Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın suçlu bulunması, Rusya'dan S-400 füzelerin alınması, Suriye'de YPG'nin desteklenmesi ve Fethullah Gülen'in iadesi gibi gündemlerle kötüye giden Türkiye-ABD ilişkileri hakkında konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'ın açıklamalarını değerlendirdi.
Yetkin, "Bütün bunlar Türk-Amerikan ilişkilerinin 2018’in en ciddi dış sorunu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ancak bize hem Ankara, hem Washington’un durumun ne kadar vahim hale geldiğini fark etmeye başladığını ve her iki tarafta da –ümit ışığı pek güçlü yanmıyor olsa da- “sırat köprüsündeki” ilişkileri kurtarmak için girişimde bulunan kişilerin bulunduğunu gösteriyor" diye yazdı.
Murat Yetkin'in "ABD ile gerilim artarken gizli diplomasinin önemi" başlığıyla yayımlanan (5 Ocak 2018) yazısı şöyle:
New York mahkemesinin Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’yı İran’a yönelik ABD yaptırımlarının delinmesinden suçlu bulan kararı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözcüsü İbrahim Kalın tarafından “skandal” sözleriyle kınandı.
Karar ile sanıkken suçlamaları kabul edip tanığa dönen Reza Zarrab’ın “Benden rüşvet almadı, istemedi de” dediği, “O işlerimi bozduğu için üstlerine rüşvet verdim” dediği Atilla suçlu bulundu; hem de Türkiye’nin uymak zorunda olmadığı Amerikan yaptırımını delmekten. Aslında dava Zarrab saf değiştirdiğinde akıbeti belli olmaya başlamıştı. Sonra da Fethullahçılık suçlamasıyla meslekten çıkarılan, gidip gizli belgeleri Amerikan makamlarına veren ve mahkemede Amerikan polisi FBI’dan 50 bin dolar aldığını da kabul eden Hüseyin Korkmaz’ı tanık olarak kabul ettiğinde. İşin bir boyutu da tiyatroya dönen bu dava nedeniyle Türkiye’nin kendi içinde hala görmesi gereken bazı hesapların da temize çekilmiş muamelesi görme ihtimali.
Neresinden bakarsanız bakın, bu karar Türkiye ve ABD arasındaki duvara bir koca tuğla daha ekledi.
Zaten iki ülke arasındaki ilişkiler tarihte hiç olmadığı kadar kötü gidiyor. Yakın zamana dek en fazla Nisan’dan Nisan’a gelen Ermeni soykırımı iddiaları tasarısı olur, o da Başkan’ın soykırım diyerek hukuki sonuç yaratmak yerine Ermenice “Medz Yeghern”, yani “Büyük felaket” demesiyle atlatılmış sayılırdı. (Evet, haklısınız, Nisan da yaklaşıyor.)
Şimdi iki devasa ve birden fazla daha düşük düzeyde sorun var. Devasa sorunlar Fethullah Gülen’in Türkiye’nin bütün ısrarına karşın hala Pennsylvania ‘da oturup faaliyetine devam ediyor olması ve ABD askeriyesinin hala PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile işbirliğine devam etmesi.
Diğer sorunlar arasında Amerikalı rahip Andrew Brunson ile iki Türk konsolosluk görevlisinin tutuklu bulunması, Erdoğan’ın korumaları ve Zarrab’ın rüşvetle suçladığı eski bakan Zafer Çağlayan hakkındaki tutuklama kararları, Rusya’dan alınacak S-400 füzeleri var. Ve tabii ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti tanıması sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önayak olarak ABD’nin BM zemininde ciddi bir siyasi yenilgi almasına katkıda bulunması var.
Bütün bu tabloya rağmen Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin geri dönülmez noktaya gelmemesi için sürdürülen girişimler, gizli diplomasi girişimleri var. Ayrıntı vermek şu aşlamada mümkün görünmüyor ama bu girişimlerin varlığı büsbütün yalanlanmıyor da.
Henüz hazırlık aşamasında yani sonuç getirip getirmeyeceği belli olmaz halde olan bu girişimlerin işaretlerini ise yapılan açıklamaların satır aralarından okumak mümkün.
Bunlardan birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 30 Aralık’ta Kastamonu’daki konuşmasında sarf ettiği şu cümleler: “Biz Suriye'de Rusya ve İran'la nasıl çalışıyorsak ABD ile de çalışmak isteriz. Bize bir adım atana biz misliyle mukabele etmekten çekinmeyiz. Aramızda çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur.”
İsminin açıklanmasını istemeyen, gelişmelerden haberli bir kaynağıma göre bu cümleler Trump yönetimine satır arasında verilen mesaj niteliğindeydi.
Üstelik bu tutum, 3 Ocak’taki Hakan Atilla kararından sonra da devam ediyor gibi görünüyor.
Örnek mi? Yalnızca Kalın’ın dünkü açıklamalarında iki satır arası, dolaylı mesaj var.
Birincisi, Kalın’ın mahkeme kararına beklendiği gibi sert tepki vermesi ama tepkisini ABD yönetimine kadar yansıtmayıp mahkeme kararıyla sınırlı tutması ve kararın kesinleşmeyip temyize açık olduğunu vurgulaması.
İkincisi de, eğer Amerikalılarla Patriot görüşmeleri sonuç getirseydi, Türkiye’nin hava savunma ihtiyacı için S-400 almayacağını söylemesiydi; bu kadar açıklıkla ilk defa söyleniyor bu durum.
Bütün bunlar Türk-Amerikan ilişkilerinin 2018’in en ciddi dış sorunu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ancak bize hem Ankara, hem Washington’un durumun ne kadar vahim hale geldiğini fark etmeye başladığını ve her iki tarafta da –ümit ışığı pek güçlü yanmıyor olsa da- “sırat köprüsündeki” ilişkileri kurtarmak için girişimde bulunan kişilerin bulunduğunu gösteriyor.
Siyasette diplomasiden, ister açık, ister örtülü olsun diplomaside ısrardan vaz geçmemek gerekiyor.