10 Eylül 2018 14:00
TBMM Dışişleri Komisyon Başkanı Volkan Bozkır, İdlib’de olumsuz senaryo gerçekleşmesi durumunda Türkiye'nin kapılarını açmamayı ve göç dalgasını Suriye topraklarında oluşturulacak kamplara yerleştirmeyi planlandığını belirtti.
Bozkır, "Şayet bir göç dalgası olursa Suriye topraklarında çözüm üretmek için her türlü tedbiri alıyoruz. Orada düzeni kurabilecek imkân ve mekanizmalara sahibiz" diye konuştu.
Akşam'dan Pınar Işık Ardor'un sorularını yanıtları şöyle:
Gözler İdlib'te, tansiyon yüksek. Rusya ve Suriye rejim güçleri hafta başında saldırıya geçti, ardından Cuma günü, Tahran’da Türkiye, Rusya ve İran Devlet Başkanlarının katıldığı üçlü zirve toplandı. Zirve neyi değiştirdi? Önemi ne oldu?
Rusya, İran ve özellikle Türkiye, başından beri Suriye’de akan kanın durması ve çözümün sağlanması için samimi ve güçlü bir çaba ortaya koymakta. Amerika işin içinde güçlü bir şekilde yer almadığı için Suriye için oluşturulan koalisyon çok fazla etkili olamadı. Cenevre süreci de Suriye’nin geleceği ile ilgili başarılı sonuç alacak noktaya gelemedi. Ama Astana Zirvesi’nde bu 3 liderin aldıkları kararlar çözüme yönelik en önemli adımı teşkil etti. Arkasından Soçi’de alınan kararlar bir anlamda Cenevre sürecini de sonuç alınabilir hale getirdi. Astana ve Soçi’de bunları başarmış 3 lider bu kez Tahran’da, Suriye’deki gelişmelerle ilgili yeni kararlar aldılar. Zirve birçok yönüyle başarılı oldu. Bundan sonra uygulamasına bakacağız. İdlib’in ve bölgenin geleceği için, ateşkesin sağlanması ciddi önem taşıyor.
İdlib’e yönelik saldırılar sahadaki durumu daha da kötüleştiriyor. İdlib’in mevcut statüsünün korunması bu bakımdan gerekli.
İdlib, Suriye demografisinin küçük bir örneği gibi. Buradan teröristlerin temizlenmesinin titizlikle yapılması ve sivillerin can güvenliğini tehlikeye atacak adımlardan kaçınılması oldukça önemli. Bunun aksi yönünde adımlar terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürmek olacaktır. Sivil can kayıplarının yanında, yeni bir göç dalgasının başlaması, yaşanan insani krizi daha da derinleştirecektir.
Türkiye’nin, daha fazla sivil can kaybına tahammülü yoktur. Ayrıca, Türkiye’nin yeni bir göç akınını karşılayacak kapasitesi de dolmuştur. Ben inanıyorum ki, bu zirvede alınan kararlar, tarafların, özellikle de Türkiye’nin hassasiyetleri göz önünde bulundurularak uygulanacak ve Astana ruhuna yakışır bir şekilde süreç ilerletilecektir.
Peki, bu üç ülkenin çıkarları yok mu? Sadece insani olarak mı bakılacak olaya? Yani Türkiye’nin hassasiyet gösterdiği insani boyut dikkate alınacak mı? Öyle umut ediyoruz ama…
Ülke çıkarları var ama ülke sorumlulukları da var. Bu 3 ülke elini taşın atlına koymasaydı, bugün Suriye’de tablo çok daha kötü olurdu. 7 sene öncesine göre Suriye’de daha umut veren bir tablo yaşadığımızı söyleyebiliriz. Bir ara Suriye’nin yüzde 40’ı DEAŞ’ın elindeydi. Büyük çatışmalar yaşanıyordu. Türkiye’ye gelen 3 milyona ilaveten, Suriye içinde ve Ürdün ve Lübnan’a gidenlerle beraber 6 milyon kişi yerlerinden yurtlarından olmuştu. Bugün, bu açıdan bakıldığında, çok daha iyi bir tablo var. Dolayısıyla ülke menfaatleri olsa bile, bu 3 ülkenin aldığı sorumluluk, bu tabloyu değişme yoluna getirdi.
İdlib’de kimin kim olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla bir askeri harekâttan ziyade, önce orada temizlik yapılabilir. 30 bin HTŞ militanı ve özellikle lider kadroları sivillerden ayıklanabilir. Sonuçta askeri operasyona gerek kalmaz.
