Gündem

Türkiye'de sokak köpeklerini yok etmek hoşgörü geleneğine ihanettir

En son İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin denediği türden bir "radikal çözüm", Türkiye'nin yüzyıllara dayanan bir arada yaşama, hoşgörü ve hayırseverlik gelenekleriyle çelişecektir

01 Haziran 2024 16:08

Alexander Christie - Miller*

Türkiye'nin sokak köpeklerini ortadan kaldırmak için hükümet tarafından önerilen "radikal çözüm", bu hayvanların köklü tarihini bilen herkes için trajik ve ironik bir yankı uyandırıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel desteği ve talimatıyla olduğu anlaşılan yasal düzenleme planı, ülkedeki sokak köpeklerinin toplanmasını ve otuz gün içinde sahiplenilmeyenlerinin "uyutulması", yani ötanazi uygulanmasını öngörüyor. Bu uygulama halktan geniş bir kesimde tepkiye neden oldu.

Cumhurbaşkanı bu hafta (29 Mayıs) önerilerini gerekçelendirirken şunları söyledi: "Gelişmiş hiçbir ülkede olmayan bir başıboş köpek sorunumuz var. Maalesef, bazı ülkeler, Türkiye'ye gelecek turist vatandaşlarını kuduz ve sahipsiz köpekler için uyarmaya başladı. Kuduz riski açısından Türkiye; şu an Afrika ve Asya ülkeleriyle aynı risk kategorisinde yer alıyor."

Türkiye'nin liderleri yüzyıllardır ülkenin sokak köpeklerini ekonomik, kültürel ve uygarlık düzeyindeki ilerlemenin bir barometresi olarak kullanıyor. 

Cumhurbaşkanı'nın sözleri, bir asır önce, 1908'de, ülkenin sokak köpeklerini ulusal bir utanç kaynağı olarak niteleyen ve "böyle bir ülkenin sakinleri nasıl ve hangi gerekçeyle medeni milletlerin kardeşliği ile yüzleşebilir?" diye soran bir başka Türk siyasetçinin yazdıklarıyla çarpıcı bir benzerlik taşıyor.

Bu sözlerin sahibi, Erdoğan'la çok az ortak noktası olan biridir: İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kurucu üyelerinden Abdullah Cevdet. Cevdet'e göre sokak köpeklerine hoşgörü -o zamanlar ağırlıklı olarak şehrin geleneksel Müslüman mahallelerinde- Osmanlı İmparatorluğu'nun dini ve kültürel geri kalmışlığının bir sembolüydü ve üyesi olduğu siyasi hareket bunu ortadan kaldırmayı umuyordu.

Cevdet'in makalesinden kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan 2. Abdülhamit'e karşı bir darbeyle imparatorluğun kontrolünü ele geçirdikten sonra bu tehditlerini gerçekleştirmeyi başardı. Bunu 1910 yılında İstanbul'un sokak köpekleriyle ilgili en trajik ve utanç verici katliamlardan biri izledi; binlerce köpek toplatıldı ve Sivriada'da açlık ve susuzluktan ölmeye gönderildi.

Bu operasyon sırasında şehrin Müslüman mahallelerinde sert bir direniş yaşanmış, bazı insanlar köpeklerin kapatıldığı yerde kafesleri açarak onları kurtarmaya çalışmıştır. 

Cumhuriyet'in doğumundan önce sokak köpeklerini savunanlar, ülkeyi geleneksel İslami köklerine yakın tutmak isteyen kesimler, onlardan kurtulmak isteyenler ise kendilerini yenilikçi olarak tanımlayanlardı.

İstanbul'un sokak köpeklerinin İstanbul'un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet'i şehre kadar takip ettiği söylenir. Türklerin onlara ve diğer hayvanlara gösterdiği olağanüstü ilgi ve alaka yüzyıllar boyunca yabancıların dikkatini çekmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında, şehrin köpek ve kedilerinin kendilerine ait su yalakları, sokakta onlar için inşa edilmiş özel ahşap kulübeleri vardı ve hatta insanların onları beslemesi için et parçaları satan satıcılar bile vardı.

Onların bakımına adanmış dini vakıflar vardı ve varlıklı insanlar vasiyetlerinde bu vakıflara bağışta bulunuyorlardı. Avusturya Kralı I. Ferdinand'ın elçisi olarak 1550'lerde şehre iki kez gelen diplomat Ogier Ghiselin de Busbecq, hayvanların bir tür "kamu malı" olduğunu yazmıştır.

"Mahallede yavruları olan bir dişi köpek varsa, ona giderler ve kemiklerden, lapa ve ekmek artıklarından bir yığın yaparlar ve bu tür eylemleri tamamen dindarlık olarak görürler" demiştir.

Bu kültür, hayvanlara çok daha az hayırseverlikle davranılan o zamanki Avrupalılar için genellikle şaşırtıcıydı. Bir yüzyıl sonra Fransız seyyah Jean de Thévenot, İstanbul'un sokak hayvanlarına gösterilen ilgiyi hayranlıkla not edecekti.

