Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, Ebu Cihad adlı IŞİD militanının Reina saldırganı Abdulkadir Masharipov'a verdiği "Şişli'de peygamber efendimize hakaret eden gazete var. Oraya git" emriyle ilgili olarak "Cumhuriyet, ne İslâm Peygamberi’ne, ne dine, ne de kutsal değerlere hakaretin aranacağı ve bulunabileceği bir yerdir. Hiç kimse bizi 'Bakara-makara' nakaratlarının sahipleriyle, onların ait olduğu camialarla karıştırmasın" dedi. "IŞİD Türkiye’de eylemlere başladıktan sonra bile militanları Türkiye’ye girip çıkabiliyordu. En çarpıcı örnek, örgüt tarafından Musul’a davet edilen Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer’in Aralık 2014’te militanlarca Kilis’ten sınırın öbür tarafına geçirilmesidir" diyen Atay, "Hâlbuki IŞİD bu topraklarda 300’ün üzerinde can aldığı eylemlerinin ilkini 20 Mart 2014’te gerçekleştirmişti. Demek ki şimdi kıran kırana savaştıkları örgüte de zamanında ne istediyse verdiler" diye yazdı.
Cumhuriyet olarak biz bu memleketin bir parçasıyız ve bizim de arkamızda bu toprakların en temiz, dürüst, inançlı ve en önemlisi hiç kul hakkı yememiş insanlarının hem kalbî destekleri, hem de hayır duaları var.
Tayfun Atay'ın "Ölsek de güzelliğimiz çoğalır!" başlığıyla yayımlanan (30 Ocak 2017) yazısı şöyle:
IŞİD, bir istenmedik yan üründür.
Elbette en genel çerçevede “postmodern küresel kapitalizm”in istenmedik yan ürünüdür. Onun bünyesinde ABD’nin, Avrupa’nın, Rusya’nın, başta Suudi Arabistan olmak üzere kapitalizmi “yeşilleyen” İslâm ülkelerinin istenmedik yan ürünüdür.
Ama IŞİD, hem bunlarla etkileşimsel çerçevede, hem de özgün yerel, kültürel-politik dinamikler eşliğinde aynı zamanda AKP’nin bir istenmedik yan ürünüdür.
Şimdi El Bab’da savaştıkları, aslında bir “Dr. Frankeştayn” gibi, imalinde pay sahibi oldukları bir canavar…
Yıllarca Suriye iç savaşında Esad’a karşı Sünni-Selefi cihatçı unsurlarla birlikte hareket ettiler. Bu süreçte IŞİD’le de temas ve diyalog kuruldu. O yüzden örgüt Musul’a girip, konsolosluğumuzu da basıp insanlarımızı rehin aldığında kriz “tatlı dil”le çözüldü!..
O dönemde örgütle temas kuran resmi yetkililerin Türkiye’ye yönelik IŞİD eylemi olmayacağı garantisini aldıklarını bile okuduk gazetelerde.
Tabii örgüt de bunun karşılığını aynı yıllarda Antep ve Urfa’yı kendisi açısından yolgeçen hanına çevirerek aldı. Dünyanın her tarafından devşirdiği elemanlar, buralardan elini kolunu sallaya sallaya Suriye’ye geçti.
IŞİD Türkiye’de eylemlere başladıktan sonra bile militanları Türkiye’ye girip çıkabiliyordu. En çarpıcı örnek, örgüt tarafından Musul’a davet edilen Alman gazeteci Jürgen Todenhöfer’in Aralık 2014’te militanlarca Kilis’ten sınırın öbür tarafına geçirilmesidir. Hâlbuki IŞİD bu topraklarda 300’ün üzerinde can aldığı eylemlerinin ilkini 20 Mart 2014’te gerçekleştirmişti!..
Demek ki şimdi kıran kırana savaştıkları örgüte de zamanında ne istediyse verdiler!..
Bu yüzden Reina katliamcısının Emniyet’te verdiği ifadeye bakılınca da Türkiye’nin örgüt için nasıl rahat hareket edilebilen bir “üs” haline geldiği gayet iyi anlaşılıyor. Adam, Konya’dan İstanbul’a gidiyor geliyor, insanlarla buluşuyor, yaşıyor, ailesini de geçindiriyor.