Peki, askeri operasyon, yani korkulan senaryo gerçekleşir ve devamında söylenen ABD’nin, Rusya'nın, İran'ın hatta bazı Avrupa ülkelerinin de içerisinde bulunacağı büyük bir çatışma ortamı olur mu?
Rusya’nın Suriye’de önem verdiği Hmeymim askeri hava üssüne daha önce İHA’larla ve dronelarla çok sayıda saldırı oldu. Rusya, terör örgütlerinin yerleştiği İdlib bölgesindeki alanlarla ilgili güvenlik tedbirlerini alacağını söylemişti. Dolayısıyla bu hafta başından itibaren başlatılan İdlib hava operasyonu, daha ziyade, terör örgütlerinin yerleşik olduğu bölgelere yönelik. Sınırlı bir operasyon.
İdlib’i 2015 yılında, farklı silahlı örgütlerin kurduğu ve bünyesinde El Nusra’nın da bulunduğu çatı örgütü Fetih Ordusu ele geçirdi. Ancak günümüze kadar diğer bölgelerden oraya intikal eden terör grupları da oldu. Astana’da bu gerginliği azaltmak için 4 Gerginliği Azaltma Bölgesi (GAB) oluşturuldu. 4 bölgenin biri de İdlib. İdlib’de de bizim askerlerimiz gözetleme görevi yapmak üzere 12 noktada konuşlandırıldı. Ancak, diğer 3 bölge Doğu Guta, Kuzey Humus ve Deraa-Kuneytra, bilahare tamamen Suriye rejimi tarafından ele geçirildi. Burada yerleşik terör militanları ve sivil halk İdlib’e göç etti. İdlib küçük bir kasaba iken şu anda 3,5 milyon nüfuslu bir şehir haline geldi. Türkiye’nin 28 Ağustos’ta terör örgütü olarak ilan ettiği ve El Nusra’nın yeni formatı olan Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) terör grubu şu an İdlib’e tamamen yerleşmiş durumda. 30 bin militanı olduğundan bahsediliyor.
‘28 Ağustos’ta terör grubu olarak kabul ettik’ dediniz. Türkiye’yi tehdit eden bir grup olarak değerlendirebilir miyiz? DEAŞ ya da YPG/PYD gibi mi?
El Kaide örgütünün Suriye ayağı El Nusra’dır. Heyet Tahrir el-Şam, El Nusra’nın yeni ismidir. Tam bir terör örgütüdür. DEAŞ terör örgütü bugün artık yok olmaya doğru gidiyor. Onlardan da bunlara katılmış olanlar alabilir. İdlib’de böyle bir karmaşıklık var. Biz diyoruz ki; terör örgütü militanları var ama İdlib’e hava saldırısı ya da askeri harekât olursa burada masum insanlar var. Bu saldırıda çok sayıda masum insan hayatını kaybedebilir. Ve belki büyük bir göç dalgasına neden olabilir. Bu göç dalgası için 800 bin 1 milyon rakamı ifade ediliyor.
Bekliyoruz değil mi? Peki kapılarımızı açıyor muyuz?
Olumsuz senaryo gerçekleşirse, yeni bir göç dalgası olabilir. Ama kapılarımızı açmamayı ve göç dalgasını Suriye topraklarında oluşturulacak kamplara yerleştirmeyi planlıyoruz. Ülkemize daha önceki göç dalgasında gelen Suriyeliler de, İdlib ve Reyhanlı üzerinden Türkiye’ye geldiler. Terör örgütü unsurları da Türkiye’ye zamanında aynı bölgeden girdiler. Bu kez bu riski almayacağız. Şayet bir göç dalgası olursa da buna Suriye topraklarında çözüm üretmek için her türlü tedbiri alıyoruz.
Güvenli bölgede askerlerimiz var. 12 gözetleme birimimiz var. Onlara yönelik bir tehlike olmaz. Esas sorun Türkiye hududuna çok büyük sayıda insanın bombardımandan kaçarak gelmesidir. Onu da Suriye hududu içinde onlarla ilgili konaklayacakları imkânlar sağlayarak Türkiye’de yapacaklarımızı orada yaparak karşılamayı düşünüyoruz. Ama inşallah olumsuz senaryo gerçekleşmeyecek ve bunların hiçbiri ortaya çıkmayacak.
Dünya savaşı senaryosu için ne düşünüyorsunuz?
