19 Ocak 2015 04:07
Kemal Gökhan Gürses
Soytarım Lear’i seyrettim Kadıköy Halkevi’nde. Pangar’dan. Çok kuvvetli bir kadroyla. Şu televizyon dizilerinin meşhur oyuncuları, kimi bayılmadıkları halde, kanallardaki dizilere sıkışmış oyunculuklarını tiyatro sahnelerinde serbest bırakmaya başladıkça biz de iyi kadrolardan güzel oyunlar seyreder olduk.
Ben bir tür “sanatçılığın sağlamasını yapmak” gibi görüyorum bu uğraşı. Gönülden de destekliyorum. 90-100 sayfalık, her biri bir sinema filmi cesametindeki haftalık dizileri hayata geçirip, sonra da kalan vakitte tiyatro yapmak; olsa olsa bu işe aşk duymaktır. Helal olsun iyisine de, kötüsüne de.
Kral Lear metnini ilk okuduğumda ya on sekiz yaşındaydım ya da on dokuz. O dönem 12 Eylül cuntası vardı iktidarda. Sultanlık yıllarının kapısını aralayan sert iktidarların en acımasız günleri. Erdal Eren’in asıldığı, Diyarbakır Cezaevi’nde insanların insanlıktan çıkarıldığı, ülkenin bütün cezaevlerinin tıka basa dolduğu, cezaevlerinden duyulan çığlıkların insanlık onurunu ayaklar altına aldığı karanlık günleri Türkiye’nin. Can Yücel’in tadına doyulmaz çevirisiyle Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nın “Bahar Noktası” halini almış yorumu bu ağır 12 Eylül sonrası günlere denk düşer. Brechtiyan bir sahne yapısında, ortada oyuncular, tepeden inen ayla halvet olan İbolita’yı oynayan Candan Sabuncu bugün gibi capcanlı hala aklımda.
Yakın tarihte kaybettiğimiz Cüneyt Türel Mimesis Dergi’ye verdiği çok kapsamlı röportajında bakın bu oyundan ve bu oyunun oynandığı siyasi koşullardan nasıl bahsediyor:
“...80 darbesi gerçekleştiğinde biz Tepebaşı’nda Bahar Noktası adıyla Sheakspeare’in Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nı oynuyorduk. İlginçtir, 12 Eylül’e gelindiğinde Türkiye’nin en güçlü tiyatro kadrosu, Şehir Tiyatrosu’nun en zengin kadrosu Tepebaşı Deneme Tiyatrosu’ndaydı. Darbe gerçekleştiğinde yerinden yönetim[1] bir gecede yerle bir oldu. 1402. madde çalıştırılmaya başlandı. Şehir Tiyatrosu’nun başına kurtarıcı olarak Vasfi Rıza Zobu getirildi. 1042 aracılığıyla insanlar Şehir Tiyatrosu’ndan atılmaya başladılar. Bu atılmalar üç postadır. İlk gidenler arasında Bahar Noktası’nın yönetmeni Başar Sabuncu, Haldun Ergüvenç, Gökhan Mete gibi isimler vardı. Biz her atılma olayından sonra bir rolü daha üstlenerek, figürasyonlarda oynayanları başrollere getirerek, oyunda oynamayanları kadroya dahil ederek oyunu sürdürmeye çalışıyorduk. Mesela ben, Erol Keskin, Haşmet Zeybek, Beklan Algan, oyunun dekaratörü Metin deniz artizanlara çıkmak, yani figüran olmak zorunda kaldık, çünkü ilk kadroda biz yoktuk. Sürekli insanlar atılıyor, ezberler yapılıyor ve oyun yaşatılıyordu. Oyunu yaşatmak bir bayrağın tepede durmasını sağlamak kadar anlamlıydı. Güç bela sezon sonunda Bahar Noktası’nı noktaladık.” [2]
O tarihte “Bahar Noktası”nın Tepebaşı’ndaki sergilenişini neden son derece yenilikçi, hatta daha öte “devrimci” bir yorumlama gibi gördüğümü anlamam için bu tarihi bilmem gerekiyormuş. Şehir Tiyatroları’nın bugünkü yapısı ya da uyguladığı yönetim modelleri ne zaman tartışma konusu olsa aklıma bu hikaye gelir.
