Politika

Türkiye-İran ilişkilerinin Anıtkabir tarihi

1979'dan bu yana görev yapan diğer İran cumhurbaşkanları gibi, Reisi de geçen hafta Türkiye'ye gerçekleştirdiği resmi ziyarette Anıtkabir'e gitmedi

29 Ocak 2024 00:00

İran cumhurbaşkanlarının Türkiye ziyaretleri, uzun süredir görüşmelerin içeriğinin yanı sıra, gelen heyetin Anıtkabir’i ziyaret edip etmeyeceği üzerinden de tartışılıyor. Türkiye’ye yapılan resmi ziyaretlerde bir zorunluluk olmasa da devlet başkanları geleneksel olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün anıt mezarını ziyaret ediyor.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, geçen çarşamba günü Türkiye’ye ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdi. Reisi, Beştepe’de devlet erkanı tarafından karşılandı, kendisine atlı askerler eşlik etti. Daha önce 2 kez ertelenen ziyaret kısa sürdü ve Reisi de Anıtkabir’e ziyaret yapmayan İran liderleri arasına katıldı.

Devlet başkanları ve hükümet üyelerinin yapacağı ziyaretlerden önce protokol, iki ülkenin protokolden sorumlu isimleri tarafından detaylıca konuşulur. Gelen devlet başkanının hangi saatte, hangi noktada olacağı; ziyaretinde nerelere uğrayacağı önceden belirlenir. Bu sayede gerekli önlemler alınır, ziyaretçi lideri zor durumda bırakacak durumların gelişmesinin önüne geçilir. Reisi’nin Türkiye’de geçirdiği sürede programına Anıtkabir ziyareti konulmadı.

İran Cumhurbaşkanları, Anıtkabir’e gitmiyor

1979’da meydana gelen ‘İran İslam Devrimi’ sadece İran’ı dönüştürmekle kalmadı. İran’ın ABD etkisindeki bir monarşiden İslam hukuku ve Şiî mezhebi görüşlerini esas alan bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüşmesi bölge ülkeleri ve Batı’yla da ilişkilerini değiştirdi. Bilhassa Türkiye’nin Müslüman çoğunluklu nüfusuna rağmen laik bir Cumhuriyet olması, İran’ın yeni rejimiyle Ankara arasında karmaşık bir dengeyi yürürlüğe soktu. Protokoller, sık sık kamuoyunda tartışma konusu oldu.

Türkiye'ye gelen İran cumhurbaşkanları Haşimi Rafsancani, Mahmud Ahmedinejad ve Hasan Ruhani de Anıtkabir’e gitmedi.

Anıtkabir ziyaretleriyle ilgili tartışmalar genellikle perde arkasında kaldı. Görevi süresince Türkiye’ye planladığı tek resmi ziyaret de ertelendikten sonra gerçekleşmeyen Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, görevi tamamlanınca perdeyi hafifçe Mehmet Ali Birand’a verdiği söyleşide aralamıştı:

"Bu tip protokol işlerinden artık vazgeçmemiz gerekir. Daha çok gerçeklere bakmalıyız. Zira iki toplumun birbirine saygı ve sevgisi büyüktür. İki ülkenin yakınlaşmasında, toplumların birbirlerine karşılıklı saygısı çok önemlidir. Protokolden vazgeçmek lazım. Protokol önemli değildir. Halklarımız birbirine yakındır. Daha da yakınlaşması için neler yapılması gerektiğine bakmalıyız. Protokole değil."

2014 yılında Ruhani’nin de Anıtkabir’e gitmemesinin kamuoyunda gündem olmasının ardından dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün basın başdanışmanı Ahmet Sever, AA’ya Türkiye ile İran arasında cumhurbaşkanları düzeyindeki protokolleri uygulama geleneğinde anıt mezar ziyaretlerinin yer almadığını bildirdi.

Ruhani ve Gül

Laikliğin sembolü

Birçok uzmana göre İran cumhurbaşkanlarının Anıtkabir’i ziyaretten kaçınmalarının nedeni, Atatürk’ün temsil ettiği değerler. İran’da cumhurbaşkanları, laik devlet yapısını yerle yeksan eden ‘İslam Devrimi’ geleneğinin temsilcileri.

İran’da rejim içi mücadele, en üst düzey yetkiliden en alttaki isimlerin kendini sürekli koruma çabasına sebep oluyor. İran’da güç mücadelesinde olan isimler, birbirlerinin ayaklarını kaydırmak için “rejim değerlerine karşı nitelendirilebilecek” her hareketi rakibi aleyhine kullanıyor.