Dünya Savaşı aşırı ve sorumsuz bir senaryo. Maalesef bilgi kirliliği dünyada ve Türkiye’de çok fazla. Dünya savaşı ciddi bir şey, kolayca dillendirilmemeli. Bu kadar sofistike silahların mevcut olduğu, bu kadar karmaşık yapıların olduğu, süper güç dengelerinin tamamen değişmiş olduğu bir dünyada, dünya savaşından bahsetmek tamamen yanlış ve tehlikeli bir yaklaşım olur.
Ayrıca, bu sofistike silahlar ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabilecekse de, aslında bir “dehşet dengesini” de sağlıyor. Yani bu sofistike silahların kullanılmaması için bir denge var. Kullandığınız anda iki tarafı da tahrip edecek olması bu dengeyi sağlıyor. Dolayısıyla dünya savaşının sö z konusu olmadığını, insanlığın sağduyusunu bu denli yitirmediğini düşünüyorum. Ancak, bölgesel çerçevede, insanların öldüğü, insanların göçe zorlandığı bir tablo, sınırlı bir bölgede de olsa, bütün dünyayı etkileyebilecek bir sonuç ortaya çıkarır. 1 milyon kişinin göç etmesi ve yurtlarından olması, sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Ucu Avrupa’ya da, Kanada’ya da, dünyanın başka yerlerine de gidiyor.
Avrupa bu işin neresinde?
AB, daha önceki büyük göç dalgasından çok korktu. O zaman hatırlayacaksınız AB Konsey Başkanı ve Alman Şansölyesi 8 ayda 5 kere Türkiye’ye geldi. Ancak, Türkiye güçlü bir şekilde önlem alınca ve Avrupa, Yunanistan sonrasında duvarlar, tel örgüler, polis kontrolleri sağlayınca, bu tür bir göç dalgası bir daha olmaz dediler. İdlib’de bu yeni durum nedeniyle, tekrar tehlike sinyalleri ortaya çıkınca, Avrupa’da yine aynı panik havasını seziyoruz. Demek ki duvarlar, tel örgülerle bu önlenemiyor. Öyle bir dalga gelebiliyor ki ne duvar bırakıyor ne başka bir şey. Neticede duvarın öbür tarafında ölen insanları, zor durumdaki insanları gördüğünüzde, kamu vicdanı da rahatsız oluyor ve onlarla ilgili bir şeyler yapmak zorunda kalıyorsunuz. Türkiye’nin böyle bir sıkıntısı yok. Türkiye çok tecrübeli. Zor durumdaki 3 milyondan fazla insanı aldık, yıllardır barındırdık. Ayrıca aradaki göç dalgalarında, Suriye içinde kamplar kurduk. Fırat Kalkanı Harekâtı sonrasında ülkemizden Cerablus’a 180.000, Zeytindalı Harekâtı sonrasında Afrin’e 80.000 Suriyeli geri döndü. İdlip’te huzur ortamı sağlanırsa, buraya da çok sayıda geri dönüş olur.
Ama daha fazla almayalım diyoruz sanırım.
Sn. Cumhurbaşkanımızın Tahran Zirvesi’nde de belirttiği gibi, Türkiye’nin yeniden bir göçü üstlenme kapasitesi yok. Ancak, Suriye topraklarında da aynı düzeni kurabilecek imkân ve mekanizmalara sahibiz.
‘12 gözlem noktası’ dediniz. Biz askeri güç olarak İdlib’de konuşlanmış durumdayız. Bir gücümüz olduğu kesin. Türkiye’nin bu anlamda elinde caydırıcı argümanları var mı? Biz arabuluculuk mu üstleneceğiz yoksa…
Hayır, biz bu 3 ülke arasında arabulucu rolünde değiliz. Bilakis bölgede sorumluluk almış 3 ülkeden biriyiz. Rusya, İran ne kadar bölgedeyse, Türkiye de bölgede. 400 senelik ortak tarihimizin olduğu topraklar. Dolayısıyla bizim burada arabulucu gibi bir fonksiyonumuz söz konusu olamaz. Bunu Finlandiya gibi bir ülke yapabilir mesela. Burada yeni oluşacak tablonun mutlaka ve mutlaka Türkiye’nin katkısı ve onayıyla olması gereklidir. Suriye bakımından, Rusya ve İran gibi tarihi derinliği olan, tecrübeli ve diplomasiyi adeta bir satranç mahareti içinde oynayan akıllı iki ülkeyle bu süreci yürütüyor olmamız bir avantajdır.
