DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Kürt sorununa ilişkin, "Tutuklamayla, öldürmeyle sınıra dayanmış ‘bahar’ı öteleyemezsiniz. Devlet için karar anıdır. Ya çözüm ya çözümsüzlüğün getirdiği her türlü olasılık" dedi. AKP'nin Kürt faktörünü dikkate almaması durumunda her türlü olasılığın masada olduğunu söyleyen Tuğluk, Kürtlerin ayrılma fikrini daha ciddi tartışmaya başladığını söyledi.
Tuğluk'un Özgür Gündem gazetesinden Zana Kaya'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Uzun bir aradan sonra hükümet neden Newroz’u yasakladı ve halka karşı polis ve jandarmayı kullandı? 90’lı yılları aratmayan görüntülerden hükümet ne umdu?
Newroz’da tarihi bir fırsat kaçırıldığını düşünüyorum. Çatışmasız bir sürece vesile/dönemeç olabilirdi. Kürt tarafında beklenti buydu. Kutlamaların barışçıl yapılacağını devlet çok iyi biliyordu. Öyle iddia edildiği gibi Kandil’in hiçbir özel planlaması yoktu. Ama buna rağmen yasakladılar. Çünkü entegre stratejilerini sürdürmek istiyordular. Sonuç aldıklarına inanmış, inandırılmışlardı. Ancak Newroz’da halkın görkemli direnişi onlarda büyük hayalkırıklığı yarattı. Apar-topar “yeni strateji” diye saçma sapan bir tartışma başlattılar. Maksat, gündemin değişmesini engelleyip psikolojik üstünlüğü kaptırmamaktı. Strateji dedikleri tartışma bu anlamda psikolojik savaşın bir aracı olarak geliştirildi.
Newroz yasağının anlamı şudur; AKP demokrasi ile kurduğu geçici ilişkisini bitirdi ve Kürtlere “ya mevcut durumu kabul et, ya da özgür-eşit bir hukuk-statü talep edersen üzerine geleceğim” diyor. Kürtlere yönelik dayatmanın bir parçasıdır. ‘Benim istediğim gibi siyaset yapacaksın’ diyor. Benim vereceğimle yetineceksin. Benim belirlediğim günde kutlayacaksın! Bunlar olmayınca saldırıyorlar, tutuklayıp öldürüyorlar. AKP, vesayetçilerle çarpışa çarpışa siyaseti özgürleştirdiğini söylüyor ama Kürt siyaseti söz konusu olduğu zaman, aynı vesayeti kendisi kurmak istiyor. Bu kabul edilemez. Kürt siyaseti özgürlüğünden ve özgünlüğünden taviz vermeyecektir.
Newroz yasağı ve saldırılarından sonra AKP Kürdistan’da kaybetti. Kürtlerin ulusal onurunu, ulusal bir bayram gününde fazlasıyla incitti, kırdı. Kürtlerin buna tepkisi de sert oldu. Tavrı da uzun süreli olacaktır.
90’lı yıllardan bu yana hiçbir iktidar Newroz’u yasaklama cüretini göstermedi. AKP bunu yaptı. Kürtlere bir kutlamayı bile çok gördüler. Habur’da da aynı şeyi yaptılar. Kürtler çok sevindi diye “sil-baştan” yaptılar...
Newroz’la birlikte “kopuş” derinleşti ve birlikte yaşama zemini zayıfladı...
Ortadoğu’da yeni dengeler ortaya çıkarken Kürtlerin de ayrılma hakkı tartışılıyor. Muhtemelen Kürt Ulusal Konferansı’nda da Kürtlerin tartıştığı seçenekler arasında olacak bu. Hükümetin yaklaşımları ve Kürtlerin eylemsellikleri ışığında sizin öngörünüz ne?
AKP mevcut uygulamalarını yaygınlaştırarak sürdürecek ve savaş derinleşecek. Savaşın ulaşacağı düzey yazık ki herkesi bir şekilde etkileyecek. Aylardır bu uyarıyı yapıyor, önlemek için çabalıyorduk. Ancak AKP’liler hiç oralı olmadılar. “Az kaldı, bitiriyoruz, sonuç almak üzereyiz” diye kendilerini kandırdılar. Öyle olmadığını gördüler ve bu kez telaş-kaygı başladı.
