Yaşam

'TRT Şeş'çiler Kürtçe bilmiyor'

AKP'li Dengir Mir Mehmet Fırat, TRT Şeş'de konuşulanların çoğunun Türkçe olduğunu söyledi

03 Mayıs 2009 03:00

AKP’nin Kürt meselesindeki iki ağır topundan biri Dengir Mir Mehmet Fırat ile Vatan gazetesinden Buket Aşçı TRT Şeş, politika Aşiret Beyliği ve DTP hakkında konuştu.

'Güneydoğu’daki evlerin antenleri Türksat’tan başka yöne dönerse bir daha geri çeviremezsiniz'

Dengir Mir Mehmet Fırat dendiğinde, akla bir Kemal Kılıçdaroğlu geliyor, bir de dört kelimeden oluşan adının sıralanması. Tabii AKP’nin Kürt meselesindeki iki ağır topundan biri olduğu ya da “Şeyh Sait’in torunu” olduğu iddiası.

Yani neresinden bakarsanız bakın kendisine sorulacak yığınla soru vardı. Mesela Rojin’in TRT Şeş’ten istifası ya da AKP’nin 29 Mart seçimlerinde Güneydoğu’da kaybettiği oyların nedeni gibi... Tabii bir de istifası sonrasında Abdülkadir Aksu’nun göreve getirilmesi ile “AKP artık Kürt meselesinde daha devletçi bir çizgi izleyecek” yorumları... Tüm bunların yanı sıra kendisinin ve ailesinin hikayesi de merak uyandırıcıydı. Zira mensubu olduğu ailenin, 15. asra dek izleri sürülebilen bir Kürt ailesi olduğu söyleniyordu. Üstelik modern de biri Dengir Mir Mehmet Fırat. Mesela içki içiyor muydu? Ama herkesin merak ettiği sorunun yanıtını buradan vermek isterim: “Hayır, Kılıçdaroğlu ile düelloya çıktığım için pişman değilim” diyor.

İnsan 20 yaşında solcu 40’ından sonra akıllı olur

Dengir Mir Mehmet Fırat. Sıralama doğru mu?
Doğru. Anadolu’da göbek adı dediğimiz ikinci ad vardır. Bu da genellikle aile büyüklerinin adlarıdır. Çevremin de kullandığı, asıl adım Dengir. Mir Mehmet, 16. dedemin adı. Meclise gelene kadar kullanmazdım. Meclis tutanaklarına ismimin tam yazılması ile Dengir Mir Mehmet söylenmeye başlandı.

Ailenizin soyağacında 16 kuşak geriye gidilebiliyor mu? Çünkü, genelde 3 ya da 4 kuşakla sınırlıdır bu. Bir tek Mevlana’da 17 kuşak gidilir...
17’yi de biliyorum. Onun adı da Mir Mahmut’tu. Anadolu’nun köklü bir ailesiyiz. Osmanlı arşivlerinde 15. asra kadar izimizi sürebilirsiniz. En büyük aşiretlerden biri olan Rışvan aşiretinin reisiydi dedem. Milli Mücadele’ye katılmıştır. Atatürk Sivas Kongresi’ni toplayınca, dedem Hacı Bedri Ağa, Atatürk’e tel çeker ve kendisini desteklediğini bildirir. Atatürk’ün ricasıyla da kendi birlikleriyle Gaziantep muharebesine katılır. Orada Fransız şarapneliyle ağır yaralanır. 1920’de 1. Meclis kurulduğunda da Malatya milletvekili olur. Bu ikinci dönem de devam eder. Üçüncü dönemde ise Kars milletvekili olur, bunun da ayrı bir hikayesi vardır. Yani 1928’de vefat edene dek milletvekilidir.

Nedir, dedenizin Kars milletvekili oluşunun hikayesi?

Meclis’in üçüncü döneminde milletvekili olabilme koşullarına okuma yazma getirilir. Dedem okur-yazar değildir. İsmet Paşa da bunun üzerine adını listeye koymaz. Ama Atatürk listede adını göremeyince sorar; “Hacı Bey nerede?” diye. O da açıklar. Bunun üzerine Atatürk latife eder ve “Okur yazar olmayan milletvekili olamaz, Hacı Bedri Ağa hariç deyin” der. Dedem de bunun üzerine hiç gitmediği Kars’tan milletvekili olur. İstiklal Harbi’ne fiilen katıldığı için de, İstiklal Madalyası verilir. 1925’te de Adıyaman’dan Mersin’e yerleşti.

