03 Ağustos 2013 15:23
“Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni
kim bilebilir ki kimi neyi eskittiğini
ben ne kadar önemserdim kendimi hay allah
sen ne kadar kumraldın aynalarda hay allah
temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa
gel bağışlayalım birbirimizi”
Turgut Uyar
Aylardan Temmuz. Daha gelmeden Haziran’dan hissettiriyor gelişini. Üç yıldır daha da ağır. Üç yıldır daha da yalnız. Üç yıldır daha bir Temmuz!
Ne diyordu Ataol ağbim? (Behramoğlu) “Yaşamak görevdir yangın yerinde”. En çok uzakta olmak istediğim, en çok içme kapanmak istediğim yokmuş gibi yapmak istediğim zamandır Temmuz. Ama hiç olmaz, olAmaz. Unutturmamak görevdir, hatırlatmak gerektir. Telefon hiç susmaz. Hep “o gün” akla gelirim, bilemediniz bir gün önce… Haber yapmak isteyenler arar yine de sevinirim. Hatırladılar diye. Her çağrıldığım yere gitmek isterim, geri çevirmek istemem kimseyi… Bozuk bir plak gibiyimdir. Hikâyem hep aynı. Değişen sadece bir yıllanmış hikâyenin can alıcı, can acıtıcı detaylarındadır. Mutlaka insana “yeter”, “yok artık” ya da “daha neler” dedirten bir şeyler DAHA olur. Ama “yaşamak görevdir yangın yerinde”, öylesine dik, öylesine yalnız öylesine kalabalık, öylesine işte… Hele ki “zaman aşımı”nın kucağında 20 yıllık bir Temmuz’da…
Bu yıl 20 yıllık rutini kırayım, biraz uzaklaşayım istedim. Tam bir kaçış değilse de madem içerde döngü belli... Madem “dış mihraklar” iş başında… Onlar hep bir şeyler başarıyor (!) ben de onlardan olayım. Bir de böyle deneyeyim sesimi duyurmayı.
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu’nun davetlisi olarak 30 Haziran’da yapılacak Sivas katliamının zaman aşımına uğratılışını protesto yürüyüşüne ve 20. Yıl anma etkinliğine katılmak üzere Stuttgart’taydım. Binlerin katıldığı bir yürüyüşe şehir merkezinden Türk konsolosluğuna yürüdük.
Fakat o da ne?! Ülkemizdeki her musibetin müsebbibi “dış mihraklar” meğer ne kadar şefkatliymiş! Her yıl başta Sivas’ta olmak üzere anma etkinliklerinde, duruşmalarda, her türlü hak arayışımızda durduk yerde üzerimize gaz sıkılmasına alışmış olduğumuz için biber gazı, cop, sopa ve polis şiddeti olmadan bir yürüyüşte olmak benim için şaşırtıcı. Baden Württemberg Bölge Temsilcisi İlyas Çağla ile birlikte elimizde siyah çelenk ilerlerken polis çelengi bırakabilmemiz için barikatı açarak bize yol verince az sonra yapacağım konuşmayı değiştirmek zorunda kalıyorum ve şaşkınlığımı beni dinleyen kalabalıkla paylaşıyorum.
