Politika

Çelik: Kimlik siyaseti çözüm sürecine zarar verir

Kültür ve Turiz Bakanı Çelik, 'Laiklik yazılımı, bir tür ideoloji ve din karşısında bir savunma mekanizması olarak yazılmıştı'

08 Mart 2013 09:40

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, kimlik siyaseti yaparak çözüm sürecinin başarıya ulaşmayacağını söyledi. Çelik, "Kimlik siyaseti yapılması, demokratik sistem içerisinde meşrudur ama ben kendi tercihim olarak kimlik siyasetini doğru bulmam" dedi.

Milliyet gazetesi yazarı Fikret Bila, "Türkiye'nin ulus-devlet (devlet-ulus) yazılımının güncellenmediğini, tıkandığı her noktada ihtilallerle, darbelerle çıkış arandığını, bu durumun sorunları daha da ağırlatıştırdığını" söyleyen Turizm Bakanı Ömer Faruk Çelik'in kullandığı dili 'bilgisayar dili' olarak değerlendirdi.

Faruk Çelik'in Fikret Bila'ya yaptığı açıklamalar şöyle:

 

Yeni yazılım gerekiyor

 

“Kürt meselesi ya da diğer kimlik meseleleriyle ilgili tartıştığımız nokta, o sorunun ötesinde bir şeye işaret ediyor. 19. yüzyıl mantığıyla kurulmuş bir ulus-devlet yazılımı -ben ona Türkiye için devlet-ulus modeli diyorum- o zamanın şartlarında normal karşılanabilir. O zamanki ulus-devlet mantığının bunca yıl sonra sürdürülmesi her tıkandığında, ihtilal yoluyla, darbeler yoluyla giderilmiş. Topluma bu elbise dar gelince darbelere başvurulmuş. 19. yüzyıl ulus-devlet yazılımı, her demokratik talebi bir virüs gibi görmüş ve buna karşı bir anti virüs programı geliştirmiş. Hâlbuki bu durum, o yazılımın bu demokratik talepleri karşılayamadığını gösterir. Dünyada demokrasiler, bu yazılımı günceller. Biz, o güncellemeyi yapamadık yıllar boyu. Ne zaman sistemi tartışmaya kalksak hemen bir rejim tartışması başlaması da bundan. Biz, rejimi değil sistemi tartışıyoruz. O yazılım, her kimlik talebini bir şekilde reddetti, dışarıya itti. Ulus-devlet değil, devlet-ulus olarak dizayn edildi bizde. Hiçbir şey orijinal olarak, kendi tabii mecrasında kalamadı. Kürtler, Aleviler, başörtüsü sorunu gibi problemlerle de bu nedenle karşılaştık.

Dindarlıkla çatışmayan ama hem dindarın hem dinsizin haklarını koruyan bir laiklik anlayışı gerekiyor şimdi. Laiklik yazılımı, bir tür ideoloji ve din karşısında bir savunma mekanizması olarak yazılmıştı. Toplum, laikliği kendi kendine sosyal barış projesi haline getirdi. Aslında toplum, laikliği bu işi kendi içinde çözdü.

Sistem, var olan kimlik taleplerini sistemin içerisinde özgürleştirilerek konumlandırmak gerekirken, bu talepleri hep tehdit gibi görüp bastırdı. Yazılım güncellenmeyip, yazılımdan kaynaklanan sorunlar hep darbelerle onarılmaya çalışılınca bu bizim siyasi birikimimizi de ortadan kaldırdı. Her darbe geldi, ‘fabrika ayarlarına geri dön’ düğmesine bastı ve siyasi birikimi yok etti ve en başa döndük. Bu yüzden de siyaset, sadece lider karizmasına kaldı.

 

Yazılımın güncellenmesi

 

‘Yazılımı değiştiriyoruz, güncelliyoruz’ derken, dediğim şu: Kimliklerin kendilerini özgürce ifade edebildikleri ve siyasette temsil kanallarının açık olduğu bir yapı. Siyasetçinin misyonu, toplumun taleplerinin siyasi temsili ile uğraşmaktır. Yönteme itiraz edenler bile kimliklerin yasaklanmasını talep edemiyorlar. Bunu açıkça ifade edemedikleri için yönteme itiraz olarak tezahür ediyor. Kimliklerin otantik halini de yok etmiş. Türk kimliğinin radikal bir siyasetle ifade edilmesi en çok Türk kimliğine zarar verir. Kürt kimliği için de bu durum geçerli. Anketlerde görüyoruz ki, kimlikler üzerinden radikal siyaset yapmaya çalışan siyasi partiler, o kimliklerin çözüm sürecinde kullanılmasına değil korunup kollanmasına destek veriyor.

