21 Eylül 2019 12:39
HDP Parti Meclisi'nde konuşan partinin Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, önceki dönem Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın hakkında açılan yeni soruşturma sonucunda verilen tutukluluk kararına tepki gösterdi. "Dün bir siyasi komplo ile yine karşı karşıya kaldık. Dün Türkiye yargı sisteminin yine utanılacak bir sayfasına daha tanıklık ettik ve bu sayfa maalesef tarihe eklendi" diyen Temelli, "Türkiye bir tecrit hukukuna mahkum edilmiş durumda. Tüm yapılar adeta çepeçevre kuşatılıyor ve çöküş hızlandırılıyor" diye konuştu.
TIKLAYIN - Demirtaş: Yargı yok, adalet yok, kanun yok, hâkim yok; sadece bize değil, hiçbirinize yok
TIKLAYIN - İşte Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın ifadelerinin tam metni
Kayyım Darbesi, siyasi gelişmeler ve yapılan çalışmaları yeniden değerlendirmek üzere Parti Meclisimiz genel merkezimizde Sezai Temelli başkanlığında toplandı. Toplantının açılış konuşmasını yapan ve siyasal gelişmeleri değerlendiren Temelli'nin açıklamaları şöyle:
Özellikle bu Parti Meclisi (PM) toplantımızda önümüzdeki dönemde hem siyaseten hem de örgütlenme anlamında yapacaklarımızı tartışacağız, değerlendireceğiz. Fakat olağan bir PM yapma imkanımız maalesef yok. Türkiye’de siyaseti konuşmak demek artık siyasi darbeleri ve komploları konuşmak anlamına geliyor. Dün bir siyasi komplo ile yine karşı karşıya kaldık. Kabul edilebilir bir karar değildir, dün Türkiye yargı sisteminin yine utanılacak bir sayfasına daha tanıklık ettik ve bu sayfa maalesef tarihe eklendi. 4 Kasım’dan bahsettik ama daha öncesine gitmek gerekiyor. 5 Nisan 2015’ten bugüne kadar süren tecrit hukuku ve buna bağlı olarak giderek Türkiye’de adalet sisteminin, yargı sisteminin çöküşüne hep birlikte tanıklık ediyoruz. Türkiye bir tecrit hukukuna mahkum edilmiş durumda. Tüm yapılar adeta çepeçevre kuşatılıyor ve çöküş hızlandırılıyor.
4 Kasım’da ne olmuştu; 4 Kasım’dan önce 20 Temmuz 2016’da Türkiye bir OHAL düzenine geçti. Bu OHAL düzeni çerçevesinde belediye eşbaşkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz görevden alındı ve yerlerine kayyım atandı. Bir kayyım rejimi başladı. Bununla da yetinilmedi 4 Kasım 2016’da başta Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere 13 milletvekilimiz gözaltına alınarak demokratik siyasete bir darbe vuruldu. Arkadaşlarımız gözaltına alınırken bir suçları yoktu. Hala da yok. Olmadığının kanıtı dosyalarındadır. Bir tane suç delilini bu dosyalarda bulmanız mümkün değildir. Uydurulmuş fezlekeler, uydurulmuş iddialarla yargılamalar sürdürülüyor. Bu yargılamanın geldiği son aşamada ortaya çıkmış olan bu tabloya dönüp baktığımızda aslında arkadaşlarımıza karşı devletin nasıl suç işlediğine tanıklık ediyoruz. Arkadaşlarımızın bir suçu yok, her yerde söylediğimiz gibi sevdaları var, barış, demokrasi, adalet sevdaları var. Bu sevdalarının peşinde diz çökmez boyun eğmez şekilde mücadelelerini vermeye devam ediyorlar. Öyle de devam edecekler. Asla vazgeçmeyecekler, hiçbirimiz vazgeçmeyeceğiz.