AKP, tutuklamalarla, öldürmelerle, sınıra kadar gelip dayanmış ‘bahar’ı öteleyemez. Üstelik sınırın öte yanında da Kürtler var! Bugün olmazsa yarın... Roboski Katliamı’na ve Newroz yasağına yönelik toplumsal isyanı unutmasınlar. Kürtler tehlikeyi sezdiği an, fırsatı gördüğü vakit, ulusal bilinç ve duyarlılıkla hareket ediyor. Bunun daha örgütlü, planlı, organizeli düzeyini pekala yapabilirler. Şimdi bu “potansiyel” var diye önünüze geleni tutuklayacak mısınız? Nereye kadar? Türkiye o çokça yerdiği Suriye’den beter durumlara düşebilir. Devlet için karar anıdır bir kez daha. Ya çözüm ya çözümsüzlüğün tetiklediği her türlü olasılık...
Kürtlerin gündeminde “ayrılmak” bir seçenek olarak daha fazla var olmaya ve her yerde tartışılmaya başlandı. Kürtlerin bir gözü Güney Batı-Suriye- Kürtlerinde bir kulağı Güney Kürdistan’da. Ulusal bir atmosfer, dayanışma ve heyecan var. Kürdistan konferansıyla bunun siyasetini de oluşturacağız. Ulusal düzeyde stratejik planlamalar da gündeme gelebilir. Ortadoğu’da dengeler, ittifaklar, denklemler değişiyor. Kürtler diri ve örgütlü bir toplum olarak elbette yerini alacaktır. “Bu meseleyi bir an önce çözelim” dememiz bundan. Birkaç ay sonra çok farklı durumlar ortaya çıkabilir.
Ortadoğu’da Arap Baharı kadar “Kürt süreci” de işliyor. Ve bunun önemli bir ayağı da Kuzey Kürdistan’dır.
Halkımız yürüyüşünü sürdürüyor. Kürtlerin önünde tarihsel fırsatlar var. Bunu değerlendirecekler ve özgür demokratik bir yaşam kuracaklar... Temennimiz, tüm bunların barışçıl gerçekleşmesidir.
Demokratik çözüm yöntemlerinin tartışılırması gerekirken, Türk sorunu ve intikam söylemlerinin bazı çevreler tarafından dillendirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tv izlerken en son Şemdinli’de ölen askerin annesinin balkondaki haykırışına takıldı kafam. Bülent Arınç’a feryat-figan ediyor sandım önce. Meğerse “Oğlumun intikamını alın, oğlumu vuranı bulun, bedelini ödetin, kanı yerde kalmasın” vb. bir şeyler söylüyordu ağlamaklı. Arınç da “inşallah” deyip dua ediyordu. Bu savaş işte tam da bu nedenle bitmez!
Ben o annenin acısını anlayabilirim. Ölümün acısını yaşamış biri olarak söylüyorum, acı dayanılabilir değildir. Hele evlat acısı hiç değil... Ama yine de bir anne “intikamını alın” diyemez, dememeli. Bu “başkalarının anneleri de ağlasın, acı çeksin, çocukları ölsün” demektir. Bir anne bunu dileyemez. Bakın Kürt analarına, daha geçen hafta 15’inin kızları öldürüldü. Ne dediler “yeter artık. Çocuklar ölmesin barış olsun, anneler acı çekmesin artık.”
Bakın yeri gelir, işte modernist edayla, oryantalist bakışla “kan davası, töre vs.” tartışılırken Kürtler hakir görülür, basite alınır. Geri, cahil ve feodal zihniyetli diye yerilir. Ee peki “intikam ha intikam” ne demek? Anneler sussa devletliler aynı şeyi konuşuyor. İntikam duasına “amin” diyor.
Acıyı yaşayan, bilen bir kadın, bir anne başkaları aynı acıyı yaşamasın diye isyan eder, etmeli! Vicdan dediğimiz budur!...
Anneleri işte bu hale getirdiler maalesef!.. Ve bu “intikamcılık” nidaları sürdüğü müddetçe bu savaş bitmez! Zor biter...
Son olarak Başbakan’ın nasıl bir tutum içine girmesini bekliyorsunuz?
Başbakan her vesileyle Kürt siyasetine, Kürt annelerine, Kürt toplumuna “PKK’ye karşı tavır alın” türünden dramatik çağrılar yapacağına, direkt PKK ve PKK’lilere çağrı yapsın. Belki bir yankısı olur-oluşur.
Demeli ki “yeterince savaştık. Yeterince öldük, acı çektik. Bu savaştan ne ülkemizin, ne halklarımızın bir çıkarı yok. Artık barışmamızın vakti geldi. Sizleri bu cennet coğrafyada bin yıllık ortak tarihimizin gelecek bin yıllarda yaşatılması için onurlu, özgür ve eşit bir yaşama çağırıyorum. Demokratik bir ülkeyi hep birlikte inşa etmeye çağırıyorum...”