Yani dedeniz sürülmedi?
Hayır, gönüllü yer değiştirdi. Ama diğer akrabalarım üç kez sürgüne uğradı; 1925, 1937 ve 1960’da.

Bu durumda ailenizdeki Atatürk algısını merak ettim...
İskan, modern hukukta yeri olmayan bir kavram. Ama Türkiye’nin o zamanki şartları nedeniyle bu üç kez uygulandı. Yeniden bir ülke oluşuyor. Bu oluşurken de köklü değişiklikler oluyor. Padişahlıktan, ümmetlikten vatandaşlığa, Cumhuriyet’e geçiş yapıyorsunuz. Bu o kadar kolay bir şey değil.

Dedeniz gibi siz de aşiret ağası mısınız?

“Aşiret ağası” değil, “Beyi” denir. Hayır, “Bey” değilim. Çünkü aşiret düzeni bozuldu. Aşiret bir devlet yapısıdır. Otorite vardır. Kurulları vardır. Şu an böyle bir şey yok. Dedem ve onun babası öyleydi.

Dedeniz gibi “Bey” değilsiniz ama onun gibi siyasetçisiniz...

Alt kademeden yetiştim. Bir eve gidebilmek için yürüdüğüm çok olmuştur. 27 yaşında da, yaşımı büyüterek milletvekili adayı oldum; AP’den. Sonra Doğru Yol çizgisine geldim. Ailem DP çizgisindeydi...

Neden sol görüşe yakınlık duymadınız? Sol “halkların kardeşliği” der.

Öğrenciliğime bakarsak, sol görüşe yakın durmadığım söylenemez. İnsan 20 yaşında solcu olmazsa vicdanı yok demektir. Ama 40 yaşından sonra da akıllı olmak mecburiyetindesiniz. Öğrenci yıllarında mesuliyetiniz yoktur, baba para gönderir, siz de dünyayı kurtarmaya çalışırsınız.

Kardeşlerim yanımda sigara içmez bacak bacak üstüne atmaz

Beş kardeşsiniz. Siyasetçi olduğunuz için ayrı bir pozisyonunuz var mı?
Hayır. Kültürümüzde aile büyüğüne saygı vardır. Ama hakikaten bir saygı! Mesela kardeşlerim yanımda sigara içmez, oysa hepsi elli yaşlarında. Ayak ayak üstüne de atmazlar. Benden küçüğüne de onun küçüğü aynı saygıyı gösterir. Bunlar da siyasetçi olmamla değil abi olmamla ilgilidir.

Aksini yapan olursa kızar mısınız?
Kardeşlerim yönünden olursa, belki kızarım. Ona göstermesem de içimde burukluk oluşur.

Bacak bacak üstüne attığım için bana kızıyor musunuz?

Yok, hayır! Burada kendi ailemden bahsediyorum, siz benim ailemde yetişmemişsiniz. Örf ve adetimi bilmiyorsunuz. Ben özgürce yaşamdan yanayım. İnsanlar nasıl biliyorsa öyle yaşamalı. Sınırlama olmamalı.

Nasıl bir ortamda büyüdünüz?
Saygın ve muhafazakar bir ailede... Liseyi bitirene kadar öyle çok özgür, dilediğince yaşayan biri değildim. Ne zaman üniversiteye geldik... O zaman tabi baskılar falan insanın üzerinden kalkıyor.

Eşiniz Alman, evlenirken bir sorun yaşadınız mı?
Hayır. Neden yaşayayım? Benim muhafazakarlıktan kastım insanların evliliğine karışan bir yapı değil. Eşimle gençken Berlin’de tanıştık ve sonra evlendik. İki kızım var.

Mecbur kalırsam içerim

Röportaj için araştırma yaparken farklı kişilerden “Dengir Bey, şaraptan çok iyi anlar” sözünü duyunca ben de kendisine bunu sordum. Ama gördüm ki bu bir şehir efsanesiymiş. Çünkü “Şarabı hiç sevmem” dedi ve ekledi; “Mayalanmış içki içemem.
Çok içen biri de değilim.

İçki bana neşe vermiyor. Mesela içtiğimde, o gece uyuyamam. Çok mecbur olmazsam da içmem.”

Öyle insanlar program yapıyor ki, hayret ettim!

