Dünya

Thomas Piketty: Terörizmin yaratılmasına katkıda bulunduğumuz eşitsizlikten beslendiği barizdir

"Her şeyi güvenliğe bağlamak yetmez!"

25 Kasım 2015 23:50

"Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital“in yazarı Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin yazdığı, 22 ve 23 Kasım 2015’te Fransız Le Monde gazetesinde yayımlanan  “Her şeyi güvenliğe bağlamak yetmez” başlıklı makaleyi, medyascope.tv'den Haldun Bayrı Türkçe’ye çevirdi.


 

Tabii ki terörizme verilecek cevap kısmen güvenliği kapsamalıdır. IŞİD’i vurmak gerekir, onunla bağlantılı olanlar tutuklanmalıdır. Fakat bu şiddet eylemlerinin siyasî koşulları üzerine; bu hareketin Orta Doğu’da önemli destek görmesine ve günümüzde Avrupa’da da insanları kanlı bir yola sokmasına neden olan aşağılamalar ve adaletsizlikler üzerine kendimizi sorgulamamız gerek. Bir vadede hakiki çözüm, hem orada hem burada hakkaniyetli bir toplumsal kalkınma modelinin yerleştirilmesidir.

Terörizmin bizim de büyük ölçüde yaratılmasına katkıda bulunduğumuz eşitliksiz ve Orta Doğu cehenneminden beslendiği bârizdir. IŞİD, “Irak ve Şam İslam Devleti”, doğrudan Irak rejiminin dağılmasından, daha genel olarak da bölgedeki sistemin 1920’de çökmesinden doğmuştur.

1990-1991’de Kuveyt’in Irak tarafından ilhakı sonrasında, ittifak güçleri petrolü emirlere –ve Batılı şirketlere– geri vermek için askeri birliklerini yollamışlardı. Bu arada yeni bir teknolojik ve asimetrik savaş dönemi başlatıldı – Kuveyt’i “özgürleştirmek” için oluşturulan koalisyonun birkaç yüz askerinin ölümüne karşılık Irak tarafında on binlerce insan öldürüldü. Bu mantık 2003-2011 yılları arasındaki İkinci Irak Savaşı’nda doruğuna vardırıldı: 500 bin Iraklı’nın ölümüne karşılık 4 bin Amerikan askeri öldü; bütün bunlar da Irak’la hiç alâkası olmayan 11 Eylül saldırılarının 3 bin kurbanının intikamını almak içindi. İnsan kayıplarındaki aşırı asimetri ve İsrail-Filistin çatışmasına siyasî bir çözüm bulunamamasıyla büyüyen bu gerçek, bugün cihadcıların işledikleri bütün zulümleri haklı gösterme işlevi görüyor. Amerikan fiyaskosundan sonra işi ele alan Fransa ile Rusya’nın daha az zarar vermelerini ve bu yola daha az kişinin girmesine yol açmalarını umalım.

 

Kaynakların belirli ellerde toplanması

 

Bölgedeki siyasî ve toplumsal sistemin bütününün, dinî çatışmalardan da fazla, petrol kaynaklarının nüfusu az ufak bölgelerde yoğunlaşmasıyla fazlaca belirlendiği ve kırılganlaştığı açıktır. Mısır ile İran arasındaki, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’ı da içine alan 300 milyon nüfuslu bölge incelendiğinde, petrol monarşilerinin, nüfusun yüzde 10’unu oluşturmalarına karşın bölge GSYİH’sinin yüzde 60 ila 70’ini ellerinde tuttukları saptanmaktadır, ki bu da burayı yeryüzünün en eşitliksiz bölgesi yapar.

Ayrıca petrol monarşilerindeki bu nimetin orantısız bir bölümünün bir azınlık tarafından sahiplenildiğini, büyük grupların (kadınların ve özellikle göçmen işçilerin) ise yarı-kölelik durumunda tutulduğunu da belirtmek gerekir. Futbol kulüplerine malî kaynak sağlamak ya da silahlarını satmak için bunlardan sevinçle nasiplenen Batılı güçler ise o rejimleri askerî ve siyasî olarak desteklemektedir. Bizim verdiğimiz demokrasi ve toplumsal adalet derslerinin Ortadoğu gençliğini etkilememesi şaşırtıcı değildir.

Sözümüze itibar edilmesi için, bölgenin toplumsal kalkınmasına ve siyasî bütünleşmesine malî çıkarlarımız ve hükmeden ailelerle ilişkilerimizden fazla önem verdiğimizi kanıtlamak gerekir.

 

Demokrasinin inkârı

 

Somut olarak, petrol parası öncelikle bölge kalkınmasına gitmelidir. 2015’te, Mısırlı yetkililerin bu 90 milyonluk ülkedeki eğitim sisteminin tamamına malî kaynak olarak tahsis ettikleri bütçe 10 milyar doların (9,4 milyar euro) altındadır. Birkaç yüz kilometre ötede, 30 milyon nüfuslu Suudi Arabistan’ın petrol geliri 300 milyar dolara varmaktadır; 300 bin nüfuslu Katar’ın geliri ise 100 milyar doları aşmaktadır. Bu kadar eşitliksiz bir model ancak felâkete götürebilir. Buna kefil olmak câniliktir.

Demokrasi ve seçimler üzerine büyük söylevlere gelince; bunlara sadece sonuçlar işimize gelince saygı göstermekten vazgeçmemiz gerekir. 2012’de Mısır’da Muhammed Mursi, Arap seçimleri tarihinde örneği fazla görülmeyen düzgün bir seçim sonrasında başkan seçilmişti. 2013’te askerler tarafından iktidardan alaşağı edildi ve toplumsal faaliyetleriyle Mısır devletinin eksikliklerini çoğu zaman telafi etme olanağı sağlayan binlerce İhvan (Müslüman Kardeşler) üyesi derhal idam edildi. Birkaç ay sonra Fransa, fırkateynlerini satmak ve ülkenin zayıf kamu kaynaklarının bir bölümünü ele geçirmek amacıyla bu yaşananların üzerine sünger çekti. Bu demokrasi inkârının 1992’de Cezayir’deki seçim sürecinin durdurulmasıyla aynı marazî sonuçlara yol açmayacağını umalım.

Şu soru ortadadır: Nasıl oluyor da, Fransa’da büyümüş gençler, Bağdat ile Paris banliyösünü birbirine karıştırıp, orada vuku bulan çatışmaları buraya ithal etmeye uğraşıyorlar? Kan dökücü ve maço olan bu etkileyici sapmayı hiçbir şey mazur gösteremez. Olsa olsa, işsizliğin ve kısa süre önce gerçekleştirilen çalışmaların gösterdiği gibi, diploma ve tecrübe bakımından aranılan tüm özelliklere sahip kişilerin kitlesel bir biçimde maruz kaldıkları istihdamda ayrımcılığın bu açıdan yardımcı olmadığını kaydedebiliriz. Malî kriz öncesinde yılda 1 milyon kişilik net bir göçmen akışını ağırlamayı beceren Avrupa, azalmakta olan bir işsizlikle, entegrasyon ve istihdam yaratma modeline yeni bir atılım sağlamalıdır. Kemer sıkma politikaları, ulusal bencilliklerin ve kimliksel gerginliklerin artmasına yol açmıştır. Nefret, ancak hakkaniyetli toplumsal kalkınmayla alt edilecektir.