Kimlik siyaseti yapılması, demokratik sistem içerisinde meşrudur ama ben kendi tercihim olarak kimlik siyasetini doğru bulmam. Anayasal sınırlar içinde kalıyorsa, ‘neden yapıyorsun?’ diyemezsiniz. Bizim tercih etmememiz, onların bunu özgürce yapamayacağı anlamına gelmez. Her kimlik, kendini ifade edebildiği zaman o kimlikler üzerinden radikal siyaset yapılmasının zemini kalmaz. Kimlik siyaseti temelinde örgütlenmiş bir toplumdan demokrasi çıkması çok zordur. Kimlik siyasetine yaklaşım, çeşitli diktatörler eliyle bir üst kimlik dayatılmasına dönüşmüş, Baas modelinde olduğu gibi. Kimliğini bastırırsanız, sürekli kimliğini arayan, isteyen insan ortaya çıkar. ABD’de kimlikler ta baştan serbest olduğu için böyle bir sorun yok. ABD’de kimse kimliği için mücadele etmek zorunda kalmıyor. Bizim bölgemizdeki devlet-ulus tecrübelerinde ise tam tersi. Kimlikler ta baştan bastırıldığı ve insanlar kimlikleri için mücadele vermek zorunda kaldığı için sorunlar yaşanıyor. Mesela Ermeni kimliğinin radikalleşmesinde bu durum öne çıkmıştır. Ermeni cemaatinin seçtiği bir kişi, bir gün kabul edilmeyince sorun doğdu. Kimlikler bastırılmasa, kimlik temelli radikal siyasetler için zemin olmayacak. Bu kültürel kopuşlar olmasaydı Osmanlı‘nın dağılma döneminde belki de biz eski coğrafyamız ile en azından kültürel bir commonwealth olacaktı.

 

Negatif ulus tanımı

 

Ulus yaratma fikrinin temeline kimliklerin bastırılması konulunca, ulus tanımı pozitiflikten çıkıp, ne kadar çok kimliğin dışlandığına bakılan negatif bir tanıma dönüşüyor. Darbelerin en kötü tarafı, zamanın büyük siyasi partileri içinde kendilerine yer bulabilen kimliklerin merkezkaç etkisiyle ana akımdan dışarı çıkıp daha radikalleşmesi oldu.

 

Yeni yazılımın kodları

 

Cumhuriyet’in yazılımının ‘tam demokrasi’ olması ve bu konuda da hiçbir tartışma olmaması. Muhalefet partilerinin genel eğilimini, melez bir şekilde, eski yazılımın son anayasasını yapmak olarak görüyorum. İlk yazılımlarda ekranda tek pencere açabiliyordunuz. Bu toplum, artık aynı ekranda birden çok pencere görmek istiyor. Bir insanın tek bir kimliği olmaz. Sistem baskı unsuru olduğu zaman o yazılım işlemiyor. Devlet, her kimliğe özgürlük hakkı vermek durumundadır ama özgürleşen her kimliğin de kendi içinde demokratik olduğu da söylenemez. A kimliği B’yi yasaklamış ama B kimliği de özgürleşip güçlendiği zaman o da C’yi baskılıyor. Topluma ne kadar özgür olacağının sınırlarını devlet çiziyor bizde. Toplumun kendi özgürlük alanını kendisinin belirlediği, sivil toplumdan gelen taleplerin siyasette özgürce temsil edildiği bir noktaya ulaşmalıyız. Arap Baharı ile birlikte İhvan ve Kürtler, yükselen güç haline geldi. Bu kimlikler, bu yükselen güçler, kendilerini hangi noktada konumlandıracaklar? Demokratikleşme içinde mi yoksa başka yerlerde mi?

 

Bölünme zemini yok

 

Büyük Kürt kitlesi, kendini demokrasi içinde konumlandırmak istiyor. Yalnız bölgede Kürtleri bölgenin yeni Baas yapısına dönüştürme gayreti içinde olanlar var. Türkiye açısından bölünme ile ilgili tartışmaların geçmişte de zemini yoktu, bugün de yok. Türkiye’nin kendi demokrasisi ile yüzleşmesi meselesi bu. 2005’te bir başbakan çıktı, ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ dedi. Ve 2005 çok zor bir dönemdi. Bizim bölgemizde devletlerin demokrasi yoluyla sorun çözme geleneği yok. Türkiye’nin bu süreçteki performansı bu açıdan da çok dikkatle izleniyor. Bütün İslam dünyası açısından da çok önemli. Mezhepsel ya da etnik farklılıklar, her ülkenin içinde var çünkü. Yerli ve orijinal bir süreç bu. Artık refahın ve barışın paylaşılma dönemi. Savaşlar ve istikrarsızlık çok uzun sürdü. Bu Türkiye için bir tehdit değil, tam tersine Türkiye bir cazibe merkezi. Bu süreç, artık Türkiye’nin olgunlaştırdığı ve masaya koyduğu bir süreç. Bunu sabote etmek isteyen birisi varsa Türkiye’nin dış politikadaki etkinliğini kırmak istiyor demektir.

 

Uludere kapanmış değil

 

Adli ve idari soruşturma devam ediyor. Konu kapanmış değil. Şöyle bir alışkanlığımız var. O kadar insan böyle bir kaza neticesinde hayatını kaybetti. Geçmişte devlet içerisinde Jitem vari yapılanmalara bağlanıyordu, şimdi böyle bakamayız. Eldeki verilerde kimseyi somut suçlayacak bir nokta yoksa sırf dosyayı kapatmak için birilerinin üzerine yıkmak da yanlış olur. Bu mesele üzerinde hassasiyetle duruluyor. İdari ve adli soruşturmanın sonucunu da görmek gerekiyor. (...)