Bu bir adalet mücadelesidir. Adalet herkese lazımdır ve bu mücadeleden yılmayacağız, geri adım atmayacağız ama bugün devlet yargı marifetiyle arkadaşlarımıza ve bizlere karşı suç işliyor. Suç nedir, suç yasa tanımazlıktır. Devlet bizzat kendi yasasını tanımaz hale gelmiştir. Ortadaki durum zorbalıktır, artık düşman hukukunu bile aşmış bir zorba hukukuyla karşı karşıyayız. 4 Kasım’da yapılan şeyin farklı bir halini dün gece yarısı izledik. Savcılar tahliye edilmesi gereken ve tahliyesi gecikmiş olan Selahattin Demirtaş tahliye edilmesin diye adeta yeni bir içtihat oluşturdular. Devam eden bir yargılama süreci içindeki dosyayı yeniden ele alarak tutuklama kararı çıkardılar. Hiçbir hukukçu bunu tarif edemez, anlamlandıramaz. Bunun vicdanen ve ahlaken kabul edilmesi zaten mümkün değil. Bugün bütün Türkiye’ye çağrı yapıyorum. Vicdan sahibi, ahlak sahibi herkes bu karara karşı çıkmalıdır. Buna hep beraber dur demezsek,bu adaletsizlik, bu vicdansızlık bu ahlaksızlık her yeri kaplamaya devam edecektir. Kimse bundan kendisini koruyamaz hale gelecektir.
O yüzden şimdi bir kez daha çağrımızı yineliyoruz. Buna dur demeliyiz. Savcı 6-8 Ekim olaylarından dolayı bir fezleke hazırlamış ve bununla ilgili soruşturma başlatmış ve tutuklama talebinde bulunuyor. Hem Selahattin Demirtaş hem Figen Yüksekdağ için. Bu arkadaşlarımız zaten 3 yıldır bu dosyadan yargılanıyorlar. Bu dosyadan yargılandıkları için bir sürü fezlekenin içinde bu dosya olduğu için zaten tutuklular. Tahliye kararı verilen dosyanın içinde bunlar da var. Selahattin Demirtaş’a tahliye kararı veren mahkeme zaten bu dosyaya bakıyor. 6-8 Ekim’de ortaya çıkan tabloyu siyaseten HDP aleyhine kullanan iktidar bundan medet umuyor. 6-8 Ekim’in de eğer o gün orada suç varsa o suçun faili de bizzat devlettir. Orada yitirilen bütün canların hesabını sorduk.
Sürekli bize Yasin Börü’den bahsediyorlar. Yasin Börü’ye de biz sahip çıktık. Yasin Börü’nün neden nasıl katledildiğini araştırılmasını bizzat biz istedik. Araştırma önergelerini Meclis’e getirdik. Meclis’te o araştırma önergelerini reddeden kimdi? Sizdiniz? AKP’liler, MHP’liler sizdiniz, çünkü o suçun açığa çıkmasından korkuyordunuz. 6-8 Ekim’de katledilenlerin, o katledilen canların 48’i zaten HDP üyesiydi. Araştırılsın istedik ama araştırmayıp üstünü örterek bunu bize karşı bir siyasi araç halinde kullanıyorsunuz. Ceylanpınar işte bunun bir örneğidir; ortaya çıktı, nasıl olduğu ortaya çıktı. Bütün bunlardan siyasi komplonun tasvirini yapıyoruz. Nasıl bir siyasi komplo ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
4 Kasım tutuklamalarının neden hukuksuz olduğu, nasıl yasa dışı olduğu daha birkaç gün önce Strazburg’da tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. AİHM, Selahattin Demirtaş davasına baktı. Aslında bir yıl önce karar almıştı. Bu kararın uygulanması gerekirken Türkiye itiraz etti ve yüksek mahkemeye gitti. Yüksek Mahkeme’de bu dava görüldü. İbretlik bir davaydı. Oradaydım izledim. Bir ülke vatandaşının hicap duyacağı bir davaya tanıklık ettik. İnsan hakları alanında yapılmış ihlallerin boyutu Demirtaş davası özelinde ortaya çıktı, tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. AİHM, örnek bir davayı görüştü. Bir an önce kararın açıklanması ve yazılması gerekiyor. Buradaki her gecikme, adaletin gecikmesi aslında çok büyük mağduriyetlere yol açıyor, bu tür siyasi komploların da yolunu açıyor. AİHM’in bir an önce bu kararı yazıp açıklamasını bekliyoruz.