Mustafa Kemal Atatürk, Batılı güçlere karşı bir Kurtuluş mücadelesi vermesi ve üstüne halifelikle yönetilen bir imparatorluğun küllerinden laik bir Cumhuriyet kurmuş olmayı başarması nedeniyle Müslüman ülkelerde modernleşme ve reform isteyenler için çok güçlü bir sembol.

Fransa ile şarap açmazı

Diplomasi de semboller ve gelenekler çok önemlidir. Kritik ziyaretlerde bir devlet başkanının okuduğu 6 kelimelik metin, 7 farklı mesaj barındırabilir. Diplomasi gazetecilerinin mesaisinin büyük bölümü, cümlelerin altındaki mesajları; devlet başkanının bir kravat veya tokayla verdiği mesajı, masadaki bibloların anlamını ve hatta bazen de vücut dilini analiz etmeye çalışmakla geçer. Bu sebeple gelenekler ve hassasiyetler konusunda krizler de yaygındır; hele konu İran olunca.

İran Cumhurbaşkanı Hatemi, 1999’da Fransa ile ilişkileri ısıtmak için Fransa’ya gidecekti. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Hatemi onuruna vereceği yemekte şarap olmaması talebini reddetti, Hatemi de ziyareti iptal etti.

2002 de ‘reformist olarak tanınan’ Ruhani Fransa’ya gidecekti, Fransa yine yemekte şarap servis edilmemesi talebini reddetti. Ama bu sefer hazırlıklı olan Paris, “O zaman kahvaltı yapalım” dedi. İran da bu teklifi “ucuz” bulup reddetti. Sonuç olarak Ruhani’nin ziyaretinde yemek yenmedi.

Aslında konu çok basit görünse de, iki tarafın da bu konuda diretmesi arkasında çok basit ideolojik nedenler var. Fransa laik bir devlet, siyasi bir ziyarette dini gerekçelerle kimseye şarap servis edilmemesi, Paris’in ilişkiler için taviz verdiği düşüncesine yol açar. İran liderinin de masada şarapla görünmesi, eve döndüğünde onu görevinden edebilecek kadar büyük bir krize sebep olabilir.

Türkiye temsilcileri de Humeyni’nin kabrine gitmiyor

Türkiye Cumhurbaşkanları, mütekabiliyet ilkesine uygun olarak İran’a yaptıkları resmi ziyaretlerde ‘İslam Devrimi’nin lideri Humeyni’nin kabrine gitmiyor. Ahmet Sever, Türkiye ile İran İslam Cumhuriyeti arasında cumhurbaşkanları düzeyindeki protokolleri uygulama geleneğinde anıt mezar ziyaretlerinin yer almadığına işaret ederken bunu da açıkça belirtmişti:

"10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, 17-18 Haziran 2002 ve Sayın Cumhurbaşkanımız (Gül) 13-16 Şubat 2011 tarihlerinde İran'a yaptıkları devlet ziyaretleri programlarında İmam Humeyni'nin kabrini ziyaretlerine yer verilmemiştir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan da İran ziyaretlerinde kabir ziyareti yapmadı. Türkiye’de de bu türde bir ziyaret, Humeyni’nin temsil ettiği laik cumhuriyet karşıtı değerler nedeniyle tepki görebilirdi.

Ahmet Necdet Sezer’in İran ziyareti ve Türk dili ve edebiyatı dersi

Tabii ki hiçbir ülkenin, bir başka devlet başkanını fiziksel olarak bir yere gitmeye zorlama şansı yok. Protokol tarafında bir taraf, taviz veremeyeceği bir talebini kabul ettiremiyorsa görüşmeyi planlama yapılırken iptal edebilir; ya da taraflar birbirini ikna etmek için karşılıklı taleplerde de bulunabilir.

İran ve Türkiye’nin ilişkileri 1979’dan sonra hiç çok iyi olmadı, ama karşılıklı ziyaretler alışılmış protokollerin dışında olsa da gerçekleşti. Zaman zaman bunun farklı faydaları da oldu.

Bir örnek, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2002’de Hatemi’nin davetiyle yaptığı İran ziyareti olabilir. Bu ziyaretin ardından ilk kez İran Üniversitesi’nde Türk dili ve edebiyatı dersi verildi. İran’da çok ciddi bir Türkçe konuşan nüfus bulunsa da, ülkede hiçbir seviyede Türkçe dersi verilmiyordu. Bu, İran’ın verdiği bir taviz olarak görülmüştü.

