Politika

Toprak: Başörtüsüne hukuk gerek

Toprak: YÖK Başkanı’nın yasaya rağmen başörtüsünü serbest bırakma talimatı keyfidir.

25 Ekim 2010 03:00

T24 - Binnaz Toprak başörtüsü hukukunun netleşmesi gerektiğini, öğrenci ve öğretim görevlisinin başbaşa bırakılmaması gerektiğini yazıyor.


Binnaz Toprak'ın Radikal gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle:


1980’lerin ilk yarısıydı. ÖSYM sınavlarında salon başkanıydım. Sınavı başlattıktan sonra bina sorumlusu geldi, benimle yüksek sesle konuşmaya başladı. Saatime baktım. Çocukların hayatını belirleyecek, saniyelerin fark ettiği bu sınavda dikkatlerini dağıtması, zamanlarından çalması haksızlıktı. Konuşma kaç dakika sürerse, sınavı o kadar uzatacaktım.


O dönemde başörtüsü yasağı yoktu. Salon başkanı, adaylar arasındaki iki başörtülü öğrenciyi işaret ederek bana, “Bugünkü gazeteleri okumadınız mı? YÖK başkanı talimat verdi, sınava türbanlı öğrenciler alınmayacak” dedi. Büyük puntolarla dizilmiş gazete başlığını sınava gelmeden önce görmüştüm. “Kusura bakmayın ama” dedim, “gazete okumak mecburiyetinde değilim. Elimde ÖSYM Başkanlığı’nın adaylara ve bize gönderdiği 13 maddelik sınavda uygulanacak kurallar talimatı var. Bunlar arasında türban yok.” Bu kez öğrencilere döndü, “Biliyorsunuz değil mi” dedi, “sınavı kazansanız bile üniversiteye giremezsiniz.”


Talimatla olmaz


O günkü YÖK Başkanı’nın davranışıyla bugünkü arasında fark yok. Hukuk devletinde yazılı kurallar geçerlidir, fiili uygulamalar değil. Yazılı kural olmayan hiçbir konuda keyfi dayatma olamaz. Nasıl ki o günkü YÖK Başkanı’nın yasak olmadığı halde başörtülü öğrenciyi sınava sokmama talimatı keyfiyse, bugünkü YÖK Başkanı’nın da yasaya rağmen başörtüsünü serbest bırakma talimatı keyfidir.

Bu tür fiili uygulamalar, öğretim üyelerini yaptırım konusunda öğrenciyle baş başa bırakıyor. Ya da çoğumuz gibi, sınıflarımızdaki başörtülü öğrencileri görmezden gelerek yasayı çiğnememize yol açıyor. Bu durum kabul edilebilir değildir. Sorunun YÖK başkanlarının talimatlarıyla çözüme kavuşamayacağı açık.


Başörtüsü sorunu yıllardır gündemimizde. Hiçbir demokratik ülke düşünemiyorum ki otuz yıla yakın bir süre toplumu derinden sarsan bir sorunu hâlâ çözmemiş olsun. Bu konu, kamusal tartışmayı ortak akıl üretmeye yöneltemiyor olmamızın tipik bir örneği. Aynı zamanda, demokrasimizde iktidar-muhalefet ilişkilerinin bir türlü rayına oturtulamamış, yapıcı uzlaşma geleneğinin yerleşememiş olmasının göstergesi.


Mutabakat mümkün


Hukuken çözülmesi gereken bu konuda mutabakat sağlanabileceğini düşünüyorum. Ancak kamuoyunu böylesine kutuplaştırmış bir konuda mutabakat, iktidar ve muhalefetin meydanlara seslenmesiyle sağlanamaz. Eğer AKP ve CHP çözüm konusunda samimilerse, farklı bir müzakere yöntemi bulmak zorundalar. Siyaset bilimcilerin çok iyi bildikleri ‘konsosyonel demokrasi’ modelinin bu konuda akılcı çözümlere imkân tanıyacağını düşünüyorum. Konuya, bir sonraki yazımda devam edeceğim.


Düzeltme: Geçen perşembe bu köşede yayımlanan ‘HSYK: Babam İş Gezisinde’ başlıklı yazımda “1950’lerde...” diye başlayan cümlem, editörün eklediği üst köşe ve alt başlıkta yanlışlıkla ‘1950’ diye yayımlanmış. 1950 seçimi öncesi iktidarda olan CHP’nin, bahsettiğim talimatı yollaması herhalde söz konusu olamaz. Yazımda anlattığım seçimin tarihi 1954.