Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın “Ne diyordum size hatırlayın, biz bir gün ölmeyecek miyiz? Öleceğiz. Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim” açıklamasıyla ilgili olarak "İki toplum var Türkiye’de. Birisi, işte yukarıda ifade ettiklerimizi düşünmek dahi istemezken, diğeri cinsiyet-temelli dünya kurulumunu da, cinsiyet ayrımcılığını da, cinsiyetçi dil kullanımını da sorgulama yolunda yazıyor, konuşuyor, tartışıyor ve mücadele ediyor. Bir tarafta kadına 'bayan' dediğinizde hassasiyet gösterip sizi uyaran ve düzelten kadınlar var. Öbür tarafta 'Türk kadını adam gibi ölmesini bilir' diye övünen kadınlar var. Ne diyelim, tarihten bugüne erkeği adamlamış, adamı insanlamış bir sefil sistem içinden bakınca, kadın, 'adam gibi' öldükten sonra. Yaşamış, yaşamamış ne fark eder ki?!" dedi.
Tayfun Atay'ın "‘Adam gibi’ öldükten sonra kadın, yaşamış yaşamamış ne fark eder!" başlığıyla yayımlanan (21 Ekim 2016) yazısı şöyle:
Aynı dili konuşmayan iki ayrı Türkiye var.
Hayır, tabii ki “literal” anlamda aynı dili konuşuyor, aynı sözcükleri, sözdizimini, grameri seferber ediyoruz aramızda iletişim kurarken…
Fakat kültürel olarak, ruhsal olarak, zihinsel olarak aynı dili konuşmayan iki ayrı Türkiye var.
Bir tarafta kadına “kadın” demekte kararlı, bunu hiçbir bağlamda “ayıp” saymayan, aksine “bayan”, “hanım”, “hatun” diyerek kadının “kadınlığı”nın ataerkil kültürün cenderesine “şefkatlice” sıkıştırıldığını düşünenler var.
Öbür tarafta kadına “erkek gibi” veya “adam gibi” demenin onun yükselmesine, yücelmesine, şerefine delalet ettiğini düşünenler var.
İki ayrı toplum var.
Bir tanesi “ağız alışkanlığı”yla kullanılan “bilim adamı”, “iş adamı”, “insanoğlu” gibi tabirleri bile tam ağzını açacakken bilinçlice tutup yakalayıp dile getirmekten kaçınıyor. Onları “bilim insanı”, “iş insanı”, “insanlık” biçimine dönüştürüyor.
Diğeri, erkeğiyle kadınıyla, bilimi de, iş hayatını da, insanlığı da “erkeklik”le özdeştirmekten öte “erkek adam”, “erkek sözü”, “erkek gibi kadın” ifadelerini bilinçaltı bir “geleneksel” rahatlıkla (şartlanmışlıkla) kullanmakta hiç tereddüt etmiyor. Hatta bunları zevkle, şevkle, keyifle kullanıyor.
Cumhurbaşkanı, “Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim” dedi ya… (Acaba ne söyleyecekti de söylemedi “madam gibi” yerine, onu da merak etmeden duramıyor insan!..)
Hemen ardından kabinenin “Hanımefendi” bakanlarından Fatma Betül Sayan, “Türk kadını adam gibi ölmesini çok iyi bilir” dedi; 15 Temmuz’da meydanlarda hayatını kaybeden kadın vatandaşlara göndermeyle…
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayan, “Cumhurbaşkanımızın kullandığı bu ifade Anadolu'da kullanılan bir deyim”diyerek bir “olağanlaştırma” girişimi de sergilemiş.
Meselenin bam teli aslında burası…
Kadın sorunu, kadın hakları, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ve feminist hareketten söz edebildiğimiz çağdaş dünyada da hiç kuşkusuz ne kadının erkek iktidarı karşısında ezilme sorununun tam olarak üstesinden gelebilmiş…
Ne de bu dünyanın “erkeğin dünyası” olmasını aşabilmiş değiliz.
Ama bunların “sorgulanabilir” olmasının önünü açmış bir dünyada yaşıyoruz.
Bu, ataerkilliğin farkında olunan, ona karşı mücadele edilen bir dünya.
İnsanlığın nabzının kırsal-geleneksel, feodal, cemaatçi bir yaşam biçiminde attığı dünyada ise “kadın sorunu” diye bir şey algısal, zihinsel ve söylemsel olarak yoktu. Çünkü kadın-erkek eşitsizliği de, cinsiyet ayrımcılığı da, ataerkil cinsiyetçi söylem de “olağanlaştırılmış”tı.
Böyle bir toplumsal zeminde ataerkillik, hayatın havasına suyuna, taşına toprağına, ekmeğine ruhuna siner. “İnsanoğlu” tabiri de, “erkek adam” tabiri de, “adam gibi” tabiri de hiç mi hiç yadırgama hissi ve düşüncesi olmadan “yaygınlıkla” kullanılır.
İşte Anadolu’muzda kullanılan deyimler, böyle üremiş, türemiş, dillere yerleşmiştir.
Elbette Bakan Sayan, ifadede geçen “adam” sözcüğünün erkeği kast ederek değil “insan” anlamında kullanıldığını söyleyecektir bize…
Ama “adam” sözcüğünün insan denen varlığın hem iki cinsiyetinden birini münhasıran tanımlayıp hem de o varlığın bizatihi adlandırılmasında kullanılmasının nedeni ve nasılı üzerine tarihsel-politik iz sürmeye yanaşmayacaktır.
Aradaki bağlantının aslında bir (“eril”) iktidarın oturtulmasının, ezelileştirilip ebedileştirilmesinin ve doğallaştırılmasının apaçık işareti olduğunu da söylemeyecek, bunu düşünmeyecek, hatta düşünmek dahi istemeyecektir.
Oysaki iki toplum var Türkiye’de… Birisi, işte yukarıda ifade ettiklerimizi düşünmek dahi istemezken, diğeri cinsiyet-temelli dünya kurulumunu da, cinsiyet ayrımcılığını da, cinsiyetçi dil kullanımını da sorgulama yolunda yazıyor, konuşuyor, tartışıyor ve mücadele ediyor.
Bir tarafta kadına “bayan” dediğinizde hassasiyet gösterip sizi uyaran ve düzelten kadınlar var.
Öbür tarafta “Türk kadını adam gibi ölmesini bilir” diye övünen kadınlar var.
Ne diyelim, tarihten bugüne erkeği adamlamış, adamı insanlamış bir sefil sistem içinden bakınca…
Kadın, “adam gibi” öldükten sonra…
Yaşamış, yaşamamış ne fark eder ki?!