AİHM’de yargıçların sorduğu sorular aslında Türkiye’de hukukun içinde bulunduğu durumu ifade ediyordu. Durum budur. Biz oraya gittiğimizde Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi gerçekleşmişti ama tahliye edilmemişti. Yani salıverilmemişti, uzatıyorlardı. Dün gece o uzatmanın nedeni belli oldu. Apar topar bir kararla yeniden tutuklama çıktı. Hem de yargılanıp tahliye olduğu bir dosyadan dolayı yeniden tutuklama çıktı. Bu karşı karşıya olduğumuz yargının ne hale geldiğinin göstergesidir. Talimatlı bir yargı, talimatla çalışıyor. Ama biz inanıyoruz bu ülkede ahlaklı, onurlu yargıçlar var. Eninde sonunda bu ülkede adaleti sağlayacak bir irade ortaya çıkacaktır. Bugün talimatla hareket edenler mutlaka ama mutlaka adil bir yargılama düzeninde hesap verecekler. Diyorlar ya devri sabık yapmayın. Yapacağız mutlaka hesap soracağız. Bunca adaletsizliğin mutlaka hesabını soracağız.
Bu tecrit hukuku sürdüğü sürece, bu düzen sürdüğü sürece bu siyasi komplolar da siyasi darbeler de devam eder. Bu tecrit hukukunu, bu OHAL’ci anlayışı, bu kayyım rejimini bir an önce sonlandırmalıyız. Bunun için mücadelemize dünden daha fazla sarılarak, dünden daha kararlı bir şekilde devam etmeliyiz. Öyle de olacak. Öyle olduğunu bildikleri için de bu mücadeleyi HDP verdiği için de HDP’ye saldırmaya, HDP’yi yok etmeye çalışıyorlar ama başaramayacaklar.
İlginçtir dün gece bu rezalet yaşanırken yargı paketi konuşulmaya başlandı. Yargı paketi denen bir şeye baktık. Şu an yargının ihtiyaç duyduğu, acil olarak beklediği hiçbir şey yok içinde. 15 yıl avukatlık yapmış olanlara yeşil pasaport vereceklermiş. Bu mudur Türkiye’nin sorunu? Yani şu anda Türkiye’de yargı dediğinizde aklınıza bu mu gelir önce? Bu avukatlara yeşil pasaport verelim, Avrupa’da dolaşsınlar mı gelir? Başka bir şey gelmez mi? Yargılama sürecini kısaltacaklarmış, seri yargılama yapacaklarmış. Yargı anlayışı böyle kurgulanabilir mi? Onun kendine ait bir zamanlaması yok mudur? Sadece göz boyamaya yönelik bir hamle.
Vize muafiyeti dediğimiz meselede Avrupa’nın gözünü boyayacak, vize muafiyetini kazanacak ve ondan sonra da diyecekler ki bakın ne kadar demokratik bir ülkeyiz, Avrupa bile bizim yasalarımızın bir sorunu olmadığını teyit etti. Öyle vize muafiyeti filan alamazsınız. Yargı reformu gerçek anlamda bir reforma dönüşmediği sürece Türkiye bu içine sıkıştığı çöküşten kurtulamaz. Diyorlar ki “Yargı reformunu bütün partilere götüreceğiz ama HDP’ye değil.” Neden, neden diğer partilere götürüyorsunuz da HDP’ye getirmiyorsunuz paketi. Çıkmış bir vekilleri açıklama yapıyor, sen milletvekili misin, milletin vekiliysen halkın vekiliysen o meclisteysen o mecliste olmanın sorumluluğu ile hareket etmek zorunda değil misin? Ama sen milletvekili değilsin, sen çantacısın. Eline çantayı vermişler adres olarak neresini gösteriyorlarsa ancak oraya gidebiliyorsun. İşte talimatlı yargı, talimatlı sanatçı, talimatlı milletvekili.
Bu talimatlı anlayıştan kurtarmadığımız sürece Türkiye hiç bir sorununu çözemez. Bu talimatlı sistem de aslında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir. İktidar kendi partisi ve küçük ortağı ile Meclis’te de vesayeti uygulamakta ve orayı da kayyım düzeni ile yönetmeye çalışmaktadır. Bir kayyım düzeni vardır. Aramızda Sevgili Ahmet (Türk) Başkan var. Bu kayyım düzeninin ne olduğunu belki de en iyi kendileri teşhir ettiler. Bu kayyım düzeni bir talan bir soygun düzenidir. Ama bunlardan öte demokrasiye tahammül edemeyenlerin siyasi iradeyi her alanda gasp ettikleri bir düzendir. Siyasi iradeyi her alanda gasp etmeye devam ediyorlar. Sadece bizim kentlerimizde değil Türkiye’nin her yerinde her kurumunda aynı akıl çalışmaya devam ediyor. Akıl dedim ama hayır aynı akılsızlık çalışmaya devam ediyor. Her yere kayyım atayarak bu kayyımcı zihniyetleriyle iktidarlarını ayakta tutmaya, ya da iktidara tutunmaya çalışıyorlar. 1 ayı geçti 3 ildeki kayyım atamalarına dair hiçbir açıklama yok.
