21 Ocak 2011 02:00
Selin ONGUN -T24
[email protected]
İkinci Cumhuriyet’in isim babası, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Mehmet Altan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hitabet sanatı olan öfkesinden payını ilk kez 2007 yılında almıştı. Prof. Dr. Mehmet Altan’ın, “Türkiye’de 12 milyon kişi günlük 1 dolarla yaşıyor. 600 bin kişi aç yatıyor. Türbandan acil sorunlar var” değerlendirmesine Başbakan, “Biz geldiğimizde bu rakam 18 milyondu, 12’ye düştü. Onu niye söylemiyorsun? Milleti aldatmayın, dürüst olun” sözleri ile karşılık vermişti. Medyada günler süren bir tartışma başlamıştı: “AKP- liberal ittifakı çatırdıyor mu?”
Başbakan’ın, Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan’ın “Erdoğan ve Kof Kabadayılık” başlıklı yazısı için 50 bin TL’lik dava açması ve Altan hakkında suç duyurusunda bulunması, geçmişteki bu tartışmayı yeniden alevlendirince, Star gazetesi başyazarı, Ahmet Altan’ın kardeşi Mehmet Altan’a www.t24.com.tr için sorduk:
-Mehmet Bey, “AKP-liberaller” tartışmasından önce birkaç parantez açalım; Türk Telekom Arena'nın açılış töreninde Başbakan’a yönelik protesto üzerine Adnan Polat, Galatasaray camiası adına özür diledi. Fakat ertesi gün, gazetelere özür mahiyetinde bir de ilan verildi. Korku değil mi bu?
Bir; devletin parasıyla iş yaptığı için korku duydular. İki; Başbakan anlaşmayı iptal edecek, anahtarı vermeyecek, çevre yolları yapmayacak vs. diye korkuyorlar.
-Peki bir vali, kaymakam, genel müdür vs. herhangi bir resepsiyonda eline bir kadeh içki almaktan korkuyor ise?
Resepsiyona katılacak valilerin o koltuğa oturmadan önceki profiline de bakmak gerek. Acaba içki içenler vali olabiliyor mu? Birlikte çalışılması tercih edilen insanlara baktığınızda çoğulculuk anlayışıyla hareket edilmediğini görüyorsunuz.
-Söyleşiye gelmeden önce Başbakan’ın iki konuşmasından çıkış almıştık. Okuyacağımız bölüm, Başbakan’ın 1 Şubat 2009’da Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü Çetin Altan'a verirken yaptığı konuşmadan: “(…) Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir…”
(Dinlerken gülüyor.) Şimdi mahkeme kapılarına Ahmet’i gönderiyor. Ve üstelik hapis cezası da istiyor.
‘Taraf’a 50 bin liralık dava açmak bir başka sindirme yöntemi’
-Başbakan’ın 14 Ocak 2011 tarihli konuşmasından alıntılayarak devam edeceğiz: “(…) Müzikten mimariden heykelden sadece bunlar anlar. Maşallah bunlarla göre entelektüellik kazanılan bir şey değildir. Babadan oğla geçer. Bunlar mürebbidir. Mürebbiyedir. Bunlar allame-i cihandır. Her türlü özgürlüğü savunurlar ama bir o kadar da entelektüel despotturlar.” Dolayısıyla bu uzun girizgâha neden olan konuyu artık açalım; 1) Kaç Erdoğan var? 2) Başbakan’ın Ahmet Altan’a açtığı dava sizin için milat mı?
Bu dava Başbakan’ın kendisine kibar davranılmadığını düşündüğü bir konuda yaptığı kaba hamlelerden sadece biri. Taraf gibi, ayakta kalmak için ciddi mücadele veren bir gazeteye 50 bin liralık dava açmak, sadece hakarete uğradığınızı düşündüğünüz için tazminat istemek anlamına gelmez. Bu da bir başka sindirme yöntemi. Kaldı ki, orada çalışan, gazeteciler aylardır maaş almadan çalışıyor. 50 bin değil, 5 bin lira istese Ahmet’in onu bile verebileceğini tahmin etmiyorum. Fakat bir vicdan, sağduyu var. Başbakan’a “Hukuktan ayrılma” demenin bedeli bu mu? Acaba Taraf gibi bir gazete olmasaydı, son üç yıl içinde nasıl bir Türkiye olurdu? İnsanlar, özellikle Başbakan’ın sık sık atıfta bulunduğu “muhafazakârlar” bence bunu düşünecektir.
