T24 - İsrail'in 'mavi Marmara' baskınından iki ülke arasında gerilen ilişkiler kopma noktasına geldi. İki hükümetten de karşılıklı yapılan açıklamalar da bu yönde.
Radikal gazetesi yazarı Erdal Güven, bugünkü yazısında "Türkiye ‘hukuki’ taleplerinden vazgeçmeyeceğine, İsrail de bu talepleri yerine getirmeyeceğine göre sonuç ortada... Türkiye-İsrail ilişkileri bugün bulunduğu noktanın da gerisine gidecek" dedi.
Erdal Güven'in Radikal gazetesinde "Bir bardak soğuk su" başlığıyla yayımlanan (6 Temmuz 2010) yazısı şöyle:
Bir bardak soğuk su
Geçen hafta üst düzey bir diplomatın ağzından şu sözleri işittik bir grup yazarla birlikte: “Türkiye, İsrail ordusunun gerçekleştirdiği Mavi Marmara baskınının üstüne bir bardak soğuk su içemez.”
Söz konusu diplomatın özelliği ve ettiği sözün önemi yalnızca üst düzey konumundan kaynaklanmıyor. Kendisi aynı zamanda kariyerinin ağırlıklı bir bölümünü, İsrail dahil Ortadoğu’da geçirmiş, dolayısıyla hem genel olarak Ortadoğu’yu hem de özel olarak İsrail’i en iyi bilen diplomatların başında geliyor.
Peki bir bardak soğuk su içmeyecek de ne yapacak Türkiye? Bu, İsrail’in söz konusu baskının hesabını nasıl vereceğine bağlı. Somut olarak söylemek gerekirse, (1) İsrail Türkiye’den özür dileyecek mi, (2) baskında ölenlerin yakınlarına tazminat ödeyecek mi?
Türkiye’nin pozisyonu, üst düzey diplomatımızın ‘tamamen hukuki’ diye nitelediği bu iki talebin yerine getirilmesiyle sınırlı değil. Daha ziyade siyasi nitelikte iki talebi daha var Ankara’nın: Tel Aviv’in baskınla ilgili uluslararası ve bağımsız bir soruşturma yürütülmesine olanak tanıması ve Gazze Şeridi’ne uyguladığı ablukayı sona erdirmesi.
Ancak öncelik ve ağırlık ‘hukuki’ taleplerde. Çünkü Ankara, İsrail’le ilişkilerin gerilemiş bulunduğu noktadan daha da gerilememesi için ‘olmazsa olmaz’ olarak görüyor ‘özür’ ve ‘tazminat’ı. Bir başka deyişle İsrail hattındaki ‘kırmızı çizgi’leri oluşturuyor bu iki talep.
İkisi arasında Türkiye’nin bir devlet olarak prestiji açısından hangisi ağır basıyor diye bakıldığında ise hiç kuşkusuz ‘özür’ öne çıkıyor. Nitekim, Davutoğlu’nun önceki gün iki gazetede birden yayımlanan demecinde de, ‘özür’ beklentisi öne çıkarılmıştı.
Peki Türkiye’nin beklentileri İsrail’den karşılık bulabilir mi? Uluslararası hukuk işlerse ve işleyecekse belki.
Ama şöyle nahoş bir gerçek var: Uluslarararası hukuk başka bir şey, İsrail başka bir şey. Bu bir.
İsrail’de işbaşında bulunan hükümet, ilk günden itibaren, Mavi Marmara baskınını ‘meşru müdafaa’ hakkının kullanımı olarak görüyor. Dolayısıyla karşı hukuki argüman öne sürüyor. Bu iki.
İşin hukuki yanı bir yana aynı hükümetin siyasi zihniyeti, Türkiye’den özür dilemeyi kaldırabilecek bir tıynette değil. Bu da üç.
Lieberman’ın temsil ettiği sağ kanat, işi, özür dilemesi gereken bir taraf varsa bunun Türkiye olduğunu söyleme noktasına kadar vardırdı. Ama hükümetin tutumunu, Lieberman’la sınırlı görmek yanlış olur. Soldaki Barak ile ortadaki Netanyahu’nun yaklaşımı da hiç farklı değil. Onlar sadece üsluba biraz daha özen gösteriyor, o kadar.
Nitekim, dün İsrail başbakanlık ofisinden yapılan açıklama ile Lieberman’ın demeci aynı kapıya çıkıyor: İsrail’in Türkiye’den özür dilemeye niyeti yok.
Hal böyleyken, Türkiye’nin ikinci ‘hukuki’ talebi de hem anlamsızlaşıyor, hem işlevsizleşiyor. ‘Özür’ dilenmedikten sonra ‘tazminat’ neye yarar?
Sonuç? Türkiye ‘hukuki’ taleplerinden vazgeçmeyeceğine, İsrail de bu talepleri yerine getirmeyeceğine göre sonuç ortada... Türkiye-İsrail ilişkileri bugün bulunduğu noktanın da gerisine gidecek. Adını da Davutoğlu koymuş zaten: Diplomatik ilişkileri kesmek.
Üst düzey diplomatımız, Türkiye’nin, ‘hukuki’ taleplerinin yerine getirilmesi için ‘makul bir süre’ bekleneceğini de söylemişti. Davutoğlu’nun açıklaması, bu sürenin dolmak üzere olduğunu gösteriyor öncelikle. O sözlerin işaret ettiği bir başka gerçek de, Davutoğlu ile Ben Eliezer’in onca gürültü kopartan gizli görüşmesinden bir sonuç çıkmasının beklenmemesi.
Askeri ortaklık bitti. İstihbarat paylaşımı meçhul. Siyasi temaslar ancak gizli görüşmelerle yürütülebiliyor. Silah sanayi işbirliği dondurulmuş durumda. Diplomatik ilişkilerin de kesilmesiyle çember tamamlanacak. Epeydir karşılıklı olarak altı oyulan ‘stratejik ittifak’ın içi boşaltılmış olacak.
O noktadan sonra da Türkiye kendi yoluna, İsrail kendi yoluna... Yıllar önce Türkiye ile İsrail birbirine yaklaşırken, ‘Mecburi İstikamet’ diye yazdığımı anımsıyorum.
Şu anda da öyle görünüyor; bu kez istikamet ters.