Gündem

TBMM'de açıklandı, ancak gazeteciler yazınca 'suç' oldu: Yeni Çağ, Oda TV ve Yeni Yaşam gazetecilerini yan yana yargılayan dava başlıyor

22 Haziran 2020 20:45

Türkiye’de gazeteciler haberleri nedeniyle yargılanmaya devam ediyor. Yapılan haberlerin yargı konusu olması gündemden düşmüyor.

Libya’da hayatını kaybeden MİT mensubuyla ilgili haber yaptıkları gerekçesiyle Yeniçağ yazarı ve Oda TV yöneticileri ile özellikle Kürt sorunu ve milliyetçilik konularında yayın çizgileri taban tabana zıt olan Yeni Yaşam gazetesi yöneticilerinin yan yana sanık sandalyesine oturtulduğu davanın ilk duruşması 23 Haziran'da Çağlayan Adliyesi'nde görülecek.

Cenaze haberiyle başladı

5 Mart 2020’de gece baskınıyla başlayan süreçte ilk olarak Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu evinden gözaltına alındı. Terkoğlu’nun ardından haberi yapan muhabir Hülya Kılınç Manisa’da gözaltına alınarak İstanbul’a getirildi. İki gazetecinin tutuklanmasının ardından sıra Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Yeni Yaşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser ve Yeniçağ Murat Ağırel’e geldi. 4 gazeteci ayrı ayrı ifadeye çağrıldı. Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan aynı gün tutuklanırken, diğer gazeteciler serbest bırakıldı. Ertesi gün yani 8 Mart’ta tutuklandılar.

Murat Ağırel tutuklanma kararıyla ilgili ilk açıklamasında “Türkiye Cumhuriyeti devleti Pelikan’lardan çok daha büyük” sözleriyle soruşturmanın siyasi yönüne vurgu yaptı.

Soruşturma daha sonra genişletildi. Birgün gazetesi muhabiri Erk Acarer ve MİT mensubunun cenaze töreninin fotoğrafının kaynağı olduğu belirtilen Akhisar Belediyesi’nin basın biriminde görevli Eren Ekinci de aynı dosyaya dahil edildi.

Gazetecilerden şikayetçi olan kurum MİT oldu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın suç duyurusu 04.03.2020 tarihli. Yani Barış Terkoğlu’nun gözaltına alındığı tarihten bir gün önce…

MİT şikayet dilekçesinde “mezkur haberde paylaşılan cenaze görüntülerinde merhum dışında başka MİT personelinin de fotoğraflarına yer verilerek deşifrelerine yol açıldığı” iddia ediliyordu.

Ümit Özdağ isimleri zaten vermişti

Oysa İyi Parti Milletvekili Ümit Özdağ 26 Şubat'ta yani Odatv'de çıkan MİT mensubunun cenaze haberinden günler öncesinde iki MİT mensubunun adını vererek " Libya'da limanda bombalanmaya çalışılan bir geminin yanında deponun vurulması sonucu şehit olmuşlardır" demişti. Yani Özdağ kamuoyuna Libya'da hayatını kaybeden MİT mensuplarıyla ilgili zaten açıklama yapmıştı. 

Soruşturmayı yürüten savcı Yasin Erkal ve Başsavcı Vekili Hasan Yılmaz ve İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın ‘Görüldü’ imzasının olduğu 23. 04. 2020 tarihli iddianamede gazeteciler iki ayrı suçtan suçlanıyorlardı.

Türk Ceza Kanunu'nun  329/1. maddesinde yer alan "devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklamak", MİT Kanunu'nun 27. maddesi gereğince "istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etmek"...

OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan 15 Mayıs’ta Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında iddianamedeki suçlamalarla ilgili şöyle demişti:

MİT Kanunu’na muhalefetten tutuklandık. İçeride tutmak için özel yasa çıkarmalarına rağmen, yatarımız” yoktu. Hem de daha hafif” olan asliye ceza mahkemesinde yargılanmamız gerekiyordu. Bizi hedef seçenler için olmazdı bunlar. Formül Türk Ceza Kanunu’ndan (TCK) bulundu. Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçundan, yani TCK 329’dan da ceza istendi. Böylece iki ayrı suçlamayla, 19 yıla kadar hapis istemiyle, ağır ceza mahkemesinde yargılanacağız.”

