Politika

'Tayyip Bey Diyarbakır’ı alırsa, DTP biter'

Hilmi Yavuz’a göre, AKP’nin ‘devletçi’ politikası ya da CHP’nin ‘çarşaf açılımı’ ‘değişim’in değil, gündelik siyasetin sonucu.

27 Kasım 2008 02:00

Hilmi Yavuz’a göre, AKP’nin ‘devletçi’ politikası ya da CHP’nin ‘çarşaf açılımı’ ‘değişim’in değil, gündelik siyasetin sonucu. Çünkü Türkiye’deki partilerin bir ‘öz’ü, kimliği yok. CHP, yıllardır karşı çıktığı İslami sembolleri AKP gibi benimseyip laiklikten vazgeçiyor. Başbakan Diyarbakır’ı almak için CHP’den daha devletçi olabiliyor.

Akşam gazetesinden Mehmet Kenan Kaya'nın Hilmi Yavuzla yaptığı söyleşi şöyle:


The Marmara’nın kafesi, Hilmi Yavuz’un ikinci evi gibiydi. Bu tür konuşmaları, yıllarca hep o kafenin masalarında yaptık. Ama sonunda The Marmara da ‘değişim’e ayak uydurdu ve ‘Kitchenett’ adlı soğuk bir yere dönüştü. Hoca’ya telefonda nerede buluşacağımızı sorunca, “The Marmara’nın lobisine gel” dedi. Ara formül bulunmuş, ‘ikinci ev’, bir üst kata taşınmıştı yani.

Aşağıda okuyacaksınız, o yüzden laf-ü güzaf etmeyeyim. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Her şeyin satıhta tartışıldığı, kimsenin ‘Dipte ne var?’ diye merak etmediği bu ortamda, Hilmi Hoca’nın tespitleri herkes için yol açıcı olacak galiba.

Rahle-i tedrisinden geçtiğim için değil, boş konuşmalardan sıkılan bir gazeteci olarak söylüyorum: Fena halde ezber bozacak.



Türk siyasetinde ilginç gelişmeler yaşanıyor. CHP’nin İslam’a, AKP’nin Güneydoğu’ya bakışında ‘şaşırtıcı’ gelişmeler var. Sizce bu parti politikalarında bir değişime mi işaret ediyor, yoksa yaklaşan seçimler için atılan taktik adımlar mı?

Aslında partilerin birbiriyle yer değiştirdiğini görüyoruz. Başka türlü söylemek gerekirse AKP CHP’lileşiyor, CHP AKP’lileşiyor. Mesela, bugüne kadar türban ve çarşaf konusunda olumsuz ve radikal bir tavır takınmış olan CHP, türbanlıları ve kara çarşaflıları partisine alıyor. Bu, bana göre doğrudan doğruya CHP’nin AKP’lileşmesi demek. Çünkü türban meselesi AKP’nin en temel koyucu argümanlarından biri. O temel koyucu argüman konusunda olumlu tavır almak da ister istemez AKP’lileşmek demek. Siyasette bazı şeyler bir partinin ‘öz’üne, bazı şeyler de ‘teferruat’a ilişkindir, Ama bu teferruata değil, öze ilişkin bir şey.

Dünya görüşün yoksa merkez partisisin

AKP’nin de CHP’lileştiğini söylediniz. Bunun göstergesi ne?

Kürt politikasındaki değişim ile Başbakan’ın Doğu ve Güneydoğu gezilerinde yaptığı devletçi konuşmalar. CHP devletçi bir parti. Ama Tayyip Bey’in son söylemleri, CHP’nin özü, temel koyucu özelliklerinden birini oluşturan devletçi politikayı benimsediğini gösteriyor.


Bu da katı ve bürokratik bir yaklaşım...

