Medya

Tayfun Atay: Bizler 10 yıllık iktidar ortaklığından sonra çıkan AKP-FETÖ kavgasının kurbanlarıyız

"Türkiye’de '15 Temmuz' fırsatından istifade bir 'kimlikkırım' politikası da uygulanıyor"

10 Şubat 2017 13:16

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, AKP ile Fethullah Gülen'in liderliğini yaptığı Gülen cemaatinin 10 yıl boyunca iktidar ortaklığı olduğunu savunarak 17-25 Aralık süreciyle birlikte gün yüzüne çıkan kavganın "kurbanı" olduklarını söyledi. Atay, "Bizler, 10 küsur yıllık iktidar ortaklığından sonra vuku bulan bir iktidar çatışmasının, AKP-FETÖ kavgasının, o kavgadan kaynaklı kanlı bir darbe girişiminin aslî sorumluluğunu taşıyanların suç bastırma ve hedef şaşırtma yolunda seçtiği kurbanlarız" dedi. 

"FETÖ’nün, ABD’nin, PKK’nın, çoluğun, çocuğun kandırdığı bir adamın başkan olmasını istemiyorum"

Tayfun Atay'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (10 Şubat 2017) nüshasında yayımlanan 'Cadı avı, kimlikkırım, diaspora' başlıklı yazısı şöyle:

İki yıl önce bir başka bağlamda söz konusu etmiştim ama şimdi KHK ile ihraç edilen, aralarında bazı yakın dostlarımın da bulunduğu BAK imzacısı akademisyenlerin durumunu değerlendirirken tekrar gündeme getirme gereği duyuyorum.

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da pek çok insan, Avrupa tarihinde karşımıza çıkan cadı-avı çılgınlığını Orta Çağ’ların karanlık atmosferinde vuku bulmuş sanır. Bu yanlıştır. Yüzbinlerce insanın “şeytani cadılık” suçlamasıyla geniş çaplı ve sistematik katliamı, 15’inci yüzyıldan itibaren, yani Yeni Çağ’la birlikte karşımıza çıkar. Tepe noktasına ise 16’ıncı ve 17’nci yüzyıllarda erişir; erken modern dönemin iki diğer önemli olayı, Protestan Reformu ve Din Savaşları ile birlikte…

Bu buluşmanın, yani cadı avları ile Hristiyanlık-içi bir “çatışkı”nın aynı zaman kesitinde karşımıza çıkmasının nedeni nedir sorusuna pek çok cevap verilmiştir. Bunlardan birisi, her ne kadar tartışma ve sorgulamaya da fazlasıyla açık olmakla birlikte hayli çarpıcı ve düşündürücüdür.

İngiliz tarihçi Hugh Trevor-Roper’a göre cadı avları, Katoliklikle Protestanlık arasında 16’ncı yüzyıldan itibaren başlayan rekabet ve çatışmanın sonucu olarak şiddetlenmiştir.

Cadılar, yani Avrupa’nın Hristiyanlıkla hiç ilişkisi olmayan ve doğa tapımına dayalı paganizmle büyüsel işlemleri buluşturmuş inanç pratisyenleri, Hristiyanlığın kendi içindeki kavgada kilise babalarınca kitlelerin dikkatini bu iç çatışmadan uzaklaştırma, başka noktaya sevk etme yolunda hedef gösterilmiş, kurban edilmişlerdir.

***

Kotarılış ve sahneye konuş sürecinde hâlâ mevcut bir dolu karanlık noktayı, boşluğu, belirsizliği bir yana bırakarak ileri sürüyorum: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında da din referanslı bir iç-iktidar çekişmesinin çirkinlikleri ifşa oldukça, Hristiyanlık-içi bir çatışma sürecinde cadıların başına gelmiş olanlar, ne AKP ne de FETÖ ile ilişkisi olmayan, dünyaya ve insana bambaşka gözle bakan insanların başına geliyor Türkiye’de...

Bizler… Solcusuyla, sosyal demokratıyla, sosyalistiyle, liberaliyle, Kemalist’iyle, feministiyle, LGBTİ’lisiyle, çevrecisiyle… Siyasi aktivistler, gazeteciler, akademisyenler,  öğretmenler, öğrenciler, sendikacılar, sanatçılar, edebiyatçılar…

Ve dahi paylaştığı birkaç sosyal medya mesajı ile canı yakılan sade insanlar…

Bizler, 10 küsur yıllık iktidar ortaklığından sonra vuku bulan bir iktidar çatışmasının, AKP-FETÖ kavgasının, o kavgadan kaynaklı kanlı bir darbe girişiminin aslî sorumluluğunu taşıyanların suç bastırma ve hedef şaşırtma yolunda seçtiği kurbanlarız.

Kendi hitap ettikleri dindar-muhafazakârların gözünde de olup bitenlerdeki sorumlulukları gayet iyi bilindiği, bu her vesileyle tekrar tekrar ayyuka çıktığı için dikkati başka yöne sevk etme yolunda ha bire “cadılar” üretiyorlar.

Bu “üretim” sürecinde an itibarıyla en elverişli “malzeme” de BAK bildirisine imza atmış olup iktidarın en üst perdesinden lanetlenmiş, karanlık addedilmiş, şeytanlaştırılmış akademisyenler…

Onlar da dâhil yukarıda sıraladıklarımızın, gazetecisi, sendikacısı, sanatçısı, edebiyatçısı ve diğerleriyle tüm “cadı”ların ortak paydası, laik/seküler kimlik ve yaşam biçiminin taşıyıcısı olmaları…

***

Yaygın kamusal bilinirliği de olan soykırımın yanı sıra etnikkırım (“ethnocide”) ve çevrekırım (“ecocide”), sosyal bilimlerde sıkça işlerliğe soktuğumuz kavramlardır. Bunlara artık bir de “kimlikkırım” kavramını ekleme ihtiyacının doğduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de “15 Temmuz” fırsatından istifade bir “kimlikkırım” politikası da uygulanıyor.

Dinbaz hesaplarla laik/seküler kimlikli toplum kesimini marjinalleştirme ve minimalleştirme yolunda bu kimliğin kamusal temsilinde niteliksel ağırlığıyla öne çıkanları enterne ediyor ya da etkisizleştiriyorlar.

Ankara Siyasal, İLEF ve DTCF’de yoğunlaşan son akademik kıyım da bunun bir parçası.

Sonuç ne olacaktır?

Kuvvetle muhtemel ki bu nitelikli insan gücü; okuldan, okumaktan, okutmaktan, öğrenmekten, öğretmekten ve yazmaktan başka bir şey bilmeyen bu üniversiteliler, “üniversal” çağrılara kulak verecektir.

Varlık sebeplerini oluşturan bilgi ve düşünce üretimini gerçekleştirebilecekleri başka diyarlarına açılacaklardır yeryüzünün…

KHK’larda boğulan Türkiye’de bu cadı avı ve kimlikkırımın sonucu, korkarım “diaspora” olacaktır.