Soytarım Lear’a bu uzunca girizgahın ardından gelmek istedim.
Uzun bir aradan sonra, Bahar Noktası’nın Tepebaşı Deneme Sahnesi’ndeki yorumuna benzer bir tat aldım Soytarım Lear’dan.
Shakspeare’in, bir aristokratın himayesinde sanatını icra ederken iktidarla kurduğu ilişkide daha çok soytarının kralla kurduğu ilişkiye benzer bir yan var. Onu eğlendiriyor ve ona haddini bildiriyor. Elizabeth devri soytarılarının karakteristik özelliği olan eğritilemelerin en güzellerini buluruz Kral Lear oyununda. İnce sokulmuş şişlerin yerinden çıkmadan kralda kalması gerekir, yoksa akacak o kanda boğulacak ilk kişi soytarının ta kendisidir. Kral lear’da soytarıyı bir bilgeye dönüştüren Sheakspeare’in soytarıya olan saygısı mıdır, yoksa kendine duyduğu saygı mı; düşünmek gerekir.
Hele Kral Lear, delilik sınırında, yaşlılığının son dönemecinde ve iktidarının en hassas dengede durduğu bir dönemdeyken... Zaten o ara karar verir ülkesinin güçler dengesini üçe parçalamaya. Son bir gayretle. Goneril ve Regan, kızlarından ikisi, ağızlarının suyu akarak bakarlar babalarından kalacak topraklara. Alacakları parçayı ülkenin bütününün iktidarına dönüştürmek için sıralarını sabırsızlıkla beklemektedirler. Bir tek küçük kız Cordelia “değerli parça” bölüşümünde “hiç”lik talebinde bulunur. Ölçü “babamız kralı ne kadar seviyoruz” üzerinden belirlenen bir ölçüdür çünkü. Ne kadar seviyorsan kralı, o kadar kıymetli toprakların sahibi olursun. İktidarlar ödüllerini bu yasayla dağıtmazlar mı her devirde? Bunun dillendirilmesinde içten sevginin masumiyeti ile tarif edilir Cordelia. “Bir evladın babasını sevmesi gerektiği kadar” seviyordur babasını. Cordelia’nın payına Fransa sürgünü düşecektir. Damatlar Albany ve Cornwall karıları Goneril ve Regan’la parçanın büyüdüğünü görüp başlarlar zil takıp oynamaya.
Bu klasik kimliğiyle iktidar sevgisi ve yüreğin sesi arasında gidip gelen paylaşımda “gerçek sevgi”nin kaybedişi anlatılsa da, Soytarım Lear uyarlamasında bize farklı bir bakış açısı sunuyor Pangar.
Yozlaşmış, kararmış, gözü dönmüş iktidarın sembolleşmiş kimlikleri kendilerine iktidarı bir tabak içinde sunan adamdan, yani o ana kadarki iktidarın tek ve heybetli temsilcisi Kral Lear’dan onu koruyacak 100 askeri esirgeyeceklerdir. Bu güvensizlik ve korku bir ikilem sunar krala: Ya eski gücü geri alacaktır ya da baskı ve korkuyla bugüne getirdiği iktidarını berheva edecektir. Bunu da ona gösterecek tek bir pusula vardır: Soytarı.
SOYTARI: Sen hiçten işe yarar bir şey çıkarabilir misin?
LEAR: Yoo, hiçten hiçbir şey çıkmaz ki!
SOYTARI: (Kent'e) Rica ederim sana, şuna anlat: malının mülkünün geliri de işte bu kadar bir şey tutar. Ben söylesem, hadi oradan kaçık, diye inanmaz.