Akşam “İnadına Varolmak Yangın Yerinde” adlı etkinlik için 2000 kişilik konser salonunu dolu görünce korodaki arkadaşlarımın heyecanı bana da sirayet ediyor. Eyalet milletvekili Jörg Fritz, Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir, Muhterem Ayaz ve alevi derneklerinden temsilcilerin katıldığı gece kâh alkışlarla kâh gözyaşlarıyla son buluyor. Ömrüm odlukça hatırlayacağım. Mücadelesiz, yasaksız ve şiirin, sazın, şarkıların buluşturduğu binlerce insanız ve yasımızı üzüntümüzü medeni bir şekilde paylaşıyoruz. 60 kişiden oluşan Halk Müziği Korosu ve 20 kişiden oluşan Senfoni Orkestrasına, 5 bağlama sanatçımızın eşlik ettiği etkinlik Alman izleyicilerin de ilgisini çekiyor. Arkamda oturan Heilbrunn Alevi Kültür Derneği Başkanı Ergün Özcan konuklara simültane tercüme yaparken düşünüyorum “Bu kadar vahşi bir katliamın 20 yıllık adaletsizliğine başbakanın “Hayırlı Olsun” yaklaşımı “geri demokrasi” ülkesi insanlarına hangi kelimelerle ve nasıl izah edilebilir?” Barkovizyonda babamla göz göze geldiğimizde yerimden usulca kalkıp sahnedeki yerimi alıyorum. Benden babama yazılmış bir mektup paylaşmam istenmişti. 20 yıldır her etkinlikte adalet arayışı için buz gibi konuşmalar yapan ben bu kadar sıcak bir ortamda kendi duygularımı paylaşmaya hiç alışık değilim. Boğazım düğüm düğüm. Az önce Menekşe ve Koray’ın ağzından şiirler okuyan pırıl pırıl iki evlatta can buluyor Menekşe’miz Koray’ımız ve kaybettiğimiz tüm güzel çocuklarımız, aydınlarımız. Sözlerimi 20 yıl sonra Sivas katliamında zaman aşımı savaşımızın en çok da Roboski, Reyhanlı, Lice ve Gezi’deki kayıplarımız için olduğunu söyleyerek bitiriyorum. Bütün salon göz göze, can canayız. Ceren Gündoğdu’nun duru sesi kaplıyor salonu. “Yaşamak görevdir yangın yerinde, yaşamak insan kalarak!”. Birbirimizi bağışlayarak belki de “Zonguldak’ta Sivas’ta yangınımızı körükleyene”, katilimizi bağışlayana inat!
Ertesi gün memleketten haber geliyor. Özyeğin Üniversitesi Rektörü Profesör Erhan Erkut Gezi Parkı direnişine destek verdiği için görevinden istifaya zorlanmış. İki yıl önce yine harlı bir Temmuz günüydü ben bu filmi bir başka akademik kurumda görmüştüm. 2 Temmuz' medeniyette idrak ederken “iç mihrak”ların marifetini izlemek… İronik mi?
Ülkemde tüm özgürlükler kilit altında, birileri ‘özgürlüğün kısıtlanması özgürlüğü’nün bayraktarı olmuş 28 Şubat mağduriyetinden dem vuruyor. Rektör Erhan Erkut’un susturulması basına da kısmen yansıyabilir zira gazetecilerimiz hapiste, gazetecilerimiz işsiz, köşesiz… Şükür ülkemizde 28 Şubat'ta çekilen işkence ve acıların hesabı soruldu, soruluyor! Mağduriyetler(!) durduruldu. Özgürlükler sınırsız!
Bu yıl bir başka ilk de 2 Temmuz günü Türkiye’ye uzaktan seslenmek. Ahmet Nesin’le beraber Brüksel’de Nuçe TV’de Erdal Er’in canlı yayın konuğuyuz. Programın sonunda ölümünün 20. yılında Metin Altıok anısına hazırladığımız Metin Altıok şarkıları albümü için Mırady tarafından bestelenen Mırıyên Bênasname (Kimliksiz Ölüler) adlı şiirin öyküsünü ve şarkıyı ilk kez paylaşıyoruz. Bu bir ağıt. “Doğu benim 2. Üniversitem” diyen babamın tanıklık ettiği bir acı. O ki “kiracıydı bir acıya” sanılmasın ki sadece kendi acısına…
Ertesi sabah Nuçe TV ve MMC kanallarına kapatma kararı haberi geliyor. Hani şu Urfa cezaevi yangınını, Roboski’de devletin yaptığı katliamı Türkiye’de hiçbir kanal yayınlayamazken an be an haber aldığımız kanal! Daha yeni Gezi direnişi sayesinde birbirinin mağduriyetine kulak vererek zenginleşip “barışın gerçek sürecini” omuz omuza karşılarken Halk TV ile Nuçe TV dayanışmasından umutlanmışken… Bak şu dış mihrakların işine içerde ve dışarda, dahilen ve haricen nasıl da çalışıyorlar!
