Zaman yazarı Abdülhamit Bilici, "Dün ülkemize dair adil ve insaflı analizler yapan isimler, acaba bugün gidişatı nasıl görüyor?" dediği yazısında Türkiye’nin uluslararasında nasıl göründüğünü yazdı.
Bilici’nin köşesinde yer verdiği analizlerde T24 yazarı Ömer Taşdemir ve Alman Die Zeit gazetesi muhabiri Michael Thumann’ın görüşlerine yer verdi.
Bilici’nin Zaman’da “Dış gözle Türkiye’nin gidişatı” başlığıyla yayımlanan (4 Kasım 2014) yazısı şöyle:
Dış gözle Türkiye’nin gidişatı
Ülke olarak içe kapandığımız, kamplara bölünüp kutuplaşarak birbirimizi dinlemez hale geldiğimizde başımızı kaldırıp Türkiye’ye bir de dışarıdan bakmak lazım. Dün ülkemize dair adil ve insaflı analizler yapan isimler, acaba bugün gidişatı nasıl görüyor?
Son dönemde yaşadıklarımızı yakından gözleyen iki isim, bu hafta tam da bu sorulara cevap olacak ipuçları verdi. Bunlardan biri, akademisyen ve köşe yazarı kimliğiyle bildiğimiz, ABD’deki önemli Türkiye uzmanlarından Ömer Taşpınar. Saygın üniversitelerde Ortadoğu ve Türkiye üzerine dersler veren Taşpınar, Brookings adlı düşünce kuruluşunda çalışıyor. Vesayetçi yapıların demokrasiyi boğmaya çalıştığı günlerde liberal fikirleriyle AKP’nin doğru politikalarını Batı’ya anlatan, neo-conların saldırılarına karşı Erdoğan’ı destekleyen bir isim.
Gidişatı nasıl gördüğünü T24’teki “Türkiye’de demokrasi makul şüphe altında” başlıklı yazısında özetledi. Taşpınar’a göre birkaç yıl öncesine kadar Batı medyasında Türkiye analizleri, “laiklere karşı İslamcılar” perspektifinde yapılıyor ve siyasi İslamcı denilen AKP tehlikeli görülüyordu. Ama New York Times ve Washington Post gibi daha bağımsız gazeteler, AKP’nin İslamcı gelenekten geldiğini ama askerî vesayeti ve katı laiklik anlayışını aşmaya çalışan, demokrat bir ‘’ılımlı İslam’’ hareketini temsil ettiğini yazıyor; Ortadoğu için bir demokratik model olarak görüyorlardı.”
Peki bugün? Taşpınar, Türkiye analizlerinin artık laiklik/siyasi İslam ekseninde değil, “demokrasi-otokrasi” düzleminde yapıldığını ve AKP’nin otoriterleşen, yasakçı ve baskıcı rejimi temsil ettiğini söylüyor. Artan polis devleti yöntemleri ve medyaya getirilen kısıtlamalar nedeniyle Erdoğan’ın demokratik/özgürlükçü imajı bitmiş durumda. En revaçtaki yaklaşım ise Fareed Zakaria’nın popüler hale getirdiği ‘’liberal olmayan demokrasi’’ kavramı: ‘’milliyetçilik, din, muhafazakârlık, devlet ihalesi kapitalizmi ve hükümet denetimindeki medya.’’ Daha önce AKP’yi İslam dünyasına demokrasi modeli diye gösteren Washington Post’ta Fareed Zakaria şimdi şöyle yazıyor: “Erdoğan reformcu politikalarını çoktan bir yana bırakmış, şimdi baskıcı, muhafazakâr ve İslamcı platforma geçmiş durumda. Medyayı kontrol etmek için akıllıca vergi oyunlarına yatkın.’’
Taşpınar’a göre sadece medya değil, bağımsız düşünce kuruluşları da yeni Türkiye’yi böyle görmekte. Eski ve yeni Türkiye arasındaki fark, eskiden askeri vesayet üzerinden yürüyen otoriterliğin, şimdi daha geniş halk tabanı olan, seçim kazandığı için daha popülist, aynı derece otokratik bir çoğunluk eliyle yürümesi. Komplocu bir bakışla bu eleştirilere, Batı’nın algı operasyonu dense de son güvenlik yasası paketi gösteriyor ki, Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler “makul şüphe’’ altında. Mevcut kanunlara göre vatandaşların ev ve işyerlerinin aranması ile ilgili hâkimden karar çıkartabilmek için ‘somut delil’ şartı aranıyor. Ama Meclis’e sunulan yeni taslağa göre “makul şüphe’’ duyulması yeterli. Bu olumsuz gidişe karşı demokratik muhalefetin yok denecek kadar cılız olduğunu, ülkede demokrasi ve vatandaşlık bilinci olmadığını söylüyor.
Dıştan nasıl göründüğümüzü ortaya koyan ikinci isim Avrupa’dan. 2007-2013 yılları arasında ciddi Alman gazetesi Die Zeit’ın Türkiye ve Ortadoğu muhabiri olarak İstanbul’da yaşayan ve Taşpınar gibi Batı’daki İslam/Türkiye karşıtlarına karşı Erdoğan’ı savunan Michael Thumann. Today’s Zaman’a konuşan Thumann, Erdoğan’ın kendi pozitif mirasını kendi eliyle yıktığı görüşünde. 2008’de BM’deki oylamada 151 devlet Türkiye’yi desteklerken bu yıl sayının 60’a düşmesinin olumsuz gidişatın göstergesi olduğunu söyleyen Thumann, AKP’nin geçmişte pragmatik bir politika izleyerek hem Batı hem İslam dünyası hem Araplar hem İsrail’le sıcak ilişkiler geliştirdiğini ama şimdi izlenen popülist politika yüzünden Batı’da ve Ortadoğu’da yalnızlaştığını vurguluyor. Başta demokrasiye ve AB sürecine önem veren Erdoğan’ın, 2010’dan sonra gücünü dengeleyecek yapı kalmayınca bu çizgiyi terk ettiğini düşünüyor. Güvenlik alanında Almanya’nın örnek alındığına dair Ankara’dan yapılan açıklamalar için ise şöyle diyor: “Almanya’da gazeteciler, görüşleri yüzünden baskı görmüyor, tutuklanmıyor.”
Birileri ne kadar ‘ileri demokrasi’ dese de, Türkiye’nin dışarıdan görünüşü işte böyle.