Genelkurmay Başkanı’nın “Türkiye halkı” sözünü nasıl yorumluyorsunuz ve neden bir açıklama ihtiyacı duydu?
Belki de yanlış tefsir edildi. Ondan ötürü olabilir. Aslında kendisi bir şey söylemedi, Atatürk’ün bir söylemini dile getirdi. Bundan çekinecek bir şey yok. Realiteleri görmeden ülkeyi yönetemezsiniz, ülkeyi, insanını anlayamazsınız? O zaman huzursuzluk, çatışma ortamı doğar.

Bu sözüne açıklama getirdi. Sözünü geri mi aldı sizce?
Hayır almadı. Orada şöyle bir şey var: Bazı köşe yazarlarımız o sözü dilediklerince tefsir ediyorlar. Belki Genelkurmay Başkanı’nın çerçevesini çizdiği anlamın dışına taşırdırlar. Belki onun için bir düzeltme ihtiyacı duydu.

Siz nasıl algıladınız; Türk milleti mi, Türkiyelilik mi, Türkiye halkı mı?
Türkiye halkı.

Rojin’in yerine gelen kişi boşluğunu doldurabilecek mi?
TRT Şeş önemli bir adım. Ama Kürt sorununun bununla çözülmesini beklemek sorunu hafifsemek değil mi? Ciddi olaylarla yüzleşmek gerekmez mi?
Yüzleşeceğimiz çok şey var. Kürtçe öğrenme sebebim gibi. Bizim evde Kürtçe konuşulmazdı, ailem beni öyle yetiştirmedi. Mersin’de de etrafımızda Türkçe konuşulurdu. Ama birine ayrı bir kimlik giydirmeye başladığınızda reaksiyon alırsınız. Farklılıkları yok farz ederek, yasaklayarak bir yere varamazsınız. “Dil bir özgürlüktür”, diyorlar! Hayır değildir. Dil, insanın ayrılmaz parçasıdır. Diliniz yoksa insan değilsiniz. Havyan özgürlük isteyebilir mi! Kimliğidir insanı insan yapan.

TRT Şeş’te alt yazı olsa... Ben de izlemek istiyorum.
O zaman Kürtçe öğrenirsiniz.

Bir Kürt ve Türk iki kadınının, sabahları yan yana TRT Şeş seyretmesi birlikte yaşama adına güzel bir formül değil mi?
TRT Şeş’in hitap ettiği bir kesim var. O kesime alt yazı yazmanıza gerek yok, onlar anlıyor zaten.

Ben de izleyebilmek isterdim.
Konuşulanların çoğunu anlarsınız. Çünkü dörtte üçü Türkçe!

Neden, program yapanlar Kürtçe bilmiyor mu?
Bilmiyor. Öylesine insanlar getirilmiş ki, hayret ettim! Mesela biri çiğ köfte tarifi veriyor ve şöyle diyordu; “Bu normale...”

Yani Latince taklidiyle konuşur gibi mi; kavunius, patatesius gibi?
Evet. Ardına bir “e” ekleyerek bunun Kürtçe olduğu söyleniyor.

Ama işte bu, sorunu hafifsemek değil mi? Yani “bir kanal açtım, içine de iki program koydum” demek...

TRT Şeş gerçekten çok büyük bir adım. Tansiyonu indiren, insanlar arasındaki iletişimi normalleştiren bir süreç. Fakat TRT Şeş’i izlenir olmaktan çıkarmamak gerek. Bu Türkiye için en büyük ihanet olur.

Rojin’in “baskı gördüm” diyerek istifa etmesini nasıl buluyorsunuz?

Doğru bulmuyorum. Bir kere Rojin’i dinlemek gerek. Sonra yerine getirilecek program yerini doldurabildi mi? Bakın, Güneydoğu’da seçim döneminde şunu gördüm: Her evde bir çanak anten var. Bunların çoğu Türksat’a dönmüştü. Eğer bunlar, Türksat’tan başka yöne dönerse bir daha çevirebilmeniz mümkün olmaz. (Editörün notu: Bir dönem Güneydoğu’daki antenler Roj TV’ye göre ayarlanıyodu.) O zaman devlete inanç kalkar. TRT Şeş’i yönetenlerin üzerinde büyük vebal var. Orada çok kaliteli, tarafsız, insanları tatmin eden programlar koymak zorundalar. Yoksa oradaki yöneticilerin keyfine göre sınırlamalar, yasaklar koyarak, kafalarında yarattıkları bir dünyanın etrafında bir TRT Şeş yaşatmaya çalışırlarsa ve o çanak antenler diğer tarafa dönerse, dünyanın en güzel programlarını da yapsalar bir daha döndüremezler. Büyük vebal altındalar. Öyle “Normale” diyerek, o insanlar orayı seyretmez. Ben TRT Şeş seyrediyordum, ben de seyretmemeye başladım. Çünkü o programı yöneten Kürtçe de Türkçe de bilmiyor.