Kesinlikle. Belki de temelde şunu konuşmak lazım. Aslında AKP’nin de, CHP’nin de ‘öz’ü yok. Bu yüzden de birbirleriyle çok kolay yer değiştirebiliyorlar. Oysa belli bir felsefi arka planı olan partilerde böyle şeyler olmaz. Bir doktrin partisi bu kadar kolay kılıf değiştiremez. Düşün, bir Markist parti, bir kapitalist partinin söylemini edinebilir mi? Edinemez. AKP’ye de, CHP’ye de ‘merkez partisi’ deniyor. İdeolojisiz ve dünya görüşsüz olmanın adı, merkez partisi oldu.


Omurgası oluşmamış bir iktidarla ana muhalefetten söz ediyoruz yani...

Evet, sen metaforik bir şekilde ifade ediyorsun. Öz, doktrin, felsefi arkan plan dediğimiz şeyler, bu omurga tabii.


Bu durumda parti politikaları da, gündelik siyesetin rüzgarına göre mi belirleniyor?

Tastamam öyle... Bir partinin felsefi bir arka planı yoksa, gündelik olaylardan yola çıkarak, ‘taktik ve stratejik siyaset’ yapmaktan başka bir çaresi yok çünkü.


Türk siyasetinde özü olan, omurgalı partiler oldu mu hiç?

Cumhuriyet tarihinde iki tane doktrin partisi olmuştur. Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Yeni Demokrasi Hareketi (YDH)... Onların dışında başka bir sınıf partisi kurulamamıştır Türkiye’de. İlki Markist bir partiydi, ikincisi sermayenin partisi. Ne YDH, TİP’in söylemlerini kullanmıştır, ne de TİP YDH’nın. Ama AKP ile CHP, söylemlerini karşılıklı değiş tokuş edebiliyorlarsa ve bunu çok kolayca yapıyorlarsa o zaman söylenecek bir şey yok. Burada bir parantez açayım: İdris Küçükömer’in öne sürdüğü bir şey var. Bugüne kadar solda bilinen CHP, aslında solda değil sağdadır, Demokrat Parti ya da AKP gibi sağda bilinen partiler de soldadır. Ama bence bu tespiti, bu bağlamda yeniden değerlendirmek gerek: Aslında AKP ne sağdadır ne soldadır. CHP ne sağdadır ne soldadır.


‘Partiler arasında, tabelalarından başka bir fark kalmadı diyorsunuz’ aslında.

Kesinlikle. Başa dönersek. Türkiye’de laiklik savunucu gibi görünen CHP, siyasi İslam’a ait olduğu varsayılan siyasi sembollere tavır aldı. Ama partiye gelen ilk çarşaflıyı da üye yaptı. O üyeliği onaylayarak laiklik ilkesinden kolayca vazgeçti. Ne anlama gelir bu? CHP için laikliğin hiçbir anlamı olmadığının...

Türban nasıl meşrulaştı


Bu tespitten yürürsek, ortaya ironik bir manzara çıkıyor. Çünkü AKP, laikliğe karşı bir tehdit olarak görüldü hep. Bu tehdite karşı Cumhuriyet yürüyüşleri düzenlendi. CHP-MHP koalisyon yapsın da, laiklik kurtulsun nutukları atıldı. Durum buysa, yani laiklik CHP için gündelik siyaset uğruna feda edilebilecek kadar önemsizse, 6 yıldır herkes boşa konuştu.

Evet, hepsi boşaydı. Ben böyle düşünüyorum. Yıllardır karşı çıktığın türban bir anda meşrulaştığına göre, böyle...

MHP de taklitçi


Bu bağlamda MHP’yi nereye oturtuyorsunuz. Onlar da bir süredir Alevilerle dirsek temasında...

Aynı şey, onlar için de geçerli. MHP de pratik yapıyor, teori değil. Herkesin birbirinin malında gözü var, işin özeti bu. Ancak partileri çok suçlamamak, tarihi koşulları da değerlendirmek lazım. Az önce anlattım, Türkiye’de doktrin partileri (TİP ve YDH) kuruldu. Ama tutmadı!


Tarihsel süreç bunu dayatıyor. Partilerin gündelik siyaset üretmekten başta çareleri yok, bunu mu söylüyorsunuz?

