Yeni Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu (50), zaten uzun süredir bu görevin gerektirdiği yoğun bir tempoyla yaşıyor. İstanbul Bahçelievler’de 40 yıldır aynı evde oturuyor ama çok az uğrayabiliyor evine.
Annesini 4 yaşında kaybetti. İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeyken, aktivitelere katılan sosyal bir genç değil, kitaplara gömülmüş, Batı ve Doğu kültürü arasında bir sentez bulmaya çalışan tipik bir akademisyen adayıydı. Hürriyet gazetesinin derlemesiyle işte Ahmet Davutoğlu’nun Konya’da, Toroslar’ın zirvesindeki Taşkent adlı bir kasabada başlayıp önce gizli, şimdi de resmi Dışişleri Bakanlığı’na uzanan hayatı.
Fatih’ten Sultanahmet’e kadar yürümekten büyük bir haz alıyordu. Geçtiği sokaklardaki tarihle büyülenerek atıyordu adımlarını. Kütüphaneleri, camileri, hamamları, Osmanlı yapılarını gördükçe kimliğinin köklerine dönüyordu. Soru işaretleriyle doluydu kafası.
Ahmet Davutoğlu, ortaokul öğrencisiydi o günlerde. Bu denli erken yaşta kimliğiyle ilgili derin düşüncelere dalmasının bir nedeni İstanbul’un tarihi atmosferi ise, diğeri de öğrencisi olduğu
İstanbul Erkek Lisesi’ydi.
İkili bir kültürel yapısı vardı lisenin. Cumhuriyetin ilk kuşağından Türk öğretmenlerden ders alıyorlar, bir yandan da Almanca öğretmenlerinden Batı kültürünü öğreniyorlardı.
Yatılı okula 12 yaşında girdiği günden itibaren klasikler ile yüzyüze gelmiş, Kafka’yı, Goethe’yi, Berthold Brecht’i keşfetmişti. Türk edebiyatını da hatmediyordu. Ahmet Hamdi’den Fuzuli’ye, Farabi’den Ahmet Cevdet’e kadar eserleriyle tanışmadığı isim kalmamıştı.
1970’ler, Türkiye’de çalkantılı yıllardı. Gençlik, daha çok sol siyasi hareketlerin etkisindeydi. İstanbul Erkek Lisesi’nde de rüzgarlar soldan esiyordu. Ama o hep kendi çizgisinde yol alan bir gençti. Eğlenmeye, gezmeye zaman ayırmazdı. Bazen futbol oynardı Mustafa Çam, Murat Ülker, Aydın Babuna ve Engin Işıksal gibi sınıf arkadaşlarıyla.
İki bölümde birden okudu
Arkadaşlarının çoğunun hayallerini Almanya’da üniversite okumak süslerdi. Davutoğlu ise Almanya’da okumayı kendi kültürüne yabancılaşma olarak görüyordu. 1977’de liseyi bitirdiğinde hayat planının ilk adımı Boğaziçi Üniversitesi olacaktı.
Tekstil ve ticaretle uğraşan babası Mehmet Bey oğlunun işletme okumasını düşlüyordu. Davutoğlu da Boğaziçi’nde önce İktisat bölümüne kaydoldu. Mutlu olamadı o bölümde. Bir de Siyaset Bilimi bölümüne girdi. İktisatı 1982’de bitirdi, Siyaset Bilimi’ni de 1983’te. Boğaziçi’nde iki bölümü birden bitiren ilk öğrenci oldu.
Üniversitede yine siyasi gruplara katılmadan okumayı sürdürdü. Sınıf arkadaşları arasında Adnan Büyükdeniz, Edhem Eldem ve Nuray Mert de vardı. Futbol ve güreş dışında bir sporla da ilgilenmedi.
Çin Mahallesi’ndeki ev
Üniversiteden sonra tereddüt etmeden “bilim adamlığı” planına devam etti. Kamu Yönetiminde yüksek lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’de doktora yaptı. Tez hocası da, onu çok seven Prof. Dr. Şerif Mardin oldu. 1989’da iki teklif birden aldı. Biri Amerika’dan diğeri Malezya’dan...
Amerika cazip değildi, Batı kültürünü yeterince tanıdığına inanıyordu. Eksik halkayı Malezya’da tamamlayabilirdi. 1984’te evlenmiş, iki kızı olmuştu. Sare Hanım ile dünyaya aynı gözlüklerle bakıyorlardı. Dört kişilik aile 1990’ın ilk aylarında yola çıktılar. Kuala Lumpur’da, Çin mahallesinde bir ev tutup yerleştiler.
İslam Konferansı Örgütü’nün kurduğu Uluslararası İslam Üniversitesi’nde işe başladı. Malezya tam bir laboratuvardı onun için. Yerel kültürü tanımak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.
Türkiye’nin Kıssinger’ı
1995’te Türkiye’ye döndüğünde Marmara Üniversitesi’nde göreve başladı, 1999’da
profesör olduktan sonra da Beykent Üniversitesi’ne geçti. En çok yankı uyandıran kitabını da o sırada yayınladı. “Stratejik Derinlik.” Giderek akademik yaşamın dışında da aktifleşti. Harp Akademisi’nden MÜSİAD’a kadar birçok yerde konferanslar verdi.
