail, Irak ve Rusya’da 300 bin kişinin konuştuğu Adigece, Doğu Anadolu’da yaygın Zazaca ve Türkiye’deki topluluğun yanı sıra Kafkaslar’da yaygın Kabar Çerkes dilleri de kaybolması mümkün ‘hassas diller’ kategorisinde.


Kaybolmak ne demek?


Dillerin kaybolmasındaki en önemli etkenlerden biri ‘bilenlerin konuşmaktan vazgeçmesi.’ UNESCO’ya göre bir dil, konuşanlarının azalması ve yeni kuşaklara aktarılmaması nedeniyle kaybolma riskiyle karşılaşıyor. Genellikle başka bir dilin üstünlüğü ve gücü altında ezilen diller ‘askeri, ekonomik, dini, kültürel veya eğitim mecburiyetleri ile topluluğun kendi diline olumsuz yaklaşımı’ nedeniyle baskı altına alınınca tükenmeye de yüz tutuyor.

Raporda, göç ve hızlı kentleşmenin geleneksel hayat tarzını yok ettiği ve başka bir dili kullanma mecburiyetinin de tehlike yarattığı vurgulanıyor. Rapora göre bir dilin geleceğinin tayin edilmesi konusunda aşağıdaki maddeler beraber değerlendirilmeli:
Kuşaktan kuşağa aktarılması,  Konuşanların sayısının tespiti, Konuşanların nüfusa oranı, Konuşulan alandaki değişiklikler
 

Dilin yeni alanlara ve medyaya uyumu, tepkisi Eğitim için gerekli yayınların varlığı ve öğrenim
Hükümet ve kurumların tutum ve politikaları ile dilin resmi durumu, kullanımı Bireylerinin dillerine tutumu
Belgelerin miktarı, kalitesi UNESCO’ya göre bir dilin kaybolmasını engellemek için o dilin konuşulabileceği ve çocuklarına öğretebilecekleri uygun koşulları sağlamak gerekir.


Ulusal politika şart


Azınlık dillerinin korunmasında ulusal bir politika izlenmesi, anadili eğitimlerinin desteklenmesi ve topluluk üyeleri arasında işbirliği oluşturulup dilbilimciler arasında yazılı bir sistem geliştirilmesi en büyük etkenlerden. Türkiye’de dil koruma programı olmayan UNESCO, eğitim, iletişim, kültür ve bilim alanlarında dillerin güçlendirilmesi için projeler yürütüyor. Çok dilliliği destekleyen UNESCO, ‘dilin korunması gerekliliği’ üzerine farkındalık yaratmaya da büyük önem veriyor. Dolayısıyla, ‘yalnızlaşmanın’ önüne geçmek için “Dilimizi tutmayalım”.

‘Kürtçe de liselerde okutulsun’


Dillerin kaybolması ile ilgili Radikal’in sorularını yanıtlayan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dilbilim Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Özgür Aydın şu ifadeleri kullandı:
“Dillerin yok olmasının pek çok nedeni olabilir. Dili konuşan kişi sayısının azalması yok olmada etkendir. Bir başka etken o dilin yazı dili olamaması, dolayısıyla kuşaktan kuşağa aktarılamamasıdır. Buna koşut bir başka etken de o dilin eğitim dili olmamasıdır. Burada devletin dil politikası birincil etkendir. Söz gelimi, o dilin konuşulduğu coğrafyada bir başka egemen dilin tek ve baskın eğitim dili olarak kullanılması azınlığın konuştuğu dile karşı önemin gittikçe yitirilmesine neden olur. Kimi zaman da etken tümüyle dışsaldır. Örneğin, İngilizcenin etkinlik alanının her geçen gün artıyor olması pek çok dilin yok olmasında etkili olmuştur. Robert Phillipson tarafından kültürel emperyalizmin bir alt kümesi olarak tanımlanan “dil emperyalizmi” buna işaret eder.


Bir ülkenin siyasi birliğinin eğer herkes aynı ulusal dilde eğitim görürse korunabileceği gibi yanlış bir algı bulunmaktadır. ABD’de “tek ulus, tek bayrak, tek dil” sloganı bu bağlamda kullanılmıştır. Ülkemizde de bunu pek çok kesimde rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Oysa bu endişenin karşısında anadilinde eğitimin pek çok avantajı sıralanabilir.

 
‘Anadilinde eğitim şart’


“Siyasi birliğin korunması” gibi soyut bir dayanaktan yola çıkarak anadilinde eğitim hakkını kısıtlamanın savunulacak hiçbir yanı bulunmamaktadır. Çeşitli ülkelerdeki uygulamalar, deneyimler gözlenebilir. Bunun ilk örneğini Leninist dil politikasında görüyoruz. Lenin hiçbir tek dilin bir devlet dili konumunda olmaması gerektiğine inanmış, bunun yerine, ulusal eşitlikten söz etmiştir. Tüm Sovyet vatandaşlarının kendi anadillerinde eğitim alma hakkı garanti altına alınmıştır. Bugün kapitalist ülkelerin çoğunda da iki-dilli eğitim başarıyla uygulanmaktadır. Çift-dilli okullar, Kanada daldırma eğitimi, çift yönlü iki-dilli eğitim gibi pek çok türü olan bu tür bir eğitimin Türkiye’de uygulanmaması için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Anayasanın 42. maddesinde ‘eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim, öğretim yapan okulların tabi olacağı esasların kanunla düzenleneceği’ belirtilmektedir. Buna dayanarak liselerde Arapça dersine izin verilmiştir. Ancak Arapça aslında ülkemizde konuşulan anadillerinden biridir. Oysa anayasanın aynı maddesinde “Türkçeden başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak öğretilemeyeceği” belirtilmiştir. Burada MEB ciddi bir çelişki içindedir. Zira Kürtçe de tıpkı Arapça gibi hem ülkemizde konuşulan bir anadili hem de ülke dışında konuşulan bir dildir. Öyleyse Arapça gibi Kürtçenin de liselerde okutulmasına bir engel olmamalıdır. AKP hükümeti sadece dini gerekçelerle Arapçaya izin vermiş gibi görünmektedir”.