LEAR: Acı söylüyorsun kaçık, acı.
SOYTARI: Sana kim dedi ise / Mal mülkünü ver diye / Gelsin yanımda dursun,
/ Diyelim ki sen osun, / Acı kaçık, tatlı kaçık / Çıkar meydana apaçık:
Biri burada alacalı / Acısı da o olmalı.
LEAR: Yani bana deli mi diyorsun sen?
SOYTARI: Öteki ünvanlarının hepsini elden çıkardın; doğuştan bir bu kaldı sana.
İktidarın gitgide sertleştiği ve doğuya özgü bir sultanlık görünümü kazandığı bu dönemin karikatürize hallerini sergiliyor bir bakıma. Kokuşmuş bir iktidar ahlağına içerden bakarak, ayak oyunlarının, büyük çelmelerin, vicdansızlığın egemenliğinin resmini karikatürleştiriyor.
Bunu estetiğine de yansıtıyor. Oyunun rejisi ile boy ölçüşecek denli kendini öne çıkaran dekor ve kostüm tasarımına şapka çıkarmak istiyorum. Karikatür severliğimin ve yoğun bir deformasyonla kurgulanmış sahne plastiğinin dilini çok sevdiğimi söylemeliyim. Kostüm, maske, kukla ve makyaj tasarımına imza atan Candan Seda Balaban’ı yürekten kutluyorum. Tek bir beklentim oldu oyun boyu; yatay düzlemde gerçekleşen oyuna yükseltilerin bir katkısı olabilir miydi diye düşündüm. Derinliğin iyice artacağı bir sahne tasarımını gözüm aradı doğrusu. Ama japon perdesinden masklara, destek parçalarla oluşturulmuş kaslara, kalçalara, omuzlara kadar her bir unsur oyunculara bedensel kullanımda büyük katkılar sağlamış. Oyuna görsel değer katmış.
Yönetmen olarak oyuna imzasını atan Yiğit Sertdemir Kral Lear’ın bunak ve bitap halini sesiyle çok etkili giydirmiş. Demet Evgar, Goneril ve Oswald karakterleriyle parlıyor. Şarkı yorumlarında sağlam teatral arka planını yetkinlikle sergiliyor. Zor karakterlerden Regan’ı ve geçişmeli olarak Oswald’ı Evgar’la paylaşan Sezin Akbaşoğulları bu iki buçuk saatlik performansta beden dilini hep yukarıda tutarak dikkat çekiyor. Tam bir joker görünümdeki Umut Kurt Cornwall Dükü, Edgar, Zavallı Tom ve Fransa Kralı karakterlerini her geçişte ayrı bir çeşitleme sunarak bu keyifli oyuna dinamiğini getirmiş. Okan Yalabık , Gloucester Kontu Albany ve Burgonya Dükü’nün yanı sıra davulda canlı performansıyla hem hayran bıkarıyor hem de şaşırtıyor. Berkay Ateş’e Kent ve Edmund karakterlerinde özel bir alkış tutmak gerekir kanısındayım. Gelelim Soytarı’mıza. Tomris İncer, yılların tecrübesini, sakin oyunculuğuyla ve tadına doyulmaz sesinin tonlamalarıyla taşımış sahneye. İlk yarı kederli Soytarı’nın acısını hissettirirken bir parça temposunda yavaşlık hissettirse de, ikinci yarıda kreşendosunu yaratıyor oyunun ve alkışını büyütüyor.
Tuluğ Tırpan’ın müziğini üstelik de oyun boyu canlı dinlemek çok keyifliydi. Yılların ustası Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı da alkışı hak ediyor.
