Dünya

Lübnan'ın parçalanmış siyasi atmosferinde patlamanın sorumluları bulunabilir mi?

Akademisyen Sarphan Uzunoğlu yorumladı

05 Ağustos 2020 16:07

Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşanan ve en az 100 kişinin hayatını kaybettiği, binlerce insanın yaralandığı patlamanın nedeni, yetkililer tarafından limanda 6 yıldır bekletilen 2 bin 750 ton amonyum nitrat olarak açıklandı.

Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun, patlamaya sebep olduğu belirtilen amonyum nitratın yıllardır depolarda tutulmasını ‘kabul edilemez’ olarak nitelendirirken; Gümrük Genel Müdürü Bekir Zahir ise limandaki patlayıcı maddelerin oluşturduğu tehlikeler için 6 kez yargıya başvurduklarını açıkladı.

Lübnan'da gerçekleştirilen kabine toplantısı sonrası ise limanda son 6 yıldır görevli olan tüm depolama ve koruma görevlileri hakkında ev hapsi kararı alındı. 

Beyrut’tan gelen görüntüler tüm dünyayı sarsarken, ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri olan liman ticaretinin yok olmasına ve binlerce kişinin hayatının etkilenmesine sebep olan olayda ülkenin bölünmüş yönetim biçimin ne kadar payı olduğu da önemli bir soru.

NewsLab Turkey yayın yönetmeni olan ve 2019 yılını Lebanese American University Multimedya Gazetecilik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak geçiren Dr. Sarphan Uzunoğlu, Lübnan’daki parçalı siyasi yapıyı şu sözlerle anlatıyor:

“Lübnan'da farklı etnik ve inançsal gruplar, farklı siyasi partilerce temsil ediliyor. Batı demokrasilerindeki gibi görüşe göre oy kullanmaktan ziyade doğduğunuz ailenin komünitesinin partisine oy vermek olarak nitelendirilebilecek bir durum söz konusu.

 "Etnik ve inançsal grupların liderleri de, çoğu zaman o komünitelerin öne çıkan ve zengin ailelerinden geliyor. Üstelik devletteki belirli koltuklar belirli kimlik gruplarının temsilcilerine atanmış durumda. Yani devletin en önemli üç koltuğunda bir Hristiyan, bir Sünni ve bir Şii’nin oturması gerekiyor. Bu sistem, esasen ülkedeki seçimlerin etkisiz olmasına ve siyasal aktörlerin bu polarize iklim içinde tüm toplumu ilgilendiren meselelerden çok kendilerini ilgilendiren meseleleri öncelemesine neden oluyor. Yani, vasat bir temsili demokrasinin dahi çok daha gerisinde bir demokratik yapıdan bahsetmek mümkün.”

Lübnan’daki siyasi sistemin devletin günlük işleyişine yansıdığını söyleyen Uzunoğlu, bu durumu şöyle bir örnekle anlatıyor:

“Örneğin devlette enerji bakanlığındaki bir memur yeterince iyi çalışmıyor, hatta yolsuzluğa bulaşmış ve bu memur Sünni. Bu kişi görevden alındığında Sünni komünitesini temsil eden parti diğer partilerden insanların da görevden alınmasını talep ediyor. Ya da küçülmeye gidilmesi gerekti diyelim. Burada bile kimlik dengeleri gözetiliyor.”

Patlamanın ardından Lübnan Başbakanı Hassan Diab, yaşananı bir 'felaket' olarak niteledi ve sorumluların hesap vermesi gerektiğini vurguladı. 

“Hesap verme süreci büyük tartışmalara sahne olacak”

Lübnan’da yetkililerin patlamanın ardından bahsettiği ‘sorumlular’ ifadesini belirli bir kişi ya da kişiler yerine bir gruba mensup yurttaşlar ya da memurlar olarak görmek gerektiğini söyleyen Uzunoğlu, ülkedeki ‘hesap verme’ mekanizmasının ancak bahsi geçen grupların içlerinden birilerini ‘feda etmesi’ durumunda gerçekleşeceği yorumunda bulunuyor:

“Lübnan, bildiğimiz anlamda bireysel sorumluluk kriterleri gelişmiş bir sisteme sahip olmadığından bu hesap verme sürecinin de bildiğimiz normlar etrafında gerçekleşmeyeceği, büyük tartışmalara sahne olacağı ortada.”

Patlamanın ardından sorumlu görülen grubun hangisi olduğuna dair  henüz bir kanıt sunulmadığını belirten Uzunoğlu, “Şu an bir yanıt vermek spekülatif olacaktır, belli ki belirli bir komünitenin bürokratlarının yetki alanındaymış orası ve belki de o komüniteye ait şirketlerden birinin sorumluluğundaymış. Elbette odakta da onlar olacak” değerlendirmesini yapıyor.

“Resmi siyaset de resmi ekonomik aktörler de ‘yok olmuş bir düzeni’ kabullenmekte güçlük çekiyor”

Patlamanın ardından yapılan analizlerde Lübnan’ın hâli hazırda içinde bulunduğu zorlu süreç hatırlatıldı. Lübnan halkı aylardır ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin yönetilememesi nedeniyle sokaklarda hükûmet karşıtı protestolar düzenliyordu. Ekonomik sıkıntılar, zamlar, artan işsizlik, yolsuzluk ve yetersiz kamu hizmetleri nedeniyle başlayan eylemler Başbakan Saad Hariri'nin görevinden ayrılmasına kadar ilerlemişti. 