Abdullah Gül ile 1980’lerde tanışmışlardı. Bir makalesi, Gül’ün ilgisini çekmişti. Tayyip Erdoğan ile de belediye başkanlığı öncesinde tanıştı. Fakat Gül’e daha yakındı.
Danışmanlığı, Gül’ün başbakan olmasıyla resmileşti, Başbakanlık Başdanışmanı oldu, büyükelçilik unvanı aldı. Erdoğan Başbakan olduktan sonra da görevine devam etti. Davutoğlu, o dönemde “gölge dışişleri bakanı” gibi dış temaslarda etkili olmaya başladı. AB ile temaslar, Kıbrıs müzakereleri, Irak savaşı gibi her alanda rol aldı.
Göreve gelirken iki üç yıl sonra ayrılmayı, kitap yazmayı, üniversiteye dönmeyi hayal ediyordu. 2007 seçimleri yaklaşırken ayrılmaya niyetlendi. Ne Erdoğan kabul etti bunu, ne de Gül. Aniden kendisini yeniden yoğun bir diplomatik trafik içinde buldu. Erdoğan’ın özel uçağıyla çeşitli ülkelere giden, hükümet adına resmi temaslarda bulunan, Türkiye diplomasi tarihinde örneğine rastlanmayan bir “Başdanışman” haline geldi.
Eşi Dr. Sare Davutoğlu kürtaj karşıtı
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr. Sare Davutoğlu, İstanbul’da çalışıyor. Başbakan Erdoğan’ın kız kardeşi Vesile İlden’in dostu. Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak’ın doğumunu da o yaptırdı. Kürtaj karşıtı görüşleriyle tanınıyor. Üyesi olduğu Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmet Vakfı’nın amaçlarından biri de kürtaja karşı mücadele.
Kimseyle çatışmadı
Dış temasların değişmez ismiydi artık. Görüşmelerin en özel anlarına bile katılıyordu. Şam’da Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile görüşme görevi MGK bildirisiyle duyuruluyordu. ABD Başkanı Obama gelmeden önce Washington’a gidip hazırlıkları o yürütüyordu.
İyice dikkat çekmesi, Suriye, Filistin ve İsrail ile temasları sırasında oldu. Hamas lideri Halid Meşal ile gizli görüşmesinin ortaya çıkması epey gürültü kopardı. Artık “Türk diplomasisinin Kissinger’ı”, “Gölge adam”, “İnce taktisyen” olarak tanımlanıyordu. Bazen danışmanlar Akif Beki ve Ömer Çelik ile sorun yaşasa da kimseyle derin bir çatışması olmadı.
Çok eleştirildi. En çok da “Neo-Osmanlıcı” olmakla suçlandı. Kendisi kabul etmedi bu tanımı. Amacı, Türkiye’yi “merkez ülke” yapmaktı. Bölgedeki uçan kuştan bile haberdar olmaya çalışıyordu. Örneğin 1.5 ayda 11 ülkeye gitti: Tanzanya, Kenya, İran, Irak, Çek Cumhuriyeti, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Katar ve Suriye. Göreve cuma günü geldi ama, o zaten çoktan beridir bir dışişleri bakanıydı.
Annesini doktora zamanında yetiştirilemediği için kaybetti
Ahmet Davutoğlu’nun annesi Memnune Hanım, doktora zamanında yetiştiremedikleri için hayatını kaybetti. Babası Mehmet Bey, Toroslar’ın zirvesinde bir Türkmen kasabası olan Taşkent’te nakliye ve kunduracılıkla uğraşıyordu. Yeniden evlendi. Ahmet, Sefure Hanım’a hep “Anne” diye seslendi. Mehmet Bey, ilk eşi ölür ölmez İstanbul’a göçtü, Fatih’e yerleştiler. Ahmet ilk dört yılını Hacı Süleyman Bey İlkokulu’nda okudu, Bahçelievler’e taşınınca ilkokulu orada bitirdi.
Malezya’daki ilk dersin etkisi
Ahmet Davutoğlu, Malezya’da ilk dersine girdiğinde bir baktı, sınıf Birleşmiş Milletler gibi. Müslüman Malaylar, Çinliler, Hintliler ve Afrikalı öğrencilerle dolu. Ama elindeki Sabine’in klasik “Siyasi Düşünceler Tarihi” Eflatun ile başlıyor, Aristo, Roma, Hıristiyanlık, Rönesans, modern ideolojiler diye gidiyordu. İçinde ne Malaylar vardı ne de Çinliler. Bunu yapamazdı. Oturdu, Konfiçyus’a, Taoizme, Hint ve İslam kültürüne çalıştı. Onların yanına Osmanlı düşünürü Kınalızade’yi de ekledi ve yepyeni bir siyasi düşünce tarihi metni oluşturdu. Bu metin üzerinden verdi derslerini.