Hem uyarlamayı hem de yönetmenliği yapan Yiğit Sertdemir zor bir işe kalkışmış ve bence başarıyla kotarmış. Ezcümle iktidarların yokolmasının mukadderat olduğunun altını çiziyor Soytarım Lear’la. Kral’ın yerini alan Soytarı, iktidarı eğlendirmekten ya da kralın yerine keder duymaktansa, bu iktidarın neden yıkılması gerektiğini anlatıyor bizlere. Yokolmaya mahkum iktidarların “kör topal” ilerleyemeyeceğini müjdeliyor belki de. “Hiç”liği dileyen Cordelia’nın yokoluşuyla iktidarın “hiç”liğe yuvarlanışı arasındaki ilişki bu mukadderatın gerekçesi olarak sunuluyor.
Kral Soytarı’ya Soytarı Kral’a dönüşür artık. Ayaklar baş, başlar baş aşağı olur. Soytarı kalmıştır bir tek gerçekle yüzleşmemizi sağlayacak. Soytarı güldürmüyor bu kez. Dokunsa ağlatacak. Kaybettiğimiz sevginin adı Cordelia. Ve “Bir evladın babasına duyduğu kadar” sevgi duymayanların yuvarlanacağı “hiç”liğin sözcüsüdür Soytarı.
Şu an 12 Eylül günlerinde değiliz. Ama yürekli iktidar eleştirisine ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz. Böyle baskı zamanlarında temayüz eden eserlerin ruhunda da yenilikçi bir öfke sezinleniyor. Bana 1980’lerin başında Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde izlediğim Bahar Noktası yorumunun tadını veren bir etken de bu sanırım.
Oyunun perde bölümlemesinde bir sorun var. Sadece metraj sorunu değil, dramatürjik ihtiyaca cevap verecek bir değişim çizgisinin geciktiğini düşündürüyor. Daha önce başlıyor “çöküş” oysa. Tam yerini bulmak lazım.
Bu yorumu izlemeli. Fazla mesai yapan oyuncuların işiymiş gözüyle değil; sanatçılıklarının sağlamasını başarıyla yapan bir ekibin emek-yoğun çalışmasına alkış tutmak için ve iktidarların yıkılmaya mahkum, rütbelerin de bir gün sökülmek üzere takıldığını hatırlamak için.
19 Ocak Pazartesi – 20 Ocak Salı Saat 20:30
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
Yazan: W.Shakespeare
Çeviren: İrfan Şahinbaş
Uyarlayan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
Oyuncular:Berkay Ateş, Demet Evgar, Okan Yalabık, Sezin Akbaşoğulları, Tomris İncer, Umut Kurt, Yiğit Sertdemir
Sahne Tasarımı: Candan Seda Balaban
Müzik: Tuluğ Tırpan
Kostüm, Maske, Kukla, Makyaj Tasarımı: Candan Seda Balaban
Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Akordeon: Hakan Ali Toker
Kontrbas: Çiğdem Tachouli
Koreografi: Senem Oluz
http://www.pangar.com.tr/fotograf.php?id=18
[1] Bir Tiyatro Sanatçıları Örgütlenmesi Olarak Yerinden Yönetim: Amerikalı sosyolog Moreno’nun Sosyometri kitabından esinlenerek Cüneyt Türel’in geliştirdiği ve tiyatroya uyguladığı bir örgütlenme modeli. Bunu bir “çakırsama” olarak niteliyor Türel. Birim başkanlarını Belediye Başkanı’nın atadığı, birim başkanlarının postlarla karşılıklı tartışma yöntemi uygulayarak ekiplerini kurdukları beş birimlik bir yapı ve örgütlenme modeli. Yatay tasnif ve dikey tercih diye tarif ettiği modelde, çekirdek kadroyu oluşturan kişiler birebir ilişki içinde, yatay olarak yaptıkları kadro tercihleri doğrultusunda birbirlerini seçme şansı bulmaktadır. 1966’da Muhsin Ertuğrul’u oldukça rahatsız eden bu yönetim modeli tek yöneticili yapıya alternatif olarak ilk kez uygulanmaya çalışılmış, bu modeli getirmek isteyenler Ertuğrul darbesi olarak adlandırılan müdahaleyle Şehir Tiyatroları’ndan atılmışlardır.
© Tüm hakları saklıdır.