Tam tersine OHAL darbesinden sonra gelen kayyımların ne denli suç işlediklerini sayfa sayfa açıkladık. O suçun müsebbipleri hakkında hiç bir soruşturma yok. Bizim belediye eşbaşkanlarımızı görevden aldılar. Haklarında hiçbir soruşturma, suçlama yok. Göreve iade edilmeleri konusunda çağrı yapıyoruz, bu konuda da hiçbir hareket yok. Ne yapıyorlar; yine akla hayale gelmeyen yöntemlerle, uyduruk suçlamalarla kamuoyunda algı yönetmeye devam ediyorlar. Bir psikolojik savaş, algı yönetimi ile karşı karşıyayız. O denli yalan söylüyorlar ki kendileri bile inanmıyorlar. Hatta cumhurbaşkanının dün diye bir kavramı yok. Cumhurbaşkanı her sabah hayata sıfırdan başlar gibi başlıyor. Dün ettiği yalanların üzerine yeni yalanlar koymakta hiçbir tereddüt göstermiyor. Böyle bir duygu halinde yaşıyor. “Dün dündür bugün bugündür” sözünü bile boşa düşürecek kadar zaman mefhumunu kaybetmiş durumda.
Çıkıyor kentlere dair konuşuyor hem de İstanbul’da İstanbul Üniversitesinde konuşuyor. “Kentleri artık yatay mimariyle geliştirmeliyiz” diyor bütün o gökdelenleri diken kendisi değilmiş gibi. Aynı şeyi bugün yargıda da yapıyor. Kalkıp demokrasi ve yargı reformu dersi verirken yargıyı içine sürüklediği durumun müsebbibi bizzat kendisi değilmiş gibi konuşabiliyor. Bu artık tahammül edilemez bir noktayı işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kayyımcı bir rejimdir. Kayyım dışı bir yönetim kabiliyeti yoktur. Bir yönetememe haliyle karşı karşıyayız. Her yerde kriz derinleşiyor. Ekonomiye baktığımız da görüyorsunuz. Göz boyama rakamları dışında ekonomideki gerçekliğe baktığınızda işsizlik rakamları, yoksulluktaki dramatik gelişmeler tabloyu ortaya koyuyor. İşte kadın cinayetleri Ağustos’ta 440 kadın katledildi, hız kesmedi devam ediyor. Her yerde kadına şiddet, çözüm yok! Bu yönetememe halini başınızı nereye çevirirseniz görmeniz mümkün.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi aslında uydurulmuş bir sistem. Bu sistemle yol alınmayacağını gördük. Bir an önce bu konuda adımlar atmalıyız. Bir an önce Meclis iradesini ortaya koymalı, toplum iradesini ortaya koymalı. STK’lar, sendikalar, parlamentoda olmayan partiler, toplumun her kesimi bir an önce iradesini ortaya koymalı. Bu sistemle yol alınamayacağı bir gerçekliktir. Buna karşı mutlaka adımlar atılmalıdır. Meclis’i bir kez daha göreve çağırıyoruz, diğer tüm partilere de söylüyoruz: Gelin bu vesayetten kurtulun. Gelin yargı reformu konusunda sahici adımlar atalım, gerçek adımlar atalım. Her şeyden önce ifade ve düşünce özgürlüğü, özgür siyaset yapma hakkını sağlayacak adımların bir an önce atılması için bir çaba gösterelim. Gelen paketi fırsata çevirelim. Pakette olmayan ama olması gerekenleri gelin hep beraber bu parlamentodan bu vesayetçi akla rağmen geçirelim. Bakın bir TMK var, bu denli keyfi uygulanan bir kanun olamaz. Ağzınızdan çıkan her lafı, terör propagandası terör örgütü üyeliğine sokup, bütün ülkeyi terörize eden bir kanundur. Gelin bu kanundan kurtulalım. TMK paralel anayasa gibi çalışan bir yasadır.