‘Başbakan’dan korkmuyorum demek de komik’
- Söyleşiye birkaç 'korku parantezi' ile başlamıştık. Şimdi size soralım; siz, Başbakan’dan korkuyor musunuz?
Hayır, Başbakan’dan korkmuyorum. Ve üstelik bunu telaffuz etmek durumunda kalmak komik. Ben AK Parti’den önce de vardım ve aynı ilkeleri tekrarlıyordum. Başbakan 50 bin liralık dava ile Ahmet’i korkutacağını düşünüyorsa unutuyor; biz çok sert bir muhalefetten geliyoruz. Bir başka mesele: Kemalizmin rövanşını ondan daha sert ve gittikçe muhafazakârlaşan ve yine tek adamlıktan beslenen bir yapıyla almaya kalkarsan tahmin edemeyeceğin kadar sert bir dalga gelir seni vurur. Ve işte o soru gündeme gelir: “Kaç Tayyip Erdoğan var?”
-Nihai bir yanıt buldunuz mu?
Şimdilik iki Erdoğan var. Birincisi Özal’dan sonra tarihe yazılmak isteyen Erdoğan. İkincisi de günlük çıkarlarının peşinden giden, ikbal arayan Erdoğan. Siyaset yaparken, bu iki Erdoğan çatışıyor. Kısa süre önce, referandum sırasında “Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” diyordu Başbakan. Ardından referandum sonuçları üzerine, daha ziyade kıyılardaki odaklaşan yüzde 42 oyun nedenlerini araştıracağını söyledi. Fakat ne oldu; referandum sırasındaki tavır, eylem, söyleyiş ve vaatleriyle tezat içine girdi. Nezaketten, demokrasiden, diğerlerinin hakkına kulak vermekten uzak, kendi arzularını, taleplerini ve yaşama biçimini dayatan bir anlayış. Belki de buradaki en önemli sıkıntı, Başbakan’ın yüzde 42 ile yüzde 58 ayrışmasını bileyen bir tutum içine girmesi. Bu da çok tehlikeli ve büyük riskler içeriyor.
‘Kendi yaşam biçimini dikte ettiren bir anlayıştan, demokrat bir Türkiye çıkmaz’
-Başbakan yüzde 42’yi defterden silmiş olabilir mi?
Başbakan’ın aklında, “Yüzde 42 zaten bana oy vermiyor. Bana kimler oy vermez; CHP, Aleviler, Kürtler vs.” gibi bir anlayış egemen zannediyorum. Buradan hareketle de “tutucu” unsurları öne çıkararak, Sünni seçmene, MHP çizgisine odaklanarak, “Acaba oyumu büyütür müyüm? Genel seçimde MHP tabanının oylarını da oyuma katarak, Cumhurbaşkanlığı seçimini rahatlatır mıyım?” gibi bir tutum içine giriyor. Biz de diyoruz ki; bu tutum Türkiye’ye hayır getirmez. Üstelik bu uyarıları da ilk kez yapmıyoruz. 2007 yılında “Türbandan önce acil sorunlar var” dediğimde, Başbakan yine kızmıştı. Peki sonrasında ne oldu; partisi kapanma noktasına geldi, Türkiye onca zaman kaybetti. “Ucube”leri tartışmaktan Türkiye’nin temel sorunlarına sıra gelmiyor. Nedir; Türkiye’deki bankalardaki mevduatın yani toplam paranın, yüzde 46’sı 33 bin hesabın yani 33 bin kişinin. Türkiye’de 22 milyon çalışıyor, bunun 10 milyonu kayıt dışı. Türkiye’de 7 milyon yoksul var. Geliri en yüksek olan ile en düşük olan arasında 9 misli fark var. Türkiye’de hâlâ 40 bin mezra var. O nedenle Türkiye hâlen duble yol yaptırmakla, köylere elektrik getirmekle övünen bir ülke. Türkiye’nin en fazla ithal ettiği mal hâlâ hurda, demir. Türkiye bir liralık bile çip satamıyor. Kadın-erkek eşitliği açısından 134 ülke arasında 127’inciyiz. Şimdi bu gerçekler bir tarafta. Bunları konuşmaya sıra gelmiyor. Bu kez şunun için uyarıyoruz: Türkiye’yi MHP’lileştiren, muhafazakâr-milliyetçi bir çizgiye çeken, hukukun üstünlüğü yerine kendi istediği yaşam biçimini dikte ettiren bir anlayıştan, demokrat bir Türkiye fotoğrafı çıkmaz. Değerlendirmelerimizi dinleyip dinlememek kendi bileceği iş. Fakat şu bir gerçek, bu dostane uyarıların yanı sıra hayatın kendi uyarıları da olacaktır.
