14 Aralık 2014 13:03
Belgesel yapımcısı Tayfun Talipoğlu, “TV8’e geçtikten sonra kanalın başındaki isim bana programın ismini değiştirme önerisinde bulundu. ‘Her yer Anadolu, Tayfun Talipoğlu’ gibi kamyon yazısına benzer bir şey önerdi. Önce tamam dedim, sonra aklıma bu değişikliğin aslında beni gönderme girişimi olduğunu düşündüm. Değişiklik teklifi Fethullah Gülen’in sohbetlerinin yayınlandığı sitenin adıyla aynı olmasıymış meğer. Anlayacağınız gerekçe siyasiymiş” dedi.
Zaman gazetesinden Tuğba Kaplan’a konuşan Tayfun Talipoğlu, televizyon programının bitmesinden, Türkiye’deki siyasi ortama kada birçok konuda konuştu. Kaplan’ın “Tayfun Talipoğlu: Bamteli'ni, Gülen'in sohbetiyle aynı ismi taşıyor diye bitirdiler” başlığıyla yayımlanan (14 Aralık 2014) söyleşisi şöyle:
Yıllardır şiir okur gibi konuşup sunduğu ‘Bamteli’ programından tanıyoruz gazeteci Tayfun Talipoğlu’nu. Şimdilerde ise sivri muhalifliğiyle gündemde. 17-25 Aralık yolsuzluk haftası boyunca herkesi tencere, tava, korna çalmaya davet eden Talipoğlu ile yıldönümünde yolsuzluğu ve gündeme dair birçok konuyu konuştuk.
Bugün ülkede yaşananları düşününce yolda karşılaştığınız, uğruna methiyeler düzülen Anadolu insanı nerede?
Gerçekçi olalım ki AKP, bizim masum, temiz diye bildiğimiz o Anadolu insanını çözmüş durumda. İlk etapta kadından yola çıktılar. Değer verilmeyen kadına değer verdiler. Diyarbakır’ın kırsalındaki kadına her ay 300 lira ödediler, bir nevi para akıttılar. İnsanlara ‘çaldılar’ deyince, ‘Olsun benim cüzdanıma para geliyor’ diyor. O doğal insanlar doğallığını yitirdi anlayacağınız.
Tek başına sivil muhalifsiniz. Muhaliflik hep mi vardı, zamanla mı oldu?
17 Aralık’ta dört bakan ve oğlu, Erdoğan ve oğlu ifade vermeye gitseydi ben böyle sert, muhalif bir adam olmazdım. Hukuk kişiye göre uygulanmaya başladığı için, bu düzene muhalefet etme ihtiyacı duydum. Eğer bir ülkede hukuk kişiye göre uygulanmaya başladıysa ve sen susarsan o hukuksuzluk bir gün gelip seni vurur. Bir kısmı diyor ya ‘Cemaat bugüne kadar bu hukuksuzlukları bildiği halde neden sustu?’ diye. Bu sorulabilir ama şunu da sormak gerekir: Bu hukuksuzluklar bir şekilde ortaya çıktı. Bu da önemli değil mi?
Kimileri yolsuzluk ve rüşvet çarkını ortaya çıkaran polislere darbeci derken sizin savunma nedeniniz nedir?
Her dönemde zulme karşı oldum. Polisler de bu hırsızlığı ortaya çıkardıkları için şu an zulüm görüyor, doğal olarak onları da savunuyorum. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; gözaltına alınan polisler öyle ya da böyle çıkıyor, ‘Ben haram lokma yemedim, hırsızı yakaladığım için içeriye giriyorum.’ diyor yiğitçe. Ülkede bu kadar çok kıvıranlar, dansözler varken bunların cesareti savunulmayacak gibi değil. Kaynağı açıklanmayan her para benim için hırsızlıktır. Bu polisler, kaynağı açıklanmayan paraları çalanları ortaya çıkardı.
‘17-25 Aralık Yolsuzluk Haftası’nda tencere-tava kornayla tepki verelim, geleceğimizi çaldılar.’ diye insanları tepki vermeye çağırıyorsunuz. Bu çağrınıza cevap verecekler mi?
İnsanlar şiddete bulaşmadan sadece korna ya da tencere-tava çalarak tepki vermeye cesaret edemiyorlarsa başlarına gelecek her şey haktır. Kimse kusura bakmasın.! Zaten 17-25 Aralık hırsızlık ve yolsuzluğu unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Gündemi değiştiriyorlar sürekli. Örneğin en son Osmanlıca meselesi. Bence Erdoğan dürüst bir adam. Bugüne kadar, ‘Bu konuşmalar olmadı, paralar da yok.’ demedi. Çünkü hepsi oldu. Sadece, ‘Niye yakaladınız, dinlediniz?’ dedi.