İnsana ne kadar uzak, ne kadar ütopik geliyor değil mi? Sahici olan bu her şeye rağmen. İstersek başarabiliriz.
Cemaat Kürtlere yaklaşımını gözden geçirmeli
‘KCK operasyonları’ dolayısıyla hükümet-Gülen Cemaati ortaklığı sıkça gündeme geldi. Cemaat üzerinden nereye varılmak isteniyor?
Cemaat ya da Gülen hareketiyle ideolojik-politik çelişkimiz var. Bu doğaldır. AKP ile de var. CHP ile de. Nihayetinde farklı dünya görüşlerine sahibiz. Ancak bu çelişkinin sürdürüleceği alan, siyasi ve demokratik alandır. Biz kendi ideolojimize, siyasetimize, belediyelerimize, hizmetlerimize, örgütlü gücümüze ve de halkımıza güveniyor ve inanıyoruz. Demokratik tüm yarış ve çekişmelerden kaçınmayız. Bugüne kadar Kürdistan’daki çalışmalarımızda da politik ve ideolojik mücadele dışında Gülen Hareketi’nin kişi, kurum ve çalışmalarına Kürt siyaseti olarak zarar vermiş değiliz. Buna karşın, cemaat denetimi altında tuttuğu polis ve yargı gücüyle (siyasi iktidar ile de ortaklaşarak) habire bizim demokratik, sivil ve siyasi örgütlülüğümüze yönelmekteler. Nerede aktif-üretken bir çalışan, siyasi ufku gelişmiş, birikimi ve yeteneği ile öne çıkan yönetici ve üyemiz varsa ona yönelmekteler. Tutuklamalar altı bini aştı. Bu normal bir durum değil. Politik çelişkinin farklı bir zemine taşınmasına ve farklı yöntem ve araçlarla sürdürülmesine yol açar. Etki-tepki mekanizması işler. Kürtlerin “ölüsü” dahi bu düzey ve kazanımlardan geriye düşmez. On bin kişi daha tutuklasalar da bu irade ve dinamik kendini var eder. Kürtler büyük emek ve bedeller ödeyerek demokratik mevzileri kazanıyorlar. Bundan vazgeçecek değiller. Mücadelelerini siyasi ve demokratik zeminde sürdürürler. Ancak yazık ki bunun imkanı gitgide daralmaktadır.
Kürtlerin neredeyse nefes almasına müsaade edilmeyecek. Bu böyle olmaz, böyle gitmez. Tutumumuz açıktır; maddi güçleri, idari-resmi konumları, sosyal ve siyasal statüleri ne olursa olsun, siyasi ve demokratik zeminde her türlü barışcıl “hesaplaşmaya” varız! Ama öyle polisiye, yargısal yöntemleri devreden çıkarmazlarsa, korkarım ki ortam ve ilişkiler sertleşecek ve herkes bundan etkilenecektir. Buna mahal verilmemelidir.
Gülen Hareketi iktidarı etkileyen-yönlendiren güce ve ayrıcalığa sahip bir topluluk. Elbette olan-bitenden siyasi iktidar sorumludur ve biz de böyle değerlendiriyoruz. Ancak, güvenlikçi politikanın ve özellikle -KCK- operasyonlarının arka odasını da, mimarlarını da, ittifaklarını da iyi biliyoruz.
Kürtlere bu kadar zulmü, hakareti, haksızlığı; inanç temelli, hoşgörü ve hizmeti kardeşlik duygularıyla esas aldığını söyleyen bir hareket reva göremez, kabul edemez, etmemelidir. Bunun ne Allah katında ne kul karşısında bir izahı, bir izanı yoktur.
Kürdistan’da namazlar bile ayrı kılınmaya başlandı bu yüzden. Bu ayrışmanın sorumlusu kendileridir. Cemaat Kürtlerle ilişkisini daha samimi, daha demokratik temelde düzenlemelidir.
Bu kadar haksızlığı, bu kadar hukuksuzluğu hiçbir Müslüman vicdanı, kalbi ve ahlakı kabul etmez. KCK adı altında sürdürülen kıyıma artık son verilmeli. Birbirimizi kandırmayalım; operasyon stratejisinin, listelerinin, iddianamelerinin ve hatta hukuki hükmün nerede hazırlandığını biliyoruz. Buna bir son verilmeli artık. Yasal düzenlemeyle özgürlüklerin önü açılmalı, demokratik zeminde rekabet sürdürülmelidir. Çağrım budur. Ve umuyorum ki bir dinleyenimiz çıkar.