Cumhuriyet gazetesi yazarı Tayfun Atay, Türkiye’de İslam’ın köylü ideolojisi olmaktan çıkıp, kozmopolit, sivil ve seküler toplumsallığa uyarlanma imkanının geçmişte mevcut olduğuna değinerek, “Bunu sağlayabilecek din uleması da, Müslüman entelektüel ve akademisyen de bu ülkede nadide şekilde vardı. AKP dinbazlığı, ülkenin seküler birikimini eritip laik toplumu boğarken onları da hepten yok etti.” ifadelerini kullandı.
Tayfun Atay’ın bugün (19 Eylül 2016) yayımlanan “Müslümanlığın şartı şurtu ve şortu” başlıklı yazısı şöyle:
1990’ların başında Londra’da İslâm’ın Batı dünyasında yayılma süreci üzerine araştırma yaparken, bugün kendisini hâlâ sitayişle hatırladığım bir “mühtedi” (sonradan- Müslüman) tanıdım. Britanya Kraliyet Donanması’ndan emekli bu zatın evine misafir olduğumda oturduğumuz odanın dört duvarının tavana kadar kitap dolu kütüphane ile çevrelendiğini de hiç unutmuyorum.
Onunla orada İslâm, Batı, Batı’da İslâm ve “Batılı Müslümanlar” başlıkları altında toplanabilecek saatler sürmüş bir görüşme yaptım.
Yine de söyleşimizin ana eksenini, onun mensubu olduğu sûfî-tarikat çevresi içinde Britanya’ya sonradan gelmiş göçmen Müslümanlar ile bu ülkede doğup büyümüş Batılı mühtediler arasında “kültürel” fark temelinde beliren gerilimler oluşturmuştu.
Kentli, burjuva ve seküler bir kültürel altyapıya sahip Batılı müritlerle kır-kökenli, cemaat (“gemeinschaft” anlamında) toplumsal örgütlenmesinde yetişmiş ve mutaassıp bir kültürleme sürecinden geçmiş göçmen Müslümanlar arasında anlayış, tavır ve davranış bakımından aykırılıklar söz konusuydu. Bunlar dinsel (İslâmi) bir formata da büründürülerek anlaşmazlık ve çatışmaların önü açılıyordu.
O zaman orada da en fazla tartışılan, kadın ve tesettür meselesiydi. Bunu enine boyuna konuştuk o Batılı dostumla. Ama değindiği bir nokta vardı ki tesettür üzerine sürdürülen tartışmalarda buna hâlâ çok fazla ilişilmediği kanısındayım. Aktaralım:
“Pek çok Müslüman için kadının örtünmesi ciddi bir takıntı konusu. Oysaki örtünme ne imanın, ne de İslâm’ın şartı. Ayrıca Londra’nın en mutena caddelerinde bir Arap kadınını tepeden tırnağa örtünmüş olarak erkeğinin yanında görüyorsunuz; fakat erkeğin kendisi blucinli, kafası açık, yüzü tıraşlı ve kolsuz bir tişörtle dolaşmakta. Belli bir dereceye kadar tesettürün (‘hicab’) erkek için de gerekli olduğunu biliyoruz. Ancak erkek bunu uygulamazken kadına uygulatıyor, uymayan kadınları da zorluyor. Karşımıza henüz dua etmesini, namaz kılmasını bilmeyen insanlar geliyor. Eğer bir kadın namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, İslâm’ın hiçbir temel şartını henüz bilmiyorsa onu örtünmeye zorlamanın ne yararı var?!”
Aradan on yıllar geçti. Ve ben Türkiye’de metropollerde, sahil beldelerinde, tatil köylerinde baştan aşağı tesettürlü kadınının yanında (bırakın kısa kolu tişörtü) atletli, şortlu, parmak arası terlikli olarak gerine gerine gezen “Müslüman” erkekleri gördüğüm her zaman yukarıdaki sözleri hatırladım.
Onları şu ara hatırlamama da halk otobüsünde şortlu kadına saldıran zorba vesile oldu. Bayramın birinci günü sabahı, çalıştığı hastaneden çıkıp evine giden hemşireye şort giydiği için, “Bu kadınlar şeytan, uğursuzluk saçıyor” diye bağırarak suratına “uçan tekme” atmış.
Belli ki tesettürlü olsa atmayacaktı…
Günümüz dünyasında İslâm’ı yeri üzerine sürdürülen tartışmaların en göz önündeki başlığı kadın ve tesettürse, en göz ardı edilen başlığı da erkek ve “sivillik”tir.
Sivilliği burada şehirli, kozmopolit bir “açık-toplum” olmanın tamamlayıcı niteliği-kuralı anlamında kullanıyorum.
Türkiye’de de İslâm, herkesin birbirine benzemesinin istendiği, farklı olanın “uğursuz” sayıldığı, kendi içine kapalı bir kırsal-cemaat toplumsallığının değer ve düşünce sisteminin karşılığı olarak işlevselleşmekte en çok..
Daha “kabaca” ifade etmek gerekirse İslâm, bugün iktisadi (ve demografik) kategori olarak bitmiş olsa da kültürel ve zihinsel bir kategori olarak hükmünü şehir ortamlarında hâlâ icra etmeyi sürdüren köylülüğün ideolojik çerçevesi durumunda. Bu ideolojik çerçevenin ayrılmaz bir parçası da ataerkilliğin meşruluğu ve normalliği.
Elitizmle itham edilmeyi göze aldık, devam ediyoruz: İslâm’ın böylesi salt “köylü ideolojisi” olmaktan çıkıp kozmopolit, sivil ve seküler toplumsallığa uyarlı bir reformülasyona uğrama imkânı aslında bir ara en çok Türkiye’de mevcuttu. Bunu sağlayabilecek din uleması da, Müslüman entelektüel ve akademisyen de bu ülkede nadide şekilde vardı.
AKP dinbazlığı, ülkenin seküler birikimini eritip laik toplumu boğarken onları da hepten yok etti.
Geriye tüm dünyada İslamofobi’nin ekmeğine yağ sürecek “uçan tekme”ler kaldı.
Tekmecinin kamera kaydından gazeteye aktarılmış görüntüsüne baktım. Kısa kollu tişörtü yok, ama üzerinde “London” yazan bir “sweat” giymiş. Başı, kabak gibi açık, altında da sanırım blucin pantolon var.
Sahilde olsa şort giyeceğinden de adım gibi eminim.
Londra’daki o Batılı-Müslüman dostumun kulaklarını acı acı çınlatmış mıyımdır, bilmiyorum!..