1996 yılında İtalya’da röportaj yaptığınız Abdullah Öcalan, Türkiye’ye dönüp Parlamento’da politika yapacağını söylemiş size. Doğru mu?
Aynen öyle söyledi. O zaman hayal gördüğünü düşünmüştüm, inanmadım ama haklıymış. Yıllardır stratejik bir şekilde hedefine doğru ilerliyormuş meğer. Bu mücadelede PKK başarılı bir örgüt olarak mücadele etti ve istediğini aldı, daha da alacak. Yanlış anlaşılmasın bunlar bir PKK, Öcalan güzellemesi değil. Gerçekler.
PKK’ya terör örgütü denmesine neden karşısınız?
Çünkü bir devlet, terör örgütüyle görüşüyorsa onu meşrulaştırmış demektir. PKK artık meşru bir örgüt. Bugün PKK-Kandil-İmralı arasında görüşmeler oluyor. HDP’liler ne görüştüklerini delikanlıca çıkıp söylüyor. Hükümet, oy kaygısıyla kıvırıyor. Bir de bana göre paralel devlet meselesi Oslo ile başlar. Çünkü asıl paralel devleti kuran PKK. Adamlar kendi vali, kaymakamını atamış, mahkeme kurmuş, polis gücünü oluşturmuş. Her şey ortada. Kürtler anadilde eğitim yapsın, okullarını açsın, temel hakları neyse alsın. Ama bunlar yasal düzenlemeyle olacak şeyler, çözüm sürecine gerek yok bunlar için. Çözüm süreci diye halkı oyalamaya, analar ağlamasın diye her gün anaları ağlatmaya kimsenin hakkı yok.
Cihan Haber Ajansı’na konuştuğunuz için reklam filminiz iptal edildi...
Sete gittim reklam filmine, ‘Başbakanımız uygun görmüyor.’ diye haber geldi. Birçok arkadaşım beni aramaya çekiniyor artık. Görüşmüyoruz. Düşünün iki yıl öncesine kadar bana üç dönem boyunca milletvekilliği teklif eden Erdoğan, reklamı iptal ettiriyor.
Bizzat kendisi mi teklif etti?
Evet. Üstelik 2011 dâhil. ‘İnsanlar seni seviyor. Farklı düşünüyor olabiliriz ama sen bizimle olmalısın.’ dediler. Hatta önce Çankaya Belediye başkanlığı teklif etti. Son seçimde de Egemen Bağış aracıydı. Ben de siyasi düşüncelerimin farklı olduğunu, partiye gelirsem özgür olamayacağımı bildiğim için geri çevirdim bu daveti. Başka mahallede bizim adam olamazdım.
‘Sansür yeni değil ki hep vardı’ sesleri yükseliyor. Eskiden de bu kadar var mıydı?
Geçmişte bu kadar yoktu. Son dönemde, Davutoğlu gelince, toplumun yumuşayacağını, baskının, sansürün azalacağını düşünmüştüm, yanılmışım. Çünkü toplumun gerçekten yumuşamaya, huzura ihtiyacı var. Her konuşmada paralel deyip, Berkin Elvan’a, annesine laf uzatınca toplum daha da geriliyor. Böyle barış sağlanamaz. Seçime giderken üç bakanı Yüce Divan’a gönderecekler, ‘AK’landık demek için. Bütün bu olanlardan havuz medyası sahipleri de rahatsız. Kendi aralarında konuştukları biliniyor. Bu havuzlarla Türk medyasını berbat bir hale getirdiler. ‘Ya Tayyip’e söveceksin ya Tayyip’i öveceksin.’ Ben ne övmek, ne sövmek istiyorum. Ben gerçeği söylemek istiyorum. Bu aralar kafama takılan diğer bir mesele Yavuz Bingöl. Ben Yavuz’a kızıyorum ama Mustafa Ceceli’ye, Uğur Işılak’a kızmıyorum. Çünkü bunların başından beri duruşları belliydi. Ama Yavuz hem Gezi’ye gelip prim yapıyor hem de acıları kıyaslıyor. Bir program, konser için değmez.
Bamteli programının bitme sebebi nedir?