Brüksel’de kaldığım süre içinde CHP Brüksel temsilcimiz sevgili Kader Sevniç’le buluşuyorum. Sivas Katliamı’nı Avrupalı parlamenterlerin dikkatine sunmak, insanlık suçlarında zaman aşımı ve devlet sırrı uygulamalarının kaldırılmasına ilişkin evrensel kriterler çerçevesinde anayasal düzenlemeler yapılabilmesi için Türkiye ve Avrupa’da girişimlerde bulunmak isteğimi anlatıyorum. Yılın ikinci yarısında yapılabilecekler için fikir alışverişimiz ufuk açıcı ve heyecan verici. Kader zehir gibi. Hemen o gün Sivas Katliamı ve zaman aşımı kararına ilişkin Toplumsal Bellek Platformu’nun basına açıklamasını baz alarak bir bilgilendirme dokümanı gerekli adreslere ulaşıyor. İlk adım atıldı bile. Heyecanlanıyorum.
Kader’le tutuklu gazetecilerimiz ve vekillerimiz için de Türkiye dışında yankı bulabilecek girişimler planlıyoruz. Önümüzdeki günlerde “Türk kahvesi brifingleri”nde buluşmak üzere ayrılıyoruz. İç karartıcı haberler üzerine medeni ülkelerin çağdaş yapılanmalarını Kader’den dinlemek iyi geliyor öksüz adalet duyguma.
Ertesi gün Köln’deyim. TV10 da canlı yayında bu kez Hüseyin Narlı’ya konuk oluyorum. Sivas katliamı ile sınırlı değil sohbetimiz Gezi’de yaşananlara, edebiyata, siyasete varıyor sözümüz. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Kemal Bülbül’den 2 Temmuz günü Sivas’ta yaşananların yorumunu alıyoruz. Devlet Katliamlar üzerinden siyaset yapmaya devam ediyor. Başbakan “alevi kardeşlerine” açılacak! “Sizi öldürenler başımla birliktedir, Cemevleri ibadethane değildir camiye gideceksiniz ama hadi durun sizin dedelere bir maaş bağlayalım da susun” deyince oluverecek ya… İleri demokrasilerde barış açılımları tükenmez zira… Sahi Gezi direnişinde doğrudan nişan alınarak öldürülenlerin tümünün alevi olması ne büyük rastlantı…
Bu yıl yine Sivas’ta Madımak’ın önü bize kapalı ama Gezi parkı direnişiyle ortaklaşan ve büyüyen adalet talepleri her yerde. Tüm Türkiye’de forumlar Madımak için adalet istiyor. Bir ilk daha ilk kez bu kadar çok tanımadığım dosttan dayanışma mesajları alıyorum. Hem ne güzel ne içten mesajlar! Parklarda babam ve faili meçhul cinayetlerle bizden koparılan aydınlarımız Ethem, Mehmet, Abdullah ve Medeni ile yan yana Lobna için Ali İsmail için Berkin için nöbette sanki… Annemi de benden alan Temmuz’un ağırlığını demir dağlamışça hissederken sesi gelmeyenlerin yerini de tutuyor teselli mesajları… Gezi için kullanılan orantısız şiddet orantısızca bir hızla kapatıyor onyıllarca kasıtlı olarak bina edilen düşmanlığın, bilmezliğin, umursamazlığın açtığı koca deliği sanki. Uzaktayım ama Temmuz’un en güzel anı direnişin sesiyle yakınlaşıyorum. Yanı başındayım Gezi’nin. Der Spiegel 10 sayfalık Türkçe bir Gezi dosyası yayınlamış. AKP milletvekili elmayla armudu ayırt edemediğinden olsa gerek “Gezi bizim Stuttgart 21’imizdir” diye demeç vermiş. Protestoların hala devam ettiğinden, projenin bu eyalette projeyi yürüten iktidar partisinin başını yediğinden ve yeşilleri iktidara getirdiğinden habersiz midir dersiniz?
Tam da bu yazıyı okuduğum gün Stuttgart’a yeniden dönüyorum. Ahmet Nesin ve Mazlum Çimen’le buluşuyoruz bu kez. 3 günde 4 şehirde 20. yılında Sivas Katliamı’nı ve Gezi direnişinin yansımalarını değerlendireceğimiz panellere katılıyoruz.