Dolayısıyla burada sıkıntıları izah ettiğiniz, formüller paylaşıldığında, bunu anlayabilecek, sorumluluk alabilecek ve karşılığında da etkili formüller üretebilecek 3 ülke var. 3 lider arasında da ayrıca özel bir güven ilişkisi var. Sn. Cumhurbaşkanımız, Sn. Putin ve Sn. Ruhani birçok olayda birlikte kararlar alırken ortaya çıkmış bir güven bu. Birbirleriyle her şeyi rahatça konuşabilen 3 lider. Bunu Tahran Zirvesi’nde de gördük zaten.
Bu görüntü Amerika’yı rahatsız ediyor mu? 3’lü güven veren yeni bir zirve. ‘Buradaki çatışma ortamı en çok Amerika’ya yarar’ görüşüne katılıyor musunuz?
Trump devlet başkanı olduktan sonra ‘ben neden Suriye’de yokum’ diye düşünmeye başladı. Oysa “Sen Suriye’de yoksun, çünkü sen olman gereken zamanda orada yoktun.” ABD olması gereken noktada Suriye’de gücünü göstermiş olsaydı, bugünkü tablo ortaya çıkmaz, Suriye bu kadar bölünmezdi. Rusya, Suriye’de bu kadar güçlü olmaz, İran bu kadar mevcut olmazdı. Türkiye kendi güvenliğini sağlamak için Afrin ve Fırat Kalkanı operasyonlarını yapmak zorunda kalmazdı. Amerika’nın yanlışlığı buradan kaynaklı. Amerika aslında Suriye’de en güçlü partneri Türkiye olabilecekken yanlış gruplarla dönüşünü sağlama yolunu tercih etti. PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD ile işbirliği yapıp bazı bölgelerde güç gösterisi yapmak yerine, rahatlıkla Türkiye ile işbirliği yapabilirdi. Hala da bu mümkün.
Afrin operasyonunu yapmasaydık Türkiye’nin güneyinde bin yıl boyunca hiçbir zaman demografik çoğunluğa sahip olmamış bir grubun hegemonyası gerçekleşmiş olacaktı. Suriye’de bin yıl boyunca Kürtler, Türkmenler, Hristiyanlar, Araplar bir arada var olmuştur. Bu gruplar hep bir arada yaşamışlardır. Şimdi ABD bir zorlamayla, sanki o bölgede hiç Türkmen, Hristiyan, Arap yokmuş, sadece Kürtler varmış ve buradan Türkiye’nin güneyinde bir kuşak yaratalım gibi bir zihniyetle yaklaştı. Türkiye’nin gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı operasyonu, bunu ilk kesen operasyondur. Kuşağı ortasından böldü. O operasyon sayesinde DEAŞ ilk büyük darbeyi aldı ve sonrasında tutunamadı.
Afrin operasyonunu da biz gerçekleştirmek mecburiyetindeydik. Türkiye’ye en büyük terör tehdidi oradan geliyordu. Amerika orada da yanlış bir değerlendirme daha yaptı. ‘PYD burada Türkiye’yi aylarca, yıllarca oyalar. Çok büyük insan kayıpları olur.’ diye düşündü. Ama Afrin’i 52 günde olağanüstü bir başarıyla temizledik. Ve Amerika şaşırdı. Rakka’yı birlikte yapsaydık bugün Afrin gibi tertemiz bir şehir olurdu. Ama şu anda harabe. PYD ile yaptığı için… Afrin operasyonu bir dönüm noktası oldu. Amerika anladı ki; Türkiye’yle işbirliği yapmak mecburiyetinde. O yüzden biz Amerika’yla Haziran’da mutabakat sağladık. Bu mutabakata göre Mümbiç’den PYD tamamen temizlenecek. Fırat’ın batısının PYD’den tamamen temizlenmesi bizim için hayatidir
Geçelim AB adımlarımıza. AB ile atılım sürecini ileriye taşımak amacıyla kurulan Reform Eylem Grubu üç yıl sonra ilk kez toplandı. Amaç; ilişkileri yeniden canlandıracak yol haritasını belirlemek. Peki, ne oldu da Türkiye, yüzünü yeniden AB’ye çevirdi?
Bizim AB’den yüzümüz başka tarafa hiç dönmedi. Bizim için stratejik hedef hep Avrupa Birliği üyeliği oldu. Ama bu karşılıklı olmak zorunda. Türkiye, son dönemde AB ilişiklerinde 2 noktada travma yaşadı. Biri vize süreciydi. En son noktaya geldiğimiz anda, Türkiye’nin o günkü şartlarında gündeme bile getirmesi mümkün olmayan bir konuyu, terörle mücadele yasası değişikliğini şart olarak önümüze getirdiler.
AB bunu bahane olarak mı yaptı?