TV8’e geçtikten sonra kanalın başındaki isim bana programın ismini değiştirme önerisinde bulundu. ‘Her yer Anadolu, Tayfun Talipoğlu’ gibi kamyon yazısına benzer bir şey önerdi. Önce tamam dedim, sonra aklıma bu değişikliğin aslında beni gönderme girişimi olduğunu düşündüm. Değişiklik teklifi Fethullah Gülen’in sohbetlerinin yayınlandığı sitenin adıyla aynı olmasıymış meğer. Anlayacağınız gerekçe siyasiymiş.
VIP torpili haberi, yıllar önce fişlendiğiniz için maruz kaldığınız durumu hatırlattı.
Bütün idealim kaymakam olmaktı. Mülkiyede sürekli takım elbise-kravatla gezerdim. Kahveye bile gitmedim güvenlik soruşturmamda bir sorun çıkmasın diye. Sonra sınava girdim, kazandım. Muammer Güler, içişlerinde personel şefiydi o yıllarda. Yolsuzluk yapacağını hiç ummazdım. Kaymakam olmayı beklerken, benden daha düşük puana sahip olanlar kaymakam oldu. Yıllar sonra öğrendim ki ‘YÖK’e Türkiye’de karşı çıkan, eylem başlatan ilk adam’ olarak fişlendiğim için olamamışım.
Yıllar evvel karşınıza çıkan engeli bugün başkaları VIP torpili, akraba oligarşisiyle yaşıyor. Bu atamalar sizi şaşırtıyor mu?
Hiç şaşırtmıyor. Türkiye’de hep ‘arkası sağlam’ olan birileri vardı. Ancak bir ölçü de vardı. Kaymakam adayı atanırken eğitimine, uzmanlık alanına bakılıyordu. 17 Aralık’tan beri bunların utandıkları, ar saydıkları hiçbir şey olmadığını gördüm. Kasetler, tapeler, kasalar ortada ama onlar için bu kanıtlar ar değil. Akraba oligarşisi ortaya çıkıyor. Birilerini bir yerlere atamışlar ama ne branş ne KPSS var. İsim vermeyeyim ama böyle o kadar çok tanıdığım var ki. Şimdilerde AKP’ye uğramadan olur alan, parti rozetini takmadan iş sahibi olan birini gösterin. Varsa özür dileyeceğim. Ama ellerinde kadro kalmadı. 17 Aralık’tan sonra paralel diye aldıklarının hepsi eğitimli çocuklardı. Çift lisan biliyor, yurtdışı görmüş çocuklardı. Ellerinde kadro olmadığı için, şimdi kimi bulsalar tutup getiriyorlar. Telaş halindeler.
Bugün ne yaşıyorsak sebebi Erdoğan diyorsunuz…
2000’de Erdoğan pozitif elektrik yayıyordu. Kuraklık vardı, o geldikten sonra sular akmaya, bolluk olmaya başladı. Fakat şimdi öyle bir negatif elektrik veriyor ki başımızdan musibetler eksik olmuyor. Maden faciaları, seller, işçi ölümleri, deprem sarsıntıları. Bakın ben şu son bir-iki seneye kadar naif işler yapan bir adamdım. Şiirden, edebiyattan, insandan, aşktan konuşmak vatana ihanet oldu. Ben Erdoğan’dan davacıyım, kimyamızı bozdu. 17 Aralık’tan bu yana milleti birbirine kırdırmak için harcanan çaba, başka bir ülkeye para verilse, ajanlar sokulsa ancak bu kadar başarılı olabilirdi. Ülke ikiye bölünmüş durumda: Hırsızlığa çanak tutanlar ve tutmayanlar.
Mücadeleniz AK Parti’ye karşı mı?
17-25 Aralık sorgulanırsa gideceklerini biliyorlar. Bu yüzden her şeyi yapabilirler. Herkesi içeri alabilir, iftira atabilirler ama Allah’a nasıl hesap verecekler? Benim AKP ile sorunum yok çünkü bu siyasi mücadeleye girer. Benim para çalmasıyla, hırsızlığıyla sorunum var. Hırsızlıkla mücadele için siyasete girmek, polis, savcı olmak gerekmiyor; ahlâklı, dürüst insan olmak yetiyor. Bu ülke; herkes mal varlığını açıklarsa, nereden, nasıl mal sahibi oldun diye sorulur ve cevap alınırsa aklanır. Mesela Ankara’da 1 trilyon 300 bine satılmış evlerin çoğunu kamu görevlileri almış. Önce bunların parayı nereden bulduğu ortaya çıkarılsın.
© Tüm hakları saklıdır.