Pandeminin, ekonomik ve siyasi krizin ortasındaki Beyrut’taki sürece dair gözlemlerini de aktaran Uzunoğlu “Zaten felaketin kıyısında olan ülke” olarak nitelendirdiği Lübnan’a dair şunları anlatıyor:

“1 yıllık tecrübem içinde Lübnan'ın şu an yaşadığı büyük ekonomik krizin başlangıcını ve o belirsizliği tecrübe etmek de var ne yazık ki. Ülkeye vardığınız anda zaten ülkenin ekonomisinde bir şeylerin ters gittiğini anlıyorsunuz. Sabit kur uygulanan, dolar ve Lübnan ulusal para biriminin eş zamanlı kullanıldığı ve aslında neredeyse hiç üretimi olmayan bir ülkeden bahsediyoruz. Bu sistem, tek başına bağımsız olmayan ve etkiye açık bir ekonomik yapıyı işaret ediyordu. Zaten öyle de oldu.

Geçtiğimiz yaz sonunda Hizbullah'ın ülkenin güneyindeki güçleriyle İsrail'le çıkan gerginlik, ardından dönemin Başbakanı Saad Hariri'nin içinde bir top modelin de bulunduğu yolsuzluk hikâyesi ve ABD Başkanı Donald Trump'ın ekonomik yaptırımları ülkeyi fazlasıyla sallamaya yetti.

“Ülkenin farklı bölgelerine yayılan eylemlerde en büyük hedeflerden biri bankalardı. Çünkü, Trump yaptırımlarıyla birlikte bankalardan hem ulusal paranın hem de dövizlerin çekilmesine kısıtlama getirilmişti. Bu da, esasen dolar odaklı olan Lübnan ekonomisinin çöküşü oldu. Birçok bakanın ve iş insanının ülkeden krizin ilk aşamasında döviz kaçırdığı da ortaya çıkınca, sisteme dair sorgulamalar arttı ve Hariri'nin de istifasıyla büyük bir hükümet krizi ortaya çıktı.

 “Lübnan'da normal seçimlerin ardından bile hükümet kurulması aylar alır. Kriz hükümeti de çok geç kuruldu. Ve onlar da daha doğru düzgün bir aksiyon alamadan bir de bu krizle karşılaştılar.

“Durumu en güzel kara borsa ve resmi piyasa farkı özetler. Resmi kura göre 1650 LBP bir dolarken, kara borsada bu 7000 LBP bir dolara kadar ulaşmıştı son dönemde. İşte Lübnan'ın ekonomik ve siyasi durumu da bu. Resmi siyaset de resmi ekonomik aktörler de "yok olmuş bir düzeni" kabullenmekte güçlük çekiyor.”

Beyrut bu patlamanın yaralarını sarabilecek mi?

Uzunoğlu, 100’den fazla kişinin hayatını kaybettiği, binlerce insanın yaralandığı ve şehrin çoğunun tahrip olduğu patlamadan sonra Beyrut’un toparlanmasının güç olduğunu söylüyor. Lübnan’ın patlamadan önce içinde bulunduğu durumda da bazı bölgelerde günde 20 saate varan elektrik kesintileri olduğunu, Beyrut merkezinde bile su ve elektrikle ilgili aksaklıkların yaşandığını hatırlatan Uzunoğlu, “Örneğin Beyrut'un merkezinde orta sınıf bir apartman dahi jeneratör olmasa günde en az 3-4 saati elektriksiz geçirir. Bu kadar temel altyapı problemleriyle boğuşan bir şehrin düzelmesi öyle birkaç aylık bir iş değil” yorumunu yapıyor.

Lübnan'ın elektrik dağıtım şirketi ve jeneratör işletmeleri, yakıt tedarikinin azalması ve bir sonraki sevkiyatın ne zaman yapılacağına dair belirsizlikler nedeniyle haziran ayı sonundan itibaren elektrik dağıtımında kısıtlamalara gitmişti.

“Halk savaşın ekonomik ve psikolojik yaralarını taşıyor”

Uzunoğlu, dünya kamuoyunda çok ses getirse de bu patlamanın 'Lübnan’ın başına gelmiş en büyük trajedi olmadığını' da vurguluyor. Halkın savaşın ekonomik ve psikolojik yaralarını taşıdığını belirten Uzunoğlu, “Bu patlamada bile gökte İsrail uçağı arayan bir halk var” dedi.

Lübnan İç Savaşı'nın yaşandığı 1975-1991 tarihleri arasında Beyrut bir harabeye dönmüş, 150 binden fazla insanın yaşamını kaybetmişti. 

2006'da ise Lübnan- Hizbullah askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, bir aydan uzun süre silahlı çatışmalar yaşandı. 

“Tünelin sonunda ışık yok”

“Beyrut ve dolayısıyla Lübnan, kendisini bekleyen dip neresiyse oraya doğru yuvarlanıyor” diyen Uzunoğlu’na göre, “Ne olacağını kestirmek güç; ama sağlam bir demokrasisi ve ekonomisi olmayan, idareten sürdürülen bir siyasal sistemin her ülkeyi getireceği nokta bu.” 

Beyrut’taki öğrencileriyle konuştuğunda hepsinin  umutsuzluklarını dile getirdiğini belirten Uzunoğlu ekliyor: “En fenası haklılar da. Tünelin ucunda ışık yok!”