Ve diyor ki aslında ilk hedefi Cumhuriyet’miş!..
“Şişli’de Peygamber Efendimiz’e hakaret eden bir gazete var, oraya git” diye yönlendirmişler onu önce… Sonra da “Bu saatte orada kimse olmaz, Reina diye bir diskotek var, kâfirler eğleniyor, oraya git” demişler.
Peygamber’e hakaret sayılan, Charlie Hebdo’ya yönelik katliam-sonrası derginin kapağında yer alan gözü yaşlı Hz. Muhammed çiziminin Cumhuriyet’te de paylaşılmış olması…
Ancak orada İslâm Peygamberi’ni hakir görmek gibi bir motif ya da motivasyon yok. Çizim, İslâm adına insan öldürenler karşısında Peygamber’in bile gözünden yaş gelecek kadar mahzunlaştığını anlatıyor. Dolayısıyla özünde İslâm Peygamberi’ni yücelten, onu terörden “tenzih eden” bir yaklaşımı yansıtıyor.
Eğer mesele Peygamber’in tasvirinin paylaşılması ise bu konudaki yasağın da İslâm dünyasında İran başta olmak üzere pek çok yerde aşıldığını, Peygamber’in tasvirî resim, kartpostal ve posterlerinin görülmedik olmadığını belirtmek gerekir. En son örnek de yönetmen Mecid Mecidi’nin geçen sene izlediğimiz “Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmindeki çocuk ve yetişkin olarak Peygamber görüntüleridir.
Cumhuriyet, ne İslâm Peygamberi’ne, ne dine, ne de kutsal değerlere hakaretin aranacağı ve bulunabileceği bir yerdir. Hiç kimse bizi “Bakara-makara” nakaratlarının sahipleriyle, onların ait olduğu camialarla karıştırmasın!..
Buna rağmen o “gözü yaşlı Peygamber” çiziminin yayımlandığı dönemde gazeteyi tehdit edenler, gazeteye giden yolların polisçe tutulmasına neden olanlar, belli ki o günden bugüne IŞİD’in iştahını bir hayli kabartmış! Baksanıza, yılbaşı gecesi “ölüm piyangosu”nu kıl payı kaçırmışız!..
Peki, sizce o dönemde Cumhuriyet gazetesini tehdit edenler, seçimlerde kime oy vermiştir?
Ve sizce şimdi Reina katliamcısının “İlk hedef Cumhuriyet’ti” açıklaması karşısında kimler, “Keşke oraya dalsaydı” diyordur?
Ve sizce yıllardır Cumhuriyet’i hedef tahtasına oturtmuş, lânetleyip şeytanlaştırmış resmi ağızlarca ekilenlerin biçilmesi değil midir bunlar?
IŞİD’e yıllarca Suriye sınırını açanlar, aynı zamanda şimdi Cumhuriyet’e saldırı düşüncesinin de önünü açanlar değil mi sizce?..
Her neyse…
Cumhuriyet olarak biz bu memleketin bir parçasıyız ve bizim de arkamızda bu toprakların en temiz, dürüst, inançlı ve en önemlisi hiç kul hakkı yememiş insanlarının hem kalbî destekleri, hem de hayır duaları var.
O yüzden, büyük şair Özdemir Asaf’tan esinle, “omuzlarımızda bin evlatlıkduaların yükü, yüzümüzde bin analık memelerin akı” ile yol almaya devam edeceğiz!..
Ya “Dr. Frankeştayn”ların canavarları kapımıza dayanırsa ve sonrası mı?!
Sevenlerimizin, dostlarımızın, okurlarımızın dilinde yine bir Özdemir Asaf dizesi olur, akar gideriz:
“Bir türkü söylediler, duydunuz mu..
Bir kuşu vurdular, gördünüz mü..
Böyle neden susuyorsunuz böyle
Güzelliğiniz çoğalıyor, öldünüz mü?