G. Doğu insanı samimiyet mi istiyor?

Tabii çünkü bunca zaman aldatılmış. Sözler verilmiş ama aldatılmış.

Son seçimde oyların kaybedilmesinin sebebi biraz da bu muydu. Samimi olalım, şimdi, “Diyarbakır’ı istiyoruz” sözü mesela... Diyarbakır zaten buraya ait değil mi?
Hayır. Ben Edirne’yi de istiyorum. Orada da kazanmak istiyorum, Hakkari’de de. Hepsi Türkiye’nin bir parçası. Hiçbir yeri fethedecek durumda da değilim. Benim ülkemde fethedilecek bir alan yok!

Güneydoğu ile ilgili ağzınızdan çıkanı kulağınız duymalı!

Burası hepimizin ülkesi...
Tabii ki! Ama siyasi parti olarak oradan milletvekili çıkarmak, belediye başkanlığını kazanmak da isterim, hizmet götürebilmek için. Ama olur, ama olmaz, o ayrı bir mesele. Şimdi söylemlere çok dikkat etmek lazım. Ağzınızdan çıkanı kulağınızın duyması lazım. Bölgenin hassasiyetlerini bilmeyenlerin de fazla konuşmaması lazım. Her bölgenin kendine has hassasiyetleri vardır. İç Anadolu’nun kendine has, Trakya’nın kendine has hassasiyetleri vardır.

Başbakan’ın bunda hatası mı oldu?
Ben Başbakan’ın hiçbir hatasını görmedim. Başbakan’ın dışındaki arkadaşların bazı hataları oldu.

Kurmay çevresini, danışmanlarını mı kastediyorsunuz?
İsim söylemem gerekmiyor. Ama yanlış ifadeler oldu. Bunlar yanlış yorumlandı, yanlış şekilde intikal etti. O bölge, kendini aldatılmış hissediyor. O bölgenin insanı fazla bir şey istemiyor. İnsan olarak kabul edilmek istiyor, o kadar. Ne yol istiyor, ne su... Bir Türk vatandaşına nasıl davranılıyorsa kendisine de o şekilde davranılmasını hissediyor.

Davranılmıyor mu?

Herhalde... Davranılsa Diyarbakır’ın 1200 köyünün 650’si susuz olmazdı, 21. asırda. Sizin isminizi zorla değiştirmişler. Ankara’da biri oturacak, Adıyaman’ın bilmem ne köyünün bilmen ne mezrasının ismi dedesine soyadı olarak verilecek, böyle saçma şey olur mu?

DTP Iğdır milletvekili Pervin Buldan’ın “29 Mart seçimleri ile Kürdistan’ın sınırlarını belirledik” sözünü nasıl yorumluyorsunuz?
Valla ben onları fazla ciddiye almıyorum.

Halk DTP’den desteğini çeker

İstifadan önce DTP’li milletvekilleri ile görüşmüştünüz..
Onlar arkadaşım. Üniversitede Ahmet Türk’le dört sene okudum. CHP’den de arkadaşlarım var. Ama Türkiye’de bir DTP’li ile yemek yemek olay oluyor. Ben MHP’li ile de yemek yerim, ne var bunda.

DTP’yi nasıl buluyorsunuz?
DTP diye bir parti yok. Çünkü parti belli bir fikrin etrafında toplanan insanları ifade eder. DTP’de ise pek çok ideal ve fikir var. Orada milletvekili sayısı kadar yani 20 parti var. Mesela Ahmet Türk provake eden konuşma yapmaz. Ama bazen de milletvekilleri çıkar, verdiğiniz örnekteki gibi konuşur. Ama orada yaşayanların aynı fikirde olduğunu da sanmıyorum. Onlar son seçimde belli yerlerde belediye almalarını, düşüncelerinin tastiki sanıyorlar. Ama görecekler ki, yanlış yapıyorlar. O halk verdiği desteği çeker. Siirt’te, Van’da çekmişti. Diyarbakır’da, Van’da da da çeker.