Ayrıca bu ziyarette ‘reformist’ yönetim, Sezer’in Güney Azerbaycan’ın başkenti olan Tebriz’e gitmesine yeşil ışık yakmıştı.

Sezer'in Tebriz ziyaretiyle ilgili 19 Haziran 2002'de Milliyet'te yayımlanan Utku Çakırözer imzalı haber

İran’ın “kaybet-kaybet” formülü

T24’e konuşan Tahran’da görev yapmış eski bir Türk diplomat, “Diplomaside ‘win-win’ (kazan-kazan) formülü vardır, İran diplomasisinde ise ‘lose-lose’ (kaybet-kaybet) vardır” dedi. Geçmişte “kazan-kazan” formülünün şöyle uygulandığına dikkat çeken diplomat, “Yapılan ziyaret çalışma ziyareti olarak nitelendi, böylece Anıtkabir geleneğine uyulmadığında iki taraf da sorun yaşamadı” diye konuştu.

Diplomat, İran diplomasisinde bunun bir istisna olduğunu ve Tahran’ın genelde bilek burkarak kendi taleplerini kabul ettirmeye çalıştığını söyledi: “Ben talebini yerine getirmiyorum, ziyareti de iptal ediyorum, imzalayacağımız anlaşmaları da erteliyorum”. Bu söylendiği anda sadece İran’ın karşısındaki devlet değil, İran da kaybetmiş oluyor. Çünkü ziyaretler pek tabii iki ülkenin de çıkarına olacak şekilde yapılıyor.

Atatürk döneminde İran ziyaretleri

Henüz Cumhuriyet ilan edilmeden, genç Türkiye’nin tohumları savaş meydanlarında atılırken İran, Atatürk’le dostane ilişkiler kurmak için girişimlerde bulunmuştu.

22 Ekim 1922’de, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferinden sonra İran hükümeti, Harbiye Bakanı Rıza Han’ın yaver subayı Salar Nizam başkanlığında bir heyeti, tebrik etmek ve çeşitli hediyeler sunmak üzere Türkiye’ye gönderdi. Heyet, 2 Kasım’da Atatürk’le görüştü.

27 Ekim 1932’de İran Dışişleri Bakanı Faruki Han liderliğindeki bir heyet Ankara’da Atatürk’le görüştü ve Cumhuriyet Bayramı törenlerine katıldı.

İran Şahı Rıza Pehlevi de 16 Haziran 1934’te Ankara’da tren istasyonunda bizzat Atatürk tarafından karşılanmıştı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü,
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi (1934)

Şah Muhammed Rızâ Pehlevî de 15 Mayıs 1956’da Anıtkabir’i ziyaret etmişti.

Milli Mücadele’de karşı tarafta olanlar ziyaret gerçekleştirdi

Atatürk liderliğindeki Milli Mücadele’de Türk kuvvetleri karşısında savaşan birçok ülkenin lideri, ilerleyen zamanlarda Anıtkabir’i ziyaret etti. Britanya Kraliçesi II. Elizabeth, 1971 ve 2008’de iki kez Anıtkabir’e gitti. Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis de 2008’de Anıtkabir’e gitmişti. Kurtuluş Savaşı’nda yenilen Yunanistan’ın Başbakanı Elefterios Venizelos, 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermişti. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande 2014’te anıt mezarı ziyaret etti.

Kraliçe Elizabeth, Anıtkabir'de (1971)

Filistin, Suriye ve Ürdün gibi Arap nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerin de devlet başkanları Anıtkabir’i ziyaret etmişti. Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, ciddi sağlık sorunları bulunmasına rağmen Anıtkabir’e gidip, “Atatürk’ün huzurunda olmak onurdur” demişti.

Ancak İran, resmi ziyaretlerde liderleri Anıtkabir’e uğramayan tek ülke değil. Özellikle Suudi Arabistanlı yöneticilerin de ziyaretlerinde Anıtkabir’e yer vermemesi kamuoyunda gündem olmuştu. Hatta Prof.Dr. Ahmet Vefik Alp’in buna kızarak Riyad’daki Türkiye Büyükelçiliği’ni Anıtkabir’e benzer biçimde tasarladığı iddia edilir…

Öte yandan Suudi rejiminin resmi mezhebi sayılabilecek vahhabilikte ölümden sonra "büyük keder ve yas göstermek günah sayılıyor". Bu yüzden Suudi Arabistan'da krallar ve kraliyet ailesi üyeleri dahil insanlar çoğunlukla küçük, isimsiz mezarlara gömülüyor.