Barış Pehlivan’ın sözünü ettiği düzenleme cezaevlerinden 90 bin hükümlünün tahliyesini sağlayacak infaz yasasıyla ilgili AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan ve AKP Milletvekilleri Oya Eronat, Recep Özel, Jülide İskenderoğlu, Ali Özkaya'nın son anda verdiği değişiklik önergesiyle ilgiliydi. Zira son anda verilen önerge ile “Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununa karşı suçlar” da kapsam dışında tutuldu.

İddianamede dikkati çeken bölümler

52 sayfalık iddianame sık tekrarlardan oluşuyor. İddianamenin iddiası “MİT mensuplarının kimlik bilgileri, fotoğrafları ve cenazeye katılan diğer MİT mensuplarının görüntülerinin bir plan dahilinde, sistematik ve koordineli biçimde ifşa edilmesi”…

Oysa Akhisar Belediyesi basın biriminde çalışan Eren Ekinci savcılık ifadesinde  “Akhisar Belediyesi basın biriminde çalıştığını, cenaze törenine belediye başkanıyla birlikte katıldığını, törende görevi gereği fotoğraflar çektiğini, fakat şehidin ailesinin konunun hassas olduğunu beyan etmesi üzerine başka fotoğraf çekmeyerek yayınlamadığını, cenazeden yaklaşık 10 gün sonra Hülya Kılınç’ın kendisini arayarak şehit cenazesine ilişkin elinde fotoğraf olup olmadığını sorduğunu, bunun üzerine Hülya Kılınç’a Whatsapp üzerinden 2 fotoğraf gönderdiğini, gönderdiği fotoğraflardan tabut taşınırken çekilen fotoğrafın haberde yayınlandığını, diğerinin yayınlanmadığını, şehidin MİT mensubu olduğunu bilmediğini” söylemişti.

Belediye başkanının, kamu görevlileri ve vatandaşların katıldığı cenaze törenin fotoğraflarının çekilmesi, paylaşılması iddiaya göre bir ‘plan’ dahilindeydi!

Gazetecilerin avukatları da söz konusu dosyada ‘tanık’ olarak bulunan muhtarın kendi Facebook hesabından cenaze törenine çağrı yaptığını söyledi.

Plan dahilinde olduğu’ iddiasının kanıtı yoktu.

İddianamede referans verilen akademisyen

İddianamede dikkate çeken başka bir şey de, Meclis’ten geçen Libya Tezkeresi’ne atıf yapılmasıydı:

Haber yapılmasına yönelik suçlama “Libya Ülkesi’nde faaliyet yürüten Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı’nın faaliyetleri ve Şubat 2020 tarihinde şehit düşen Teşkilat mensuplarının kimlik bilgileri ilgili kanun maddeleri uyarınca yetkili merciler tarafından kamuoyuna açıklanmayarak gizli tutulmuştur” gerekçesine dayandırılıyordu.

İddianamede dikkat çeken bir diğer nokta 4 kez aynı akademisyenin referans gösterilmesiydi. Akademisyen Murat Balcı’nın ‘Siyasal veya Askeri Casusluk Suçu’ kitabı TCK 329. maddesinden suçlanmaların dayanağı olarak sunuldu. Yani ‘devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklamak’ suçlamasına.

Akademisyen Murat Balcı, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde öğretim üyesi.

Prof. Murat Balcı, 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ‘Gazi’ ünvanı verilmesi gerektiğini söyleyen bir isim.

Balcı aynı zamanda Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Başkanı.

Balcı aynı zamanda Türkiye Emlak Katılım Bankası Yönetim Kurulu Üyesi.

 

Yine iddianamede Murat Ağırel’in “suça konu paylaşımı yaptığı gün saat 14:46’da Sputnik haber ajansına ait sabit numaralı telefonla 914 saniye (15 dakika 14 saniye) görüşme yapması” ‘şüpheli’ bulunmuş. Oysa gerçek şu ki, Murat Ağırel iddianamede belirtilen tarih ve saatte Sputnik’teki yayına kitabı Sarmal’la ilgili olarak bağlandı.

Tutuklu gazeteciler 24 Haziran’da ilk kez mahkeme karşısına çıkacaklar.