‘Başbakan’ın aklı tutarlı değil çıkarcı ve pragmatik’
-Tam burada örneğin sizin başyazarlığını yaptığınız Star gazetesinin bir köşesinden şu ses geldi: “Başbakan’ın aklı yok, yanındaki ekibin aklı yetmiyor, bir tek o liberal beylerin aklı yetiyor her şeye, öyle mi?”
Başbakan’ın aklı siyasi bir akıl. Siyasi akıl da hayatı okumaya yönelik tutarlı bir akıl değil her zaman. Öyle olsa idi, bir sanatçının heykeline “ucube” demez, Kars halkının demokratik kararını küçümsemez, “Tıksırıncıya kadar içiyorlar” diyerek alkol alanları aşağılamaz, askeri vesayetten şikâyet edip Sayıştay Kanunu’nu çıkarırken demokratik denetim ve şeffaflığın tersine hareket etmez, “Muhafazakârlar rahatsız” deyip bir dizinin yayınlanmasına karşı çıkmazsınız. Sizi eleştirenler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmazsınız. Dolayısıyla bu tutarlı değil çıkarcı ve pragmatik bir akıl.
‘Star’daki yerimden endişe etmiyorum; Başbakan kendisiyle kavga da edebilen adamlara saygı duyuyor’
-Siz Star gazetesindeki yerinizden endişe ediyor musunuz?
Elbette etmiyorum, umurumda olmaz. Zaten endişesi olan insan da bunları söylemez, yazmaz, sorgulamaz. Fakat endişesi olanların nasıl bir omurgasızlıkla dalkavukluk yaptığını görüyorum. Fikir tutarlılığının, şefiniz olmadan özerk ve özgür bir adam olmanın maliyeti çok yüksek. “Köşemi kaybedeceğim” korkusu olanlar da zaten yazarlık işlerine girmesin. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim; Başbakan’ın eleştirmeyenin, Başbakan’ı övmesinin bir anlamı yok. Kaldı ki Başbakan’ın şöyle hoş bir özelliği de var: Kendisiyle kavga etmeyi göze alamazsan, dost da olamazsın. Başbakan, kendisiyle kavga da edebilen adamlara saygı duyuyor. Fakat burası demokrat bir ülke olmadığı için bu dostane uyarılar dahi algılanmıyor. Herkes siyasetten ikbal aldığı, siyasette vanayı ele geçiren de “tek adamlığını” ilan ettiği ve buna yönelik bir demokratik direnç henüz yerleşmediği için bunları konuşuyoruz.
‘İleri demokrasi lafları inandırıcılığını yitiriyor’
-Bir AKP iktidarı daha sizi endişelendirir mi?
Bakın bu benim için AK Parti meselesi değil, benim meselem Türkiye’nin demokrat, zengin ve özgür ülke olması. Benim ilkelerimi hayata geçirmeye her kim talip olursa, ben ona destek olurum. Şu bir gerçek ki, AK Parti’nin ilk üç yılında Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde attığı adımları şimdiye dek hiçbir iktidar gerçekleştirmedi. Diğer yandan darbelerin soruşturulması, Ergenekon, JİTEM gibi birinci cumhuriyetin “kirli yüzünü” göstermeye yönelik adımları kimse atmadı. Fakat bugün gelinen noktada, “Zaten sekiz yıldır Başbakanım, artık daha fazla değişim yapmama gerek yok, statükoyla anlaşmam daha doğru olur” yaklaşımını sergileyen bir Erdoğan var. Ve bu çok endişe verici. MHP’yi baraj altında bırakmak için onlardan çok “muhafazakârlık-milliyetçilik” alarmı veriyorsunuz. Dolayısıyla “ileri demokrasi” gibi laflarınız inandırıcılığını yitiriyor. Değişim takiyecilik istemez. MHP’lileşerek iktidarda kalmayı hedefleyen bir parti Türkiye’ye değişim getirmez. Siz heykele “ucube” dediğiniz, alkol alanlara “Tıksırıncaya kadar içiyorlar” diye baktığınız vakit buranın küreselleşmeyle, dış alemle ilişkilerde, dünya ekonomisiyle irtibatında problemler çıkar.
‘Evrensel hukuku yok sayıp, ucube, dediğin vakit Türkiye’de bela çıkar’
-Şimdi bu eleştirileriniz üzerine birçok akıldan geçmesi muhtemel bir diğer ses de şu: “Erdoğan’ı demokrasi kahramanı ilan eden, siz değil miydiniz?”
Ben Turgut Bey’den bile demokrasi kahramanı yaratmadım. Kaldı ki 50 yıldır MGK’yı kaldırmamış, 20 yıldır 12 Eylül uygulamalarını değiştirmemiş bir siyasetçi tayfasından nihai bir kahramanlık beklemem saflık olurdu. Şu bir gerçek; siyasetçinin tek derdi iktidarda kalmak ya da iktidarda kalma süresini uzatmaktır. Bizim derdimiz de evrensel hukuktur. Bu bağlamda siyasetçiler bizim için bazen figüran, bazen aktör olur. Doğal olarak bugün soruyorum; sen askeri vesayetten bu kadar şikâyet ederken, referandum kampanyanı bunun üzerine inşa ederken, neden Sayıştay Kanunu’nu statükoyla el ele vererek yapıyorsun? Yeniçağın en temel unsuru insan haklarıdır. Sen kendi hayatını dikte ettirdiğin vakit, bir kere insan hakları ile ilgili bir problem başlıyor. Bu da hukukla ve demokrasiyle ilgili bir problemdir. Fakat Başbakan’ın konuşmalarında hukuksal bir zemin yok. Yıllardır okuyoruz, yazıyoruz, söylüyoruz. Fakat herkes işine geldiği noktada sahip çıkıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 1979 tarihli Handyside Kararı nedir; “Düşünceyi açıklama özgürlüğü sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki yaratma sayılan haber veya fikirler için değil, devlete veya halkın bir kısmına ters düşen-şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz.” Evrensel hukuku yok sayıp, “muhafazakâr kesim”, “ucube”, şu-bu, dediğin vakit Türkiye’de bela çıkar. Başörtüsü sorunu için gösterdiğin haklı ve olumlu çabayı Alevilerden, Kürtlerden esirgediğin vakit Handyside Kararları’ndan uzaklaşırsın. O zaman da yeniçağın köprübaşı olamazsın.
‘AKP’den bütünüyle ümidimi kesmedim, MHP’lileşen bir partiye oy vermem’
-Mehmet Bey, şimdi bu sözlerinizi Haziran ayında sandığa gidecek bir seçmen olarak tercüme etmenizi rica ederek soralım: “Yetmez ama Evet” der misiniz? Yarın seçim olsa AKP’ye oy verir misiniz?
MHP’lileşen, statükoyla el ele verip Sayıştay yasasını çıkaran, Kürtlerin haklarını inkâr eden bir partiye oy vermem. Ama 12 Eylül referandumundaki tavrını sürdüren, o zamanki vaatlerinin arkasında duran, o vaatler doğrultusunda hareket eden, dünyalılaşmayı ön plana alan bir AKP’ye oy veririm. AKP’nin ve Erdoğan’ın geçmişte yaptığı başarılı işleri unutmadık. Müthiş, benzersiz işler yaptılar. Şimdi şaşırmış gibi görünüyorlar. Ama ben AKP’den bütünüyle ümidimi kesmedim. Yeniden derlenip toparlanacaklarını, gittikleri yolun yanlış olduğunu kavrayacaklarını umut ediyorum. Erdoğan bugün günlük hesaplar peşinde koşuyor ama aynı Erdoğan’ın tarihi bir şahsiyet olmak istediği dönemler de var. Yeniden o günlere dönebilir. Zaten bu eleştirilerin amacı da Erdoğan’a kendi geçmişini, başarılarını ve bu ülke için yapabileceği ve başka hiçbir partinin yapmayı düşünmediği çok olumlu işler olduğunu hatırlatmak. Bunu hatırlarsa hem kendisi, hem de Türkiye kazanır.
© Tüm hakları saklıdır.