Aslında, başka bir konjonktürde ortaya çıkmış kriterler içinde terörle mücadele yasası değişikliği vardı. Ama Türkiye zaten terörle mücadele yasasını bu reform sürecinde değiştirmişti. O noktada yasayı değiştirmemiz gereken bir durum da yoktu. Fakat AB tarafı, bunu kesinlikle değiştireceksiniz deyince, o günün şartlarında bu, siyasetin gündeminde olmaması gereken bir konuydu. Çünkü terör saldırıları vardı. Çok sayıda insanımızı bu terör saldırılarında yitirmiştik. Vize sürecini tamamen bitirdiler. Bu bir travma oldu.
Birkaç ay sonra 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü geldi. 50 gün AB’den kimse gelmedi Türkiye’ye. Gelmediği gibi, çok güçlü şekilde Türkiye’nin ve demokrasinin yanında da yer almadılar. Dolayısıyla bu iki gelişme Türkiye’de gerçekten rahatsızlık ve travma yarattı. İlişkileri tekrar toparlamamız zaman aldı. AB de gördü ki Türkiye ’siz bu iş yürümeyecek. Suriye’de sıkıntı oluyor Türkiye, ABD’yle sorun yaşanıyor Türkiye… Çözüm hep Türkiye. Sorun yaratan değil, mevcut sorunlarda güvenilir bir ortak olacak ve sorunun çözümüne gerçek katkı sağlayacak ülke kimdir diye baktıklarında hep Türkiye’yi görüyorlar.
Macron stratejik ortaklık dedi. Nedir bu? Kabul eder miyiz?
Bizim ilk defa duyduğumuz laflar değil. Merkel de ‘imtiyazlı ortaklık’ dedi yıllarca. Biz Türkiye olarak 50 küsur yıldır bu işe baş koyduk, büyük enerji harcadık. Bu kadar emekten sonra imtiyazlı ortaklık Almanya’yla olur, stratejik ortaklık Fransa’yla olur, ama AB’yle olamaz. Fransa’nın bugün Türkiye’yle sorunu yok, ama kendi iç politika mülahazalarıyla ile böyle beyanat verme ihtiyacı hissedebiliyor.
Dolayısıyla bizim ilişkileri yürütürken basın yoluyla mesajlarla başarı sağlamamız mümkün değil. AB ve ABD ilişkilerinde, düzeltmeye bir koreografi dâhilinde başlamak lazım. “Ben bunları yapabilirim. Sen de şunları yapıyorsun. Bunlar içinde şunlar örtüşüyor. Bunların ne kadarını kamuoyu ile paylaşalım, ne zaman açıklayalım” şeklinde üzerinde mutabık kalınacak bir koreografi. Ayrıca, kamuoylarında olması mümkün olandan fazla beklenti yaratmamak lazım. O zaman hayal kırıklığı artıyor. Vize konusunda çok büyük beklenti oluştu. Temasları ve sağlanan ilerlemeleri, bir noktaya getirilmeden, bütün boyutlarıyla kamuoyu ile paylaşmak doğru değil.
Partnerleriniz de sizinle aynı fikirde mi?
Bunu konuşuyoruz. Diplomasinin temeli buna dayanır. Bazı önemli konularda mahremiyet ve ketumiyet önemli.
Şimdi biz vizenin kalkması için kaç kriteri daha hayata geçireceğiz?
Çok muğlak ifadelerle yazılmış bu bahsi geçen 72 kriter. 67si tamamlandı. Ancak, bu muğlak yazılım, bitti noktasına gelindiğinde bile sıkıntı yaratabiliyor. Mesela terörle mücadele yasasında değişiklik diyor. Ne yapılacağını söylemiyor. Terörle mücadele yasasındaki değişiklikleri biz yaptık. Avrupa ülkelerinin hemen hemen tamamında nasıl yazılmışsa kanunda bizde de aynı şekildedir. Buradan başka bir noktaya götürdüğünüz zaman önlemek için yapıyorsunuzdur. Mesela kişisel verilerin korunması kanununu biz değiştirdik. Diyorlar ki tam olarak olmamış. Kişisel verileri koruma kanununu değiştirirken tüm Avrupa ülkelerinin benzer yasalarına baktık. Bizim ülkemizin kanunu birçok ülkeninkinden daha iyidir. OHAL’i kaldırdık, şimdi de OHAL’i kaldırdınız yerine ne getirdiniz diyebilirler. Fransa’da OHAL vardı. Kaldırırken Fransa da aynı tür yasaları getirdi mesela.
© Tüm hakları saklıdır.