Soruşturmaya ilişkin detayların iktidara yakın gazeteler tarafından sızdırılması, iddianameye avukatlardan önce belli gazetecilerin ulaşması Gülen Cemaati taktiklerini hatırlatan dosyada birbirinden çok farklı yayın çizgilerine sahip haber mecralarında gazetecilik yapan isimler, aynı suçlamadan yargılanacaklar.

İddianamede 3 imzanın yani; soruşturma savcısı ile birlikte İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcının imzasının olması, dosyanın kapanmadığı ve soruşturmanın sürdüğü vurgusunun hem mahkeme sürecini hem de sonrasındaki gelişmeleri nasıl etkileyeceği zaman içinde ortaya çıkacak.

Avukat Celal Ülgen’e göre bir iddianamede 3 imzanın bulunması karşılaşılmayan bir durumdu.

Yine iddianamenin MİT’in suç duyurusuna atıfla “Haberlerdeki hususların ifade özgürlüğü ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı” iddiası, tıpkı yayın çizgisinin bile konu edildiği Cumhuriyet gazetesi davasında olduğu gibi, gazetecilik faaliyetinin sınırlarının ‘sınırına’, yargının bakışını bir kez daha ortaya koydu.

 

Ahmet Şık-İstanbul Milletvekili

Gazeteciliğin de yargılandığı politik bir dava. Kanuni bir dava zira kanun sınırını aşma iddiası var ama iddianame gösteriyor ki hukuki bir dava değil. Cemaat’in yargıya hakim olduğu dönemdeki geleneğin bir devamı olarak hazırlanmış. Siyasi bir dava olduğunun kanıtı iddianamenin 3 imza ile karşımıza çıkması. Hasan Yılmaz ve İrfan Fidan’ı Cumhuriyet gazetesi, Gezi davasında görüyoruz. Murat Aksoy’un tahliye sonrası yeniden tutuklanmasında görüyoruz. Hukuku katletme anlamında failleri gösteriyor.

Muhalif ulusalcı kesime seslenen OdaTV, İyi Parti tabanına seslenen Yeniçağ ve HDP tabanına seslenen Yeni Yaşam gazeteleri aynı torbaya konuyor. ‘Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri açıklama’ iddiasıyla tutuklanan OdaTV Ankara Temsilcisi Müyesser Yıldız’ın tutuklanmasını da eklediğimizde acaba ne oluyor sorusu geliyor insanın aklına. Tıpkı Ergenekon sürecinde Gülen Cemaati’nin yaptığı gibi yeni bir torba davanın geldiğini düşünüyorum. Bir planın parçası olduğunu düşünüyorum. Ama o planın ne olduğunu bilmiyorum.

Libya’da AKP’ye biçilen rolle ilgili her hangi bir habercilik faaliyetiyle ilgilenilmesin istiyorlar. Troller Engin Altay’ın Libya’yı gündeme getirmesini hedef aldılar. Bu soruşturmalar esas olarak Libya ile ilgili. İddianamede buna atıf yapılması bundan.  

 

 

 

 

Timur Soykan-Gazeteci (Haberin Var Mı?)

24 Haziran’da ilk duruşması görülecek gazeteciler davası da istibdat döneminin Başkanlık Sistemi versiyonu olarak tanımlanabilir. Özellikle Fethullahçılardan boşalan devlet kadrolarına yeni tarikat ya da örgütlenmelerin yerleştirildiğini yazan gazetecilerin hedef seçilmesi gerçeği açık şekilde ortaya koyuyor. Geçmişte Fethullahçıların kendilerini deşifre edenlere yönelik hamleleri adeta kopyalanıyor. Yine iktidar yandaşı kalemlerin karalamalarıyla operasyonun sinyali veriliyor, sabaha karşı polis gazetecinin kapısına dayanıyor. Yine haberler bahane edilerek gazetecilik suça dönüştürülüyor. Uzun tutukluluk ceza haline getiriliyor. Yine iddianame avukatlar bile görmeden yandaş medyaya servis ediliyor. Eskiden olduğu gibi henüz dava başlamadan iddianamenin içindeki çok sayıda mesnetsiz iddia çürüyor ama tahliye talepleri reddediliyor. Geçmişteki kumpaslarla tek fark ise artık sahte delillere ihtiyaç bile duyulmaması.