Yani DTP’de politika yapmazsınız.
Hayır, politika yok orada!

İddiaları çürüttüm ama görülmedi

Geçim kaynağınız ne?
Mersin’de dedemden, babamdan kalan arazilerde narenciye yetiştiriyorum. İhracatıyla da uğraştım ama başarılı olduğum söylenemez. Adıyaman milletvekili seçilince de tüm ticari faaliyetlerimi iptal ettim.

Ama Kılıçdaroğlu düelloda farklı iddialarda bulundu...

Ne yazık ki o program objektif seyredilmedi. Amigoluk yapıldı. Bu da kötü çünkü iki kişi haklı olamaz. İddiaları mahkeme kararıyla çürüttüm. Ama basın görmezden geldi. Dava açtım, sürüyor.

Kılıçdaroğlu için Gandhi deniyor.
Belli bir kesim kahraman yaratma sevdasında. Yoksa her şeye karşı olmak, dürüstlük değildir. Küçük çocuğunuzu sigortaya kaydettiriyorsanız, bu ne kadar dürüstlükle bağdaşır?

Ama orada eroin söz konusuydu?

Avukatın cevabını söyleyeyim; “Müvekkilim ‘MENAS’ın aracından eroin çıktı’ demedi; Yükünü taşıyan araçta eroin çıktı, dedi” diyor. Yani A gazete patronu kağıt ithal ederken, bunu taşıyan TIR’da kokain bulunsa. Kimi suçlarsınız? Onu getireni mi, yoksa medya patronunu mu?

Kimsenin padişahlık istediğini sanmam

New York Times’e “Atatürk devrimleri travma yarattı” demiştiniz...

Her devrim sarsıcıdır, travma yaratır. Özelliği budur. Bu Fransız Devrimi için de geçerlidir.

Ama sözleriniz Cumhuriyet’i kötüleme olarak algılandı.
Bu kötülemek değil. Türkiye’de bir defa devrim yaşanmıştır; bu da Cumhuriyet’in kuruluşudur.

Siz devrimciliğe inanır mısınız?
Devrimciliğe inanıp inanmamak diye bir şey yok, devrim devrimdir. Rus İhtilali de devrimdir. Tabii ki devrimler sarsıcıdır ve birçok ölümün, hukukun pek uygulanmadığı dönemleri olur. Türkiye’de de olmak zorundaydı, oldu. Bugün “Cumhuriyet’i değil Türkiye’nin ne kadar demokrat olduğunu” tartışıyorsak da oturmuştur. Cumhuriyet üzerinde ihtilaf yok, kimsenin padişahlığı istediğine rastlamadım.

Padişahlık beklentisi yok mu?
Sanmam. Bunu en çok iddia edecek olan Osmanlılar’dır ama onlar da buraya gelmiyor bile.”

Kabine değişikliği beni ırgalamıyor

Sizin istifanız ve Abdülkadir Aksu’nun göreve getirilmesi üzerine dendi ki; “AKP Kürt meselesinde artık daha devletçi bir çizgi izleyecek.” AKP, Aksu ile Kürt meselesinde muhafazakar sizinle de radikal politika mı izliyor?
Değil. Abdülkadir Bey değerli bir siyasetçi. Önemli görevlerde yer aldı. İkimiz de AK Parti şemsiyesi altındayız. Benim orada olmam veya Abdülkadir Bey’in olmaması AK Parti’nin Kürt politikasında fazla değişiklik yapmaz.

Yani bir kart değişimi söz konusu değil?
Hayır, böyle bir şey olmaz. Bizim bir zorlamamız olmaz. Ben yine AK Parti’nin içindeyim.

Kabine değişikliğinde var mısınız?

Aklımın ucundan bile geçmiyor, beni ırgalamıyor. Başbakan’ın kanaatidir.

FP’den cumhurbaşkanı adayı olmuştunuz...

Kimse cesaret edememişti. Ben ettim. Ama “seçilebilecek biri çıkarsa vazgeçerim” demiştim.

Seçilmek ister miydiniz?

Herkes ister. Ama mutlaka olayım diye hırsım olmadı. Bunu kariyerde tepe noktası görmüyorum. Siyasetin tepesi cumhurbaşkanlığı değildir. O bir şanstır, kısmettir.