Sokak hayvanlarına bakan dini vakıfları anlatırken, "her gün et yüklü adamların gidip vakfın köpek ve kedilerini çağırdıklarını ve etraflarını sararak ortaklaşa dağıttıklarını görmek çok hoş" demiştir.

Osmanlı'nın gerilemeye başlamasıyla birlikte hem Batılılar hem de reformist Osmanlılar Türkiye'nin sokak köpeği kültürünü ülkenin genel başarısızlıklarının bir göstergesi olarak görmeye başladı. Anlatılar köpeklerin zayıflığı, kirli ve uyuz tüyleri, yara izleri ve hatta sözde tembelliklerini yansıtmaya başladı. 

Daha sonraki Avrupalı yazarlar, Türklerin hayvanlara olan yardımseverliğini kabul etmekte isteksiz davrandılar ve bunu bir tür çocukça kapris olarak nitelendirdiler: köklü bir yabancı düşmanı olan Fransız diplomat François de Tott'un deyimiyle bu bir "çocukça bir eğlence düşkünlüğüdür".

Günümüzde genellikle sokak hayvanlarını savunan sosyal demografinin tersine döndüğü, daha varlıklı, daha seküler görüşlü "Batılılaşmış" Türklerin konuyu önemsediği ve nüfusun dindar kesimlerinin onların ortadan kaldırılmasını istediği düşünülmektedir. 

Bugün meseleyi bu geniş çerçevede ele almanın faydalı olacağına inanmıyorum. Yakın zamanda İstanbul hakkında kaleme aldığım ve bir bölümünü sokak köpeği kültürüne ve tarihine ayırdığım kitabımı yazarken Fatih'te belediyeye ait bir hayvan barınağında gönüllü olarak çalıştım. 

Orada, sosyal, ekonomik ve dini yelpazenin her kesiminden insanların bu hayvanlara karşı gösterdiği olağanüstü ilgi ve yardımseverlikten etkilendim ve ilham aldım. Gerçekten de, Türkiye'nin sokak hayvanları kültürünün, başka açılardan çok sık bölünen insanları birleştiren bir şey olduğuna inanmaya başladım. 

Belki de yasaya karşı çıkanlar arasında Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan'ın da bulunması ve hayvanların uyutulmasının "Bu inancımıza da uygun olmayan bir davranıştır. İnsani bir davranış da değil" demesi önyargıları yıkmaya yardımcı olabilir.

Bugün, uygun şekilde bakılan sokak hayvanları, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, mahalleleri ve Türk toplumunu bir arada tutan tutkalın bir parçası olabilir.

Ayrıca turistleri ve ziyaretçileri uzaklaştırdıklarını da düşünmemeliyiz. Türkiye'nin sokak köpeği kültürü, tıpkı Thevenot'nun zamanında olduğu gibi, bazı yabancılarda hâlâ hayranlık ve hayranlık uyandırıyor. 2021 yılında İstanbul'daki sokak köpeklerinin ve onlara bakan insanların hayatlarını konu alan "Stray" filmi, tıpkı daha önce şehrin sokak kedilerini konu alan "Kedi" filmi gibi yabancı izleyicilerin beğenisini kazanmıştı.

Türkiye'de sokak köpekleriyle ilgili hiçbir sorun yokmuş ya da onlara karşı olanların meşru şikayetleri yokmuş gibi davranmak saflık olur. Cumhurbaşkanı, konuşmasında sokak köpekleri ile ilgili bir dizi saldırı, kuduz vakası ve trafik kazasını sıraladı.

İnsanların bu hayvanlara olan düşkünlüğü ile sayıları kontrol edilemez hale geldiğinde neden olabilecekleri kargaşa arasındaki tartışma yüzyıllardır devam etmektedir. 

Sokak köpeklerinin tamamen ortadan kaldırılmasına alternatif olarak, kısırlaştırma, ticari evcil hayvan üretiminin düzenlenmesi ve sorumlu evcil hayvan sahipliğini teşvik eden bilinçlendirme kampanyaları gibi bir dizi çözüm mevcuttur.

En son İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin denediği türden bir "radikal çözüm", Türkiye'nin yüzyıllara dayanan bir arada yaşama, hoşgörü ve hayırseverlik gelenekleriyle çelişecektir. 

Dünyada dehşet ve insanlık dışı olayların arttığı bir dönemde, ileriye dönük bir yol arayışında hükümet politikasını yönlendiren değerler bunlar olmalıdır.


* Alexander Christie - Miller, 2010-2017 yılları arasında İstanbul'da yaşamış İngiliz bir yazar ve gazetecidir. Son kitabı 'To the City', şehrin tarihi kara surlarına odaklanan bir İstanbul portresidir ve Fetih hikayesi ile bugün surların etrafında yaşayan sıradan insanların hayatlarını bir araya getirmektedir.