Geçmişte pek çok kumpas yargılamaya tanıklık etmenin deneyimi ile şunu söyleyebilirim: Bu tarz iddianamelerin ortak özelliği niyet okumaya dayanması oluyor. Aslında bu; bir delil ya da suç bulamamanın çaresizliğini ortaya koyuyor. Savcı senaryoyu dayanaksız yazmak zorunda kaldığı için böyle metinler ortaya çıkıyor.

Öncelikle MİT mensubunun ifşa edilmesi gibi bir durum söz konusu değil. Suçlama konusu yapılan haberlerden günlerce önce sosyal medyada Libya’daki saldırı ve hayatını kaybeden MİT mensupları hakkında çok sayıda paylaşım yapıldı. Cenaze töreninin düzenlendiği köyün muhtarı MİT mensuplarının fotoğraf ve isimlerini sosyal medyada paylaştı. MİT mensubunun devre arkadaşları törendeki çelenklerinin fotoğrafını sosyal medya hesaplarına koydu. Meclis’te milletvekili basın toplantısıyla bilgiler verdi ve bunlar onlarca internet sitesi, gazete, TV’de yayınlandı.

Suçlama konusu yapılan haberlerden birinde MİT mensubu bilgisi bile yer almıyor. ‘İfşa’ suçlaması yöneltilen cenaze töreniyle ilgili bir haberde ise MİT mensubunun adı ve soyadı ilk harflerle kodlanmış, törenin yapıldığı köyün adı bile yazılmamış,

Bunlar gösteriyor ki bu haberler bahane. Amaç; gazetecileri susturmak…  

Öncelikle tertemiz gazeteci arkadaşlarımızın yalanlarla, iftiralarla karalanmak istenmesine, hapsedilmesine karşı duruyoruz. Onların özgür bırakılmasını istiyoruz. Adalet istiyoruz. Gazeteciliğin suç olmadığı bir ülkede mesleğimizi yapmak istiyoruz.          

Biz gazeteciler için gerçeği halka ulaştırmak mesleki onurumuz. Bunu yapmazsak, bunu korumazsak mesleğimize ve topluma ihanet etmiş oluruz. Basın özgürlüğünü, halkın haber alma hakkını, haber olma hakkını savunmaya çalışıyoruz.

 

Erol Önderoğlu (RSF Türkiye Temsilcisi)

Devletin otoriterleşen bir yapı olarak sadece destekçi gazetecilerle ilişki kurduğu, eleştirel medya temsilcilerini bırakın bilgilendirmeyi medya sahasında tasfiye edilecek unsurlar olarak gördüğünün göstergesidir. Devlet, ‘tekzip’, ‘basın bildirisi’ veya ‘görüş bildirme’ yoluyla bilgilendirmediği bu habercileri düşman olarak gördüğünden tutuklamayı reva görüyor. Son 10 yılda iyice ivme kazanan bu baskının toplumu susturma özelliği internet medyasının etkinlik kazanması nedeniyle sınırlı oldu. Avrupa’da da gazetecilerin gizlilik addedilen konuları araştırması kolay kolay sindirilmez ancak Türkiye’de, halkın bilmesinde zorunluluk dahi olsa, sırf “sen bu bilgiyi nereden aldın?” tutumundan hareketle sistemli tutuklamalarla had bildirme keyfiyetine gidildiğine tanık oluyoruz. İstisnai düzenlemeler olarak bakılması gereken Sermaye Piyasaları Kanunu, MİT Kanunu, ‘devlete ait gizli bilgileri açıklamak’ vb düzenlemelerin son yıllarda peşi sıra turneye çıkması bir tesadüf değil, otoriterliğin medya camiasına dayatılmasının temel araçlarındandır.

Baskı süreci, örneğin Basın Kanunu'nun 12. maddesinde güvence altına alındığı söylenen gazetecilerin "haber kaynaklarını gizli tutma" hakkının ihlal edilmesine ilişkin zerre endişe yaşanmaksızın, "telefonda konuştun ama haber yapmadın" pişkinliğine kadar vardı. Artık Türkiye'de hiç gazeteci güvende değil.