Gelin adil yargılama hakkını sağlayacak adımlar yapalım. Bunu yapabiliriz. Birkaç maddede yapacağımız değişiklikler, Türkiye’de adalet adına çok önemli gelişmelere vesile olabilir. Gelin hasta mahpuslar hakkında adım atalım. Hasta olmasına rağmen tahliye olmadığı için cezaevinde yaşamını yitirenler var. En son Ağrı geçmiş dönem il eşbaşkanımız yaşamını yitirdi. Hasta olduğu bilindiği halde tahliye edilmedi. Binden fazla hasta tutsak var. Gelin cezaevinde yatan çocukların problemini çözelim, gelin annesi ile beraber yatmak zorunda olan çocukların problemini çözelim. Atılması gereken adımlar buralardır. Yoksa pasaport meselesi hiç değildir. Bu yüzden parlamentoyu yargı reformu konusunda ciddiyete ve sorumluluğa davet ediyoruz. Tüm vekilleri özgür iradeleri ile adalet sistemi üzerinde yargı sistemi üzerinde karar almaya davet ediyorum. Bunu parlamento yapabilir, bu adım sadece yargıda reform ile sınırlı kalmaz. Türkiye’nin tıkanmışlığının önünü açması içinde önemli bir adım olacaktır. Bu konuda gelecek hafta açılacak olan Meclis’te hazırlıklarımız var. Bu hazırlıkları meclise taşıyacağız. Onlar bizim kapımızı çalmasa da üzerimize düşen sorumluluğun gereğini, toplumun beklentilerini karşılayacak çalışmaları parlamentoda yapacağız.
Kapımızı çalmıyorlar diyorum ama kapımızı çalıyorlar. Diyarbakır il binamızın önüne geliyorlar. Kendisine İçişleri Bakanı diyen zat, gelmiş orada hiç yüzü kızarmadan gelip annelerin duygularını sömürmeye çalışıyor. O anneler tabii ki bize gelecek. Ben o konuda tereddütlü düşünmüyorum. Bütün anneler bize gelecek, Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, Şehit anneleri, bu ülkenin bütün anneleri HDP’ye gelecek tabii. Size gelecek halleri yok. Siz sabah akşam savaştan başka bir şey konuşmayan, üretemeyen bir partisiniz. Hiçbir anne sizden medet ummaz. Siz 17 yıldır bu ülkeye acı verdiniz, zulüm verdiniz. Siz 4 yıldır ülkeye tecrit verdiniz. Siz 4 yıldır bu ülkede bir çok annenin yüreğine acı saldınız. Bu acıları dindirmenin yolu tabii ki HDP’den geçiyor. Bu iktidarın yönetemediği her yerde HDP nasıl bir yönetimle bu sorunların aşılacağını çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Siz de bunu bildiğiniz için olmadık kurgularla HDP’yi hedef haline getirmek, HDP’yi suçlamak için, düşmanlaştırmak üzerinden siyaset yapmaya devam ediyorsunuz. Bu oyunu hep birlikte bozacağız. Sizin anneler üzerinden ortaya koyduğunuz oyunu annelerimizle, gençlerimizle bozacağız. İçişleri Bakanı ya da Aile Bakanı kapımıza geleceğine üzerine düşen sorumlulukların gereğini yerine getirsin. Mesela nereye gitsinler? Suruç’a, Emine Şenyaşar’a gitsinler gitsinler oradaki suçun failleri ile ilgilensinler. Bu ülkenin her yerinde suç fışkırırken İçişleri Bakanının bu Soylu yalanlar peşinden koşması aslında kendisini avutmaktan başka bir şey değildir. Bu ülkenin yeni bir hukuk düzenine, yeni bir sisteme ihtiyacı var. Şimdi bunu tartışmanın zamanıdır.
Bütün bu olanlara rağmen mücadelemiz sürecek, faşizme karşı mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Kararlı bir şekilde mücadelemizi sürdüreceğiz. Gelecek için yarın için müzakerelerimizi de sürdüreceğiz. Bir anayasa zemini yaratacağız, bir anayasa stratejisi ortaya koyacağız. Tüm toplumsal muhalefetle birlikte bu stratejiyi bir taahüde çevireceğiz. Bu taahhüt geleceğin iktidar taahhüdüdür. Demokrasi ittifakı dediğimiz şey geleceğin iktidar taahhüdüdür. Bu iktidar gidecek halkın iktidarı demokrasi ittifakında buluşanların iktidarı, emekçilerin, kadınların iktidarı bu ülkeye gelecek. Tüm bu adaletsizliği hep birlikte sonlandıracağız. Ben PM’de alınacak kararlar ile bu sürece önemli katkıların olacağına inanıyorum, hepinize başarılar diliyorum.
© Tüm hakları saklıdır.