Hafta sonunda yayımlanan Alman gazetelerinde, Türkiye'nin de yoğun şekilde eleştirildiği basın özgürlüğü konusu, Almanya'daki camilerin devlet denetimi altına alınması tartışması ayrıca Dışişleri Bakanı Steinmeier'in Türkiye konusundaki açıklamaları dikkat çekiyor.
Süddeutsche Zeitung'da ‘Yedi Hastalık' başlığıyla yayımlanan yorumda, dünya genelinde otoriter bir akımın dalga dalga yayıldığı belirtilerek Çin ve Türkiye'de gazetecilerin eziyet çektiği, bağımsız devletlerin terörle mücadele adı altında özgür basına müdahale ettiği vurgulanıyor.
“Basın özgürlüğü konusunda bu haftaki üç haber: Türkiye'de iki gazeteci terör saldırısına hedef olan mizah dergisi Charlie Hebdo'ya destek vermek için yayımladığı Hz. Muhammed karikatürlerini bastığı için ikişer yıl hapis cezasına çarptırıldı. Polonya'da milletvekilleri ulusal kanalların ‘milli yayın organlarına' dönüştürülmesi tasarısını görüşüyor. Luxemburg'da vergi skandalını ortaya çıkaran gazeteci Antoine Deltour iki muhbirle birlikte yargılanıyor. Üçü, konuyla ilgili ödüllendirilecekleri yerde evrak hırsızlığı ve şirket sırlarının ifşası suçuyla mahkeme önünde…Önümüzdeki Salı günü Dünya Basın Özgürlüğü Günü ama kutlanacak pek bir şey yok. Ancak BM Genel Kurulu'nun bugünü Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul ettiği 1993'te durum farklıydı. Soğuk Savaş aşılmış, Doğu ve Batı yakınlaşmaya başlamıştı. İnsanlar adil ve dayanışmaya odaklı, barışçıl bir yeni dünya düzenine hazır bir tutum içindeydi. Ya şimdi? Bu gelecek tablosu artık yok. Otoriter bir dalga basın özgürlüğünü boğmuş durumda. Basın Özgürlüğü adını taşıyan hastanın durumu giderek kötüleşiyor. Zira yedi ayrı hastalık var başında. İlki devlet tarafından doğrudan müdahale. İkincisi terör örgütleri tarafından yapılan örneğin Charlie Hebdo'ya benzer saldırılar. Üçüncüsü yine terörle bağlantılı ama bu kez basın özgürlüğünün kemikleştiği ülkelerde terörle mücadele adı altında basına yönelik yapılan müdahaleler. Dördüncüsü özellikle internette yaygın. Dezenformasyona dayalı propaganda. Para da basını baskı altına alıyor. Beşinci hastalık, düşen tiraj kaygısıyla alınan ilanlar bağımlılığı artırıyor. Altıncı hastalıkta hoşnut olunmayan görüşler, yalan haber yapan medya genellemesiyle yaftalanıp bastırılmaya çalışılıyor. Yedinci ve son hastalık ise oto sansür. Şayet bu hastalık ilerlerse hasta ölür.”
Welt am Sonntag gazetesi ise Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier'in Ankara ile varılan sığınmacı anlaşması ve İslam’ın artan rolüyle ilgili görüşlerine geniş yer vermiş. Steinmeier'in “Türkiye teokratik bir devlet değil” sözlerini başlığına taşımış:
“Türk toplumunda İslam anlayışı ağırlık kazansa da, Başbakan Davutoğlu laik anayasadan vazgeçilmeyeceği mesajını verdi. Bu yüzden de gelecekte Türkiye'nin bir din devleti olabileceği spekülasyonları üzerinde durmak yersiz. Türk tarafı hep uygulamaya koyduğu reformlara rağmen AB tarafından kabul görmediği eleştirisini getirdi. Ama son yıllarda Türkiye'deki reformlarda da geriye dönüş yaşandı. Dönemin Başbakanı Erdoğan tarafından cesurca hayata geçirilen reformlardan Kürtlerle barış süreci yerini şimdiki karşı karşıya geliş sürecine bıraktı. Basın özgürlüğünün şu anki durumuysa bizde ciddi bir endişe gerekçesi. Son dönemde AB ile müzakere sürecinin durma noktasına gelmiş olmasının sebebi sadece AB'ye atfedilemez.”
Hristiyan Birlik Partileri Meclis Grup Başkanı Volker Kauder'in Almanya'daki camilerin devlet denetimi altına alınması önerisi tartışma yarattı. Die Welt gazetesinin konuyla ilgli yorumu şöyle:
“Volker Kauder yaptığı öneriyle, bazı İslam ülkelerinin, bazı İslami hareketlerin şunu kavramasını istiyor: Almanya Federal Cumhuriyeti'nde her istediğinizi yapamazsınız. Almanya'nın her yerinde adı aşırılıkçıya çıkmış, gözlem altına alınmış camiler var, özellikle de Berlin'de. İslam, öğretisinde merkezi bir otoritenin bulunmadığı son derece çeşitli tabakalara sahip bir din. Müslüman ülkelerdeki hükümetler, İslami değerlerin yorumu konusunda söz sahibi olmak için yoğun rekabet halinde. Bu yarışta giderek daha aşırılaşan görüşler kabul görebiliyor; Türkiye, Suudi Arabistan gibi ülkeler tüm dünyadaki Müslümanları kendi hükümetlerinin emellerine yaklaştırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Özellikle de Almanya'da. Camilerin Ortadoğu'nun iktidar mücadelesinde siyasi kale olarak kullanılmasına Almanya izin vermek zorunda değil.“