Bizi karşılayan Heilbronn Alevi Küktür Derneği başkanı ve aynı zamanda Sosyalist Parti ve Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu üyesi Ergün Özcan bizi 6 Temmuz günü bizleri bu federasyon tarafından ırkçılığa karşı düzenlenen “İnsan Zinciri” eylemine götürüyor. 2000 – 2007 yılları arasında öldürülen 8 Türk, 1 Yunan vatandaşı ve 1 Alman polisin ırkçı terör örgütü NSU tarafından öldürülmesinin ardından süren davanın sonuçlandırılması ve bu cinayetlerin aydınlanması ve sorumluların cezalandırılması için düzenlenen eyleme katılabilmek bizim için çok ama çok anlamlı. Farklı kurum ve kuruluşların, sendikaların, kilisenin ve inisiyatiflerin organize ettiği bu eylemin mesajı; Almanya genelinde bütün insanların hoşgörü ve içtenlikle şiddetten uzak dostça bir ortamda yaşamasının mümkün olması. Sevgili Ergün Özcan bizi tanıtıp kim olduğumuzu, neden orada olduğumuzu aktarınca tertip komitesi heyecanla bize 35 km’lik bu zincirin en başında yer almamızı öneriyor. Aynı heyecanla kabul ediyoruz. Başımı kaldırdığımda “Her yer Gezi, Her yer Direniş” yazılı bir pankart görüyorum. Yüzüm gülüyor. Ben de boş bir pankarta “Halkların Kardeşliği İçin El ele!” yazıyorum. Pankartı sevgili Ahmet’le taşıyacağız ekliyorum Fetupanallah’ı…“Dış mihraklar” Gezi’yi bir açıp bir kapatırken biz iç mihraklar dış mihraklarla el ele ırkçılığa karşı duruyoruz ya “Fetupanallah”ın tam yeridir.
Temmuz biter mi bitmez… Roboski katliamını araştırmaya yönelik teklif yine AKP oylarıyla reddediliyor. Yurda dönüyorum Temmuz sonunda Selahattin Demirtaş’ın araya girerek ikna ettiği Roboski’li aileler başbakanla görüşüyor. Ve bir anda 580 gün sonra başbakandan samimi açıklamalar: “Onlar bizim evlatlarımızdı” Meğer kaçakçı, figüran, terörist değil kendi evlatlarıymış. Yani bu melodramda gerçek bir figüran araya girip “Durun siz kardeşsiniz!” diyeydi katliam da olmazdı. Ortada uçuşan palaları tutanlar da “kinder ve dindar” “kardeş”lerimiz… Ve onlar bu Temmuz ayında Ethem Sarısülük’ün ailesinin evini bastılar! Roboski’nin onurlu aileleri başbakanın “paraysa para, hak edilenden fazlasını verdik” dediği tazminatı bu devletin yüzüne çarptıktan sonra bir başka “açılım sürecinin” siyasi malzemesi yapıldılar. “Mendilimde kan sesleri…”
Olanca ağırlığıyla bir Temmuz daha geçti. Temmuz’la kan davamız devam ediyor. Annemin can arkadaşı, yoldaşı sevgili Leyla teyzemi de (Erbil) aldı bizden… Temmuz da gaz içinde, park açıp kapatarak, kadınların bacak arasından, yalanlardan, iftiralardan, şiddetten, riyâdan geçti…
Babam için 2013 yılında 10. yıl anısına hazırladığım “Gölgesi yıldız Dolu” adlı armağan kitabı 20 yıllık Sivas katliamı köşe taşlarıyla güncelledim. Kitabı Doğan Kitap yeniden yayınladı. Benim için Temmuzun tek ışığı bu oldu. Babamı gelecek nesillere her yönüyle anlatmak…
Temmuz’un son günleri yüreğim hiç hafifleyemedi. 5 Ağustos Silivri’de karar günü geldi çattı. Günlerdir yüreği ağzında bir kız çocuğunun gözlerindeki sessiz ve onurlu kedere bakarak hiçbir şey söyleyememenin çaresizliğiyle, canı yanmışların nefes ritmiyle öyle bitiriyorum Temmuz’u… Nazlıcan’ımın adalet isteği sadece babası için değil, o babamın annemin görmek istediği her haksızlığa canı acıyan, ‘ben’ demeyen biri. Ve karşısında ‘yetmez’ diyen doymayan nefret dolu kitleler…
Temmuz geçti Ağustos da geçer…
“Boş, dünyanın güzelliği de boş
Arkadaşlar da, hayal kurmak da boş, düşünceler de
Vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak,
Gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
Saat üçe doğru bir temmuz gününde.”
Cahit Külebi
Zeynep Altıok Akatlı
Temmuz 2013
© Tüm hakları saklıdır.