Evet. Türkiye’nin tarihi koşulları, siyasetin içeriksiz, ilkesiz, tamamen taktik ve gündelik politikalarla cereyan etmesine yol açıyor.

Özal özü olan bir parti kurmak istedi ama yapamadı


Aklıma Turgut Özal’ın ANAP’ı geliyor. Özal’ın 80’lerdeki çıkışı, bir doktrin üretme çabası olarak değerlendirilemez mi?

Haklısın. Turgut Özal’ın yapmaya çalıştığı şey, bir anlamda gündelik siyaseti bir ekletisizmle doktrine kavuşturmaktı. Çünkü siyasetin bir arka planı olması gerektiğini anlamıştı Turgut Bey. Ama 4 eğilimi birleştirmek olarak özetlenebilecek bu çaba da gündelik siyasetin dışına çıkamadı. Doktrinleşemedi.

G.Kurmay yasak kaldırıyor Başbakan yasak koyuyor! Hangisi daha liberal?


Mevcut siyasette askerin tavrını nasıl görüyorsunuz? Son aylarda bugüne kadar hiç tanık olmadığımız bir muhalefetle tanıştı asker?

Burası demokratik bir ülke. Yanlış yapıyorsa, kara çalınmadan, aşağılanmadan asker de eleştirilmeli. Bazı şeyler var, bunlar çok kapalı hâlâ. Mesela 1982 Anayasası’ndaki geçici madde... 12 Eylül cuntasının o dönemdeki yapıp etmelerinden yargılanamayacakları yazıyor o maddede... Böyle bir şey olabilir mi? Derhal kaldırılmalı ve Kenan Paşa yargılanmalıdır. Ama önemli gelişmeler de var: Özkök döneminde İlhami Erdil Paşa içeri girdi. Bu çok önemli. İki orgeneralin Ergenekon davasında yargılanması da öyle...


Ama sonra Genelkurmay cezaevinde ziyaret etti aynı paşaları....

O ziyaret ‘Size sahip çıkıyoruz’ mesajı değildi bana göre. Sadece bir vefa ziyaretiydi. Öyle olsa, askerin dönüşümlere kayıtsız kaldığı sonucu çıkardı. Bir oramiral mahkemeye veriliyorsa, İlker Paşa’nın ziyaretini de vefa olarak yorumlayabiliriz.


Ama Hilmi Paşa hep sakin ve liberal oldmakla eleştirildi. İlhami Paşa’nın mahkumiyeti, Özkök’ün şahsi tavrıyla ilgili olabilir mi? Onun döneminde yaşanan bu tecrübe, Başbuğ dönemi için de bir veri mi sizce?

Ben bunu tekil bir olay görmüyorum. Genelkurmay’ın tavrı olarak görüyorum. Dikkat et, mesela, İlker Paşa her hafta brifing veriyor. Asker akreditasyonu, kısıtlamayı kaldırdı. Başbakan kısıtlama koydu. Şimdi hangisi daha liberal? Ben askerci değilim, hiç de olmadım ama askerin de hakkını vermek lazım.

Son zamanlarda Başbakan’ın söylemi hırçınlaştı. Tahammül gücü azaldı sanki. Benim ‘öfke nöbeti’ diye tanımladığım bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Tayyip Bey’in bir etraf meselesi olduğunu düşünüyorum. Türk siyasetinde Mustafa Kemal’den başlayarak hep bir etraf meselesi oldu. Genellikle tek adamlar, Mustafa Kemal, İsmet Paşa, Turgut Bey, Adnan Bey, Tayyip Bey gibi adamlar, bunlar çok dar ve sınırlı bir çevreyle çok yakın ilişkiler kurarlar. Bu danışmanlar, ne bürokrattır ne siyaset adamıdır. Sorumlulukları yoktur yani...

Tayyip Bey demokratsa Fehmi Koru'ya kızmamalı

Tayyip Bey’in çok dar, neredeyse 3 kişilik bir etrafı var. Ve bu etraf yüzünden neredeyse bazı bakanlarla bile görüşmüyor. Tayyip Bey’in Fehmi Koru ve de Ahmet Hakan ile meselesi olmamalı. Türkiye’nin başbakanı iki gazetecinin eleştirilerine katlanmalı. Ne demiş Fehmi Koru, Obama gibi geldi, Bush oldu.... Ne var bunda? Eğer demokratsa bunlara katlanmalı. Tayyip Bey adına üzülüyorum. Çünkü gerçekten iyi şeyler yapabileceğine inandığım bir insan.



Anlaşılıyor ki, partilerin durumu, ‘Yok aslından birbirimizden farkımız’ kıvamında. Peki halk değişim ihtiyacı hissediyor mu?

Hayır, asla. Halk değişim istese, arka planı olan partileri desteklerdi. Türk halkı, katı, taviz vermez, doktriner yapılardan hoşlanmıyor. Bugüne kadar yaptığı tercihler de bunu gösteriyor.


Uzlaşmacı siyasetin bu kadar ülküsellleştirilmesinin nedeni de bu mu?

Bravo, tastamam öyle.


Yaklaşan yerel seçimde nasıl bir manzara bekliyorsunuz?

Tayyip Bey, aslında Güneydoğu’yu değil, Diyarbakır’ı istiyor. Biliyor ki, Diyarbakır’ı alırsa kale düşer, DTP biter. Diyarbakır, öteki şehirlerden çok farklı. Mesela Siirt düştü ne oldu?


Hiçbir şey...

Ama Diyarbakır öyle değil. Diyarbakır’ı almak, bütün Güneydoğu’yu almaktan bile daha önemli. Çünkü simgesel bir öneme sahip. Bunu başarmak için Tayyip Bey’in iki seçeneği var. Ya DTP’ninki gibi bir siyaset izlemek. Ya da etnik Müslümanlığı öne çıkarmak. İlkini yapamayacağı için etnik Müslümanlığı öne çıkıyor. Bir yandan da askerle arasını açmamaya çalışıyor. Çünkü Müslümanlığı ön plana çıkaran bir siyaset, askeri rahatsız edebilir. Bu yüzden denge kurmaya özen gösteriyor. Devletçi bir politikayla askerin tepkisini engellemeye çalışıyor.


Siz ne düşünüyorsunuz Kürt sorunu hakkında?

Kendi dillerini konuşabilmelerini ve kendi kültürlerini özgürce yaşamaları gerektiğini düşünüyorum. Şimdiye kadarki devlet baskılarının işe yaramadığı görüldü. Bu hakları baskılamak, sadeçe aşırı taleplerin artmasına yol açtı. Eğer başlangıçtan beri bu kısıtlamalar olmasaydı, meselenin çözümü daha kolay olurdu.


Bu kültürel açılım, tek başına yeterli olabilir mi? Yoksa, sözünü ettiğiniz ihmaller yüzünden o tren de kaçtı mı?

Önce bu çözüm işe yarıyor mu, yaramıyor mu ona bakmak lazım. Zaten Türk siyaseti, deneme yanılma üzerine kurulu. Askeri bürokrasi de dahil, bu fikre kimse karşı çıkmıyor. Bunu deneyelim o zaman. Olumsuz sonuç alırsak, başka şeyler düşünelim. Adam, televizyon mu, kuracak. Kursun. Şiirlerini, şarkılarını, türkülerini herhangi bir yasakla karşılaşmadan dolaşıma soksun. Kültürel kimliğini yaşamasına olanak tanınsın. DTP ile zaten siyasette temsil ediliyorlar.


DTP’nin siyasi tavrını nasıl buluyorsunuz?

“Yok birbirimizden farkımız, hepimiz Osmanlı Bankası’yız” durumu onlar için de geçerli.. Çünkü DTP de bir doktrin partisi değil. Siyasetini Kürt azınlığın tavrıyla belirliyor. Etnik